1.Bölüm Çağrı
Wilson, yönetim binasının metal zeminli koridorlarında aceleyle ilerlerken, koluna bağlı dijital ekrandan günlük programını bir kez daha gözden geçirdi. Herkes, DOTA denilen bu cihazı taşımak ve oradaki programa uymak zorundaydı. Sabah 09:30 Başkanla randevu ve sonrasında boşluk. Tüm gün boş kalacağına inanamayarak bu işte bir terslik var diye düşünürken, koridorun A kanadına açılan ve girişinde iki kızıl muhafızın beklediği büyük hidrolik kapıya yöneldi. Kapının sağ tarafında A kanadının dijital krokisi, mavi bir ışıltıyla parlıyordu. Askerlerden biri önünü kesip Wilson’un kolundaki ekrana bakarak başıyla onayladı. Diğer muhafız, kapının arka tarafında aynı şekilde beklemekte olan askerlere durumu bildirdiğinde, sonunda kapı gürültüyle açılmaya başladı. Zaten geç kalmış olan Wilson, beş dakika daha kaybetmiş oldu. A kanadına girişte güvenlik protokolleri oldukça sıkıydı. Bunun bir nedeni de Truva üstünün tüm ARGE (araştırma geliştirme) tesislerinin bu birimde yer almasından dolayıydı.
Başkanlık binasının en üst katında bulunan A kanadına, daha önce hiç gelmemiş olan Wilson, hızlı adımlarla bir dizi kapının yanından geçerken bir yandan da kolundaki dijital göstergeden gideceği yerin haritasına bakıyordu. Ana koridor, daha dar olan birçok yan koridoru içinde barındıran karmaşık bir labirentten farksızdı. Her koridorun girişinde ne olduğuna dair dijital tabelalar bulunuyordu ve her girişte bir kızıl muhafız nöbetteydi. Sırasıyla Zooloji, Hidrobiyoloji, Paleontoloji gibi kendisine oldukça yabancı gelen bilim dallarına ait koridorların yanından geçerken, merakla oralarda neler yapıldığını görmeye çalışsa da merakını giderecek hiçbir şey göremedi. Sonunda başkanın ofisine ulaştığında randevusuna yarım saat gecikmişti.
Başkanın ofisi gördüğü en geniş odalardan biriydi. Kubbemsi tavanını büyük bir avize süslüyordu. Daha önce hiç avize görmemiş olan Wilson için ilginç bir manzaraydı. Odanın bir tarafındaki dev ekran monitörlerde, üssün çeşitli kısımlarının canlı görüntüleri oynatılıyordu. Geniş ahşap çalışma masasının üstü karmakarışıktı. En dikkat çekişici olan ise Ofisin ortasındaki cam akvaryumdu. Ne olduğunu hiç bilmediği tuhaf yaratıklar, garip sıvının içinde süzülüyorlardı. Her birinin gövdesi avuç içi büyüklüğündeydi. Küçük kemiksi ayaklara ve ucunda siyah bir iğnesi bulunan, gövdesine göre oldukça orantısız uzunluktaki kuyruklara sahiptiler.
“Onlara kurtçuklar diyoruz.”
Wilson, ofise bağlı küçük bir kapıdan giren başkanı konuşana kadar fark etmemişti. Başkan Farkas çok sıska, beyaz saçlı ve beyaz tenli yaşlı bir adamdı. Öylesine dimdik duruyordu ki, sanki etten kemikten canlı biri değil de, alçıdan bir heykel izlenimi yaratıyordu. Her geçen yılın daha da arttırıp derinleştirdiği yüzündeki kırışıklıklar adama acımasız bir ifade vermişti. Karşısında herkesin bir nebze çekindiği başkanı, çokta umursamadan “Canlı mı bu iğrenç şeyler?” diye sordu Wilson.
“İğrençler değil mi?”
Wilson, konuşmayı bir an önce bitirme isteğiyle boğazını temizleyerek “Sayın Başkan, bu sefer hakkımda ne tür bir şikâyet var emin değilim ama bence işe sizin dâhil olmanızı gerektirecek kadar ciddi bir suçum yoktur. Mavi Muhafızlar gereken işlemleri yapabilirler.” Özellikle mavi muhafızlar demişti. Genelde basit suçlar ve düzenin sağlanmasında onlar görevliydi. Kızıl muhafızlar ise hem yargılar hem de cezayı uygularlardı. Gerekli gördükleri takdirde dönüştürme yetkisine sahip bu muhafızları ne zaman görse, iliklerine kadar ürpermesine engel olamıyordu.
Başkan, onu duymazdan gelerek elindeki raporları gözden geçirmeye devam ederken bıyık altından gülümsüyordu. “Agresif, uyumsuz, şiddete meyilli, disiplinsiz ve kural tanımaz. Hiçbir sektörde görevlendirilmeye uygun değil. Bunlar senin hakkındaki raporların genel özeti Bay Wilson.”
Derin bir sessizliğin hâkim olduğu odada akvaryumda patlayan hava kabarcıklarının sesi dışında çıt çıkmadı.
“Kaynakları sınırlı olan bu habitatta barınmanızı ve kaynakları kullanmanızı gerekli kılacak tek bir unsura bile sahip değilsiniz. Belki de işe yarar olmanız için dönüştürme cezası doğru bir davranış olur.”
İnsan vücudunun üretebildiği enerji potansiyeli keşfedildiğinden beri hiçbir ölüm boşa olmuyordu. Fiziksel olarak yaşlanmış ve bedeni çökmüş kişiler ölmeden hemen önce enerjiye çevrilirdi ve nadir olarak da toplum dışı olarak ithaf edilen kişiler bu cezaya maruz kalıyordu. Wilson bu tehdit karşısında diyecek hiçbir şey bulamadı. Gözünde hafızasından silmeyi bir türlü başaramadığı anılar belirdi. Zırhlarının içinde zorla odaya giren kızıl muhafızlar. Onlara derdini anlatmaya çalışan babası ve muhafızın buz gibi sesiyle “Eğer başarabilirsen derdini elektrik devrelerinde dolaşırken anlatırsın” demesi. Wilson daha dört yaşındaydı ve bu sözleri hayatı boyunca unutabileceğini sanmıyordu.
Başkan, karşısındaki genç adam üzerinde gerekli etkiyi yarattığına inanarak “Yine de zeka seviyeniz, en yetenekli bilim adamlarımızın bile çok ötesinde. Psikiyatri doktorunuz, tamamen yanlış yönlendirilme sonucu uyumsuz olduğunuzu ve doğru telkinle topluma yararlı davranabileceğinizi iddia ediyor. Bende doktorunuza inanarak size bir şans daha vermeye karar verdim. Duyduğuma göre yetkiniz olmayan yerlere girebilmek konusunda oldukça yetenekliymişsiniz.”
Wilson, başkanın dönüştürme için tek başına bile yeterli olacak bir suçu daha, listeye ustaca eklediğini fark etti.
“Benden ne istiyorsunuz?” diye öfkeyle sordu. Sesinin yükselmesi iki kızıl muhafızın hızla ofise girmesine neden olmuştu. Başkan çıkmalarını işaret edene kadar silahlarını Wilson’un üzerine doğrultmaktan vazgeçmediler.
Tekrar yalnız kaldıklarında “Babandan istediğimiz şeyi Bay Wilson. Lütfen beni izleyin.”
Birlikte ofisin içinden başka bir odaya girdiler. Odada içi kitaplarla dolu bir dizi raf ve özel cam muhafazalar içinde çeşitli nesneler vardı. Nesnelerin her biri o kadar eskiydi ki Wilson burasının bir tür müze olduğunu kısa sürede fark etti. Başkanın özel koleksiyonu. Bazılarını tarih derslerinden tanıyordu. Kolleksiyonun çoğu, insanların yeryüzünde yaşadıkları zamanlarda kullandıkları eşyalardan oluşuyordu. Başkan oturması için rahat bir koltuğu işaret ettiğinde itiraz etme gereği duymadan, kendini rahat koltuğun kollarına bıraktı.
“Şimdi Bay Wilson, doktorunuzun bana söylediklerinin doğruluğunu teyit etmem gerekiyor. Size birkaç soru soracağım.”
“Karşılığında bende kendi sorularımı sorabilecek miyim?”
“Bence, içinde bulunduğunuz durumu düşünerek daha ılımlı davranmalısınız. Henüz dönüştürme cezanızdan vazgeçmiş değilim.”
Wilson derin bir nefes aldı. Aklındaki soru işaretlerini şimdilik bir kenara bırakmak, o an için en doğru şey gibi görünmüştü. “Başlayalım o halde.”
“Önce basit bir soru soracağım, ofisimde ana giriş kapısı haricinde kaç kapı var.”
“Altı.”
“Etkileyici; peki girişteki akvaryumda kaç tane kurtçuk vardı.”
“Dört” hiç duraklama olmadan cevap vermişti.
“Şimdi daha zor bir soru soracağım. Masamdaki kalemlikte kaç tane kalem vardı.”
“Ben nereden bileyim. Bakın beni dönüştürme için bahane arıyorsanız boşa uğraşmayın direk yapın gitsin.”
“Seni dönüştürmemek için bahane arıyorum. Şimdi yaşamının geri kalanının buna bağlı olduğunu düşün ve cevap ver?”
Wilson öfkeyle “On iki kalem var. İkisi kırmızı, üçü mavi, kalanı siyah. Türler arası uyumsuzluk isimli bir kitap ve ne olduğunu bilmediğim kısım raporları. Bu bir hafıza testimi, pekâlâ A kanadında toplam on altı yan koridor ve yirmi iki ana laboratuvar var. Bunlardan çoğu biyoloji ile ilgili. İçinde bulunduğumuz odada yüz kırk tane kitap var. Hepsi tarih üzerine. Yeterli mi?”
Başkan şaşırmışsa bile bunu belli etmemekte oldukça yetenekliydi. Kısaca “ Etkileyici” diyerek ilk yorumunu tekrarladı.
Sessizlik sinir bozucuydu. Wilson içinden geçen dürtüleri bastırmak için tüm irade gücünü kullanıyordu. İçgüdüleri kaç, hemen uzaklaş ve izini kaybettir diye haykırıyordu ama gidilebilecek hiçbir yer yoktu. Bir an başkanı rehin almayı düşündü ama sonuç yine kaçınılmazdı. Tüm olasılıkları hesapladığında yapılacak en doğru şeyin son ana kadar beklemek olduğuna karar verdi. Belirsizlikten nefret ediyordu. Başkan kendinden emin, sakin ses tonuyla “Tarihle aranız nasıl Bay Wilson?” Diye sordu.
Wilson beklemediği soru karşısında bir anlık tereddütle “Şey iyi” diye kekeledi.
“O halde bir zamanlar atalarımızın yeryüzünde yaşadığı döneme dair kısaca bildiklerinizi anlatın.”
“Tarihlerle aram iyi değildir ama okuldan aklımda kaldığı kadarıyla 2110 yılında bir meteor yeryüzüne çarpıp büyük kayıplara sebep oluyor. Ardından kutuplardaki buzullar hızla erimeye ve karaları yutmaya başlıyor. Dünya liderleri ilk defa bir konuda tam anlamıyla anlaşıyorlar ve su altında yaşanılabilecek ve gerektiğinde yine su altında geliştirilebilecek habitatlar inşa ediyorlar. Böylece neslimizin devamı sağlanıyor ve tarih sıfırlanıp kıyametten sonra KS 01.01.01 olarak yenilenerek devam ediyor.”
Başkan Farkas kimsenin bilmediği gerçekleri düşünürken sessizliğini korudu. O an Wilson’ un anlattıklarını dinlemiyordu bile. Bu herkesin inandığı şeydi ama gerçek çok daha acımasızdı. Nesiller geçtikçe insanlara unutturulan gerçek. Bir an sonra düşüncelerden sıyrılarak “Kısmen doğru. İlk kurulan su altı şehri muazzammış. Atalarımız, efsanelerinden esinlenerek ona Atlantis demişler. Ve sonra sırasıyla Nova, Truva, Alfa ve Omega, inşa edilmiş. Bu inşaların nedeni nüfus artışı. Yani şu an içinde bulunduğumuz durum. Danışmanlarıma göre Truva’nın kaynakları elli yıl sonra bize yetmez olacak ve yeni bir su altı şehrine ihtiyacımız olacak. Şu var ki atalarımızın muazzam bilgisi bizlere kadar ulaşmadı. Bunun başlıca nedeni ise yüzyıllar önce Atlantis’le iletişim koptu. Orası diğer şehirlerle iletişim için bir köprü görevi üstleniyordu ve diğer habitatlarla da iletişimi kaybettik. Ardından birbirine oldukça yakın olan Alfa ve Omega bir su altı depreminde tüm nüfusuyla birlikte yok olup gitti.”
“Tüm bunların benimle ne ilgisi var.” diye araya girdi Wilson.
“Neden mi? Yapmayın bay Wilson. Bunu çözebilecek kadar zeki olmanızı beklerim. Güvende değiliz. Geriye kalan sadece biz Truva ve Nova. Truva tamamen ekolojik bir dengeyle kuruldu ama Nova daha çok askeri bir tesisti. Keşif denizaltılarımızdan birisi, iki gün önce vuruldu. Bunu yapanın Nova’lılar olduğuna inanmak için güçlü delillerimiz var. Kısaca yaşam şartlarını iyileştirmek için insanoğlunun her zaman yaptığı gibi, bizi bulurlarsa ele geçirecekler ve Truva’ya sahip olacaklar.”
Wilson başkanın anlattıklarında doğruluk payı olduğuna inansa da bazı boşluklar vardı. “Atlantis yok olduğunda tüm diğer üslerle iletişimin kaybedildiğini söylemiştiniz. Peki Alfa ve Omega’ya olanları nereden biliyorsunuz.”
Farkas gülümsedi. İçten sıcak bir gülümsemeydi ama şeytani bir kurnazlığı da içinde barındırır göründü. “Araştırma denizaltılarımız çok uzun zamandır Atlantis’i arıyorlar ve bu arayış esnasında diğerlerinin kaderini öğrendik.”
“Babamdan ne istemiştiniz ve benden ne istiyorsunuz.” diye konuyu sadede getirmeye çalıştı.
“Baban, üstün yetenekleri olan bir biyokimyacı ve en değerli danışmanımdı.”
“Madem değerliydi o halde neden dönüştürdünüz.” Wilson öfkeyle bağırmıştı. Tekrar kızıl muhafızların belirmesini bekleyerek kapıya doğru baktı ama odaya giren olmamıştı.
“Senin yüzünden.”
Wilson şaşkınlıktan bir an ne diyeceğini bilemedi. “Bu saçmalık.” diye itiraz etti.
“Baban Atlantis’e giren ekipten geri dönen tek kişi. Ama yalnız dönmemişti. Atlantis Laboratuvarlarından, ofisimde gördüğün akvaryumdaki yaratıklarla döndü. Onlar ilk geldiklerinde canlıydılar. Atlantis hiç zarar görmemiş ve hala yaşanılabilir olarak raporlandı ama 2 milyonu aşan nüfusuna dair hiçbir iz yoktu. Ne cesetler ne kemikler. Öylece boşaltılmıştı. Sonra baban bu yaratıklar üzerinde çalışmaya başladı ve bir tür konak yaşam biçimi olduğunu keşfetti. İnsan ya da başka bir canlıyı ele geçirip dönüştürebiliyordu.”
“Neye?”
“Bunu hiç bilmiyorum ve bu yüzden senin tüm hatalarına göz yumarak sürekli gözlem altında tuttum. Baban o kurtçuklardan birisinin baskın özelliklerini pasifleştirerek sana yerleştirdi. Bu onayım olmayan bir davranıştı ve sonumuza sebep olabilirdi. Şimdi ise bu deneyi senin üstün zeka seviyenin ve Atlantis’e yeniden girişin anahtarı olarak görüyorum.”
“Peki daha önce nasıl girdiniz ve yeniden niye oraya girmek istiyorsunuz.”
“İçeri zorla girilmişti ve Atlantis’in güçlü bir kendini savunma mekanizması var. İlk keşif ekibim iki yüz kişiden oluşuyordu ve hepsi babanın raporlarına göre öldü. Babanın hayatta kalmasını sağlayan tek şey ise bu kurtçuklardı. Onları ele geçirdiği andan itibaren hiçbir saldırıya uğramadığını fark etmiş ve tekrar içeri güvenle girebilmek için getirmişti. Neden tekrar girmek istediğimse oldukça açık. Nova tehdidi. Atlantis’ in teknolojisi, diğer üslerin her hareketini izleyebiliyor ve gerekli gördüğünde yerlerini değiştirebiliyor. Aynı zamanda Atom üreteci denilen bir cihazla istedikleri her maddeyi üretip yeni şehirler kurabiliyorlar. Gen laboratuvarlarında, yeryüzündeyken yaşayan her canlının genetik örnekleri bulunuyor ve bunları yeniden oluşturulabilir kılıyor. Anlayacağın hem Nova tehdidine, hem de hızlı artan nüfus sorununa karşı en iyi çözüm yolu.”
Wilson duyduklarının etkisiyle sarsılmıştı. Ne düşüneceğini bilmiyordu. Kendi üzerinde deneyler yapan babası ve içinde yaşayan bilmediği bir yaşam formu. Nasıl bir baba öz oğlunu tehlikeye atacak bir deney yapardı ki. Üstelikte annesine olanlardan sonra. “Tüm bunları nereden biliyorsunuz.” diye sordu.
“Baban döndüğünde yanında çok fazla bilgi de getirmişti. Birçoğu anlayışımızın ötesinde teknik bilgiler. Ama anlaman gereken tek şey, her an Nova saldırısına uğrayıp yok olma tehdidi altındayız. Bu olmasa bile Truva çeyrek milyon insanı barındıracak şekilde inşa edildi ve şu an nüfusumuz yarım milyona ulaştı. Gerisini sen hesap et.”
“Peki, orada tam olarak ne yapacağım.” Sesinden tam olarak ikna olmadığı belliydi. Bunu yapmak istemesede başka çıkış yolu yoktu. Ya dönüşüm ya da bu görev.
“Açılması gereken pek çok şifreli kapı var ve sen bu tarz kapıları açmakta oldukça yeteneklisin. Gerisini ekibin diğer üyeleri halleder. İçeriye altışar kişilik beş ekiple beraber gireceksiniz. Denizaltı personeli sizi bıraktıktan sonra geri dönecek. Sürekli iletişim halinde olacağız.”
“Durun bir saniye ya acil bir şey olurda dönmemiz gerekirse.”
“Tüm denizaltılarına savunma için burada ihtiyacım var. Acil bir şey olursa, iki hafta beklemeniz gerekecek çünkü yolculuk o kadar sürüyor. Başka bir sorunuz yoksa Bay Wilson, yolculuk için hazırlanabilirsiniz. Yarın sabah, saat 08:30 da keşif birimi tahliye istasyonunda, ekibinizle buluşabilirsiniz. Son bir şey daha, bu sefer geç kalmayın.”
Wilson ofisten geçerken akvaryumdaki kurtçuklara bir kez daha baktı. Onları, sadece resimlerinden tanıdığı vatoz balıklarına benzetti. Ayaklı küçük vatozlar diye düşündü ve birisini vücudunda taşıyor olduğunun bilinci ile ürperdi.
2.BÖLÜM KURTULUŞ