Kayıt Ol

Güneşli Bir Mayıs Ayı

Çevrimdışı night watcher

  • **
  • 52
  • Rom: 0
  • Wind in my hair, I feel part of everywhere.
    • Profili Görüntüle
Güneşli Bir Mayıs Ayı
« : 08 Kasım 2015, 20:59:19 »
Yıllar önce yazdığım kısa bir hikayeyi burada paylaşmak istedim. Küçük bir deneme. Maksat forum canlansın :) Umarım beğenirsiniz.

İşte başlıyor.


---------



Güneşli bir Mayıs ayı.

Mayıs ayını pek sevmem ama o an çok sevdim.

Mayıs, sevilmesi gereken bir ay.

Sıcak ve yorucu bir yürüyüşün ardından vardım sahile.

Gülen yüzler, kahkahalar ve sevgi.

Mayıs değildi sıcak olan.

Sıcak olan, her zamanki güzelliklerdi. O zamana kadar farkına varamadığım, ya da bakmaya zahmet etmediğim güzellikler.

Bir banka oturdum. Sadece seyretmek için oturdum. Bu sefer yorumsuzdu beynim. Bankın dibinden çıkıp güneşe doğru yükselmeye uğraşan savunmasız bir otu bile hayranlıkla seyrediyordum. Havadaki bulutlar o kadar yumuşak duruyorlardı ki, onlara gitmek için bir telaş hissettim bedenimde.

Banktan kalkıp yürümeye başladığımın farkında bile değildim. Bir otobüse binmişim. Nereye gittiği umurumda bile olmayan bu otobüsün o kadar neşeli olduğunu hiç fark edememişim o ana kadar. Yaşlı bir teyzenin şoförle yaptığı muhabbeti zevkle dinledim. Söz konusu teyze, pazardan aldığı biberlerin acı çıktığını, kendisinin acı yiyemediğini, bu yüzden onları kurutup azar azar yemeğine kattığını gülerek anlatıyordu.
O kadar samimi ve o kadar içten olan muhabbeti duydukça o kadar huzurla doldum, o kadar sevindim ki, gözlerimden akan yaşların sebebini kimseye anlatmak zorunda kalmamak için, uyuyor numarası yapıp yüzümü cama gömdüm.

O teyzenin yemeğinden yemek istemiştim; tüm derdi acı biberlerden ibaret olan, sevimli teyzenin yemeğini.

Hiç yememiş olmama rağmen, o yemeği hayal ettim.
Yedim.
Ve çok sevdim…

Evet, mayıs ayı güzeldir. Mayıs ayı akşamında, güneşin batışını izlemek de güzeldir. Hafif bir rüzgâr eser göğün turunculuğuyla renklenmiş yüzünüze. Otobüsten indiğim zaman, bu duyguyu iliklerime kadar hissettim. O ana kadar hiç sevmezdim, ama yanımdan geçen bir işportacıdan çekirdek alıp yemeğe başladım. Çekirdek yemek güzeldir. Özellikle yalnız başınıza olduğunuzda ve güneş batarken, ılık rüzgârla beraber çekirdeğin tuzunu dudaklarda hissetmek bambaşka bir duygudur. Basit şeylerden zevk almayı unuttuğumu hissettim, 2 aydır hâlbuki ne mutluydum…

İlla ki insanın başına kötü bir şey mi gelmeli, huzuru tekrar keşfedebilmesi için? Huzurdan ne için kaçar insan?
 
Otobüsle geldiğim yerden eve kadar yürümeye karar verdim. Yaklaşık 10 kilometrelik bir yol beni bekliyordu ve benim de herhangi bir acelem yoktu. Yürümek ne kadar güzel;  bunu yeni fark ediyorum. Hep manzara değişiyor, ve en önemlisi, manzara, oldukça yavaş değişiyor; hiçbir şeyi kaçırmıyorsunuz. Ne balkonda oturmuş çorba içen dedeyi kaçırıyorsunuz, ne de ona ekmek getiren şirin büyükanneyi. Kuşların cıvıltısı, uzaktan geçen at arabasının sesine karışıyor; top oynayan çocukların çığlıkları, arada bir duyulan cırcır böceğinin sesini bastırıyordu.

Küçük bir kız geldi yanıma, hırkasının içine küçük bir kedi yavrusu saklamış.

“Annemden kedi için izin al!” dedi bana. Gözlerine baktım. Yıllarca tanıyordu sanki beni. Epey uzun bakmış olacağım ki, tekrarladı cümlesini. “İzin al n’olur!” diyor; ağladı ağlayacak bakışlarla benim şaşkın gözlerimi sorguluyordu. Kafasını hırkanın kenarından çıkarmış olan kediye baktım. O da neredeyse aynı bakışlarla beni süzüyordu…

Koşuyordum. Yolum uzun olduğu için değil, ama hayatı iliklerime kadar hissetmek için koşuyordum. Hayattan kaçanların aksine doğru koşuyordum tüm gücümle. Tüm manzara bulanıklaşmış, önümdeki yol ise bir ipe benziyordu. İnce ve ucu bucağı olmayan bir ip…


Eminim şimdi bu yazıyı yazan adamın neden bu kadar saçma bir biçimde mutlu olduğunu anlamaya çalışıyorsunuzdur. Eğer hikâyemin başında size kendimden bahsetme küstahlığını gösterseydim, bu kadar mutlu ve huzurlu konulara ihanet etmiş olurdum.
   
Benim adım Özgür. Ve iki ay önce kanser olduğumu öğrendim.

İyi huylu ve mutlu aklım ve yüreğimle tezat bir kötü huylu tümör taşıyor bedenim.
Ve her klasik kanser hikâyesinde olduğu gibi, bu hikâye maalesef doktordan kanser olduğunu öğrenip bayılan veya ağlayan bir karakterle başlamadı; biliyorum. Eğer sizi hayal kırıklığına uğrattıysam şimdiden özür diliyorum. Evet, büyük ihtimalle neden ağlamadığımı, feleğin oyununa sövmediğimi veya isyan falan etmediğimi merak ettiğinizi de hissediyorum.

Şu an mutlu olmamı büyük ölçüde, bana her zaman destek veren doktoruma ve daima yanımda olmuş olan aileme borçluyum. İsyan etmedim, çünkü, geri kalan ömrümü kesinlikle ahmakça bir küslükle geçirmek istemiyordum. Doktorum, daha iyi bir tedavi için bana çeşitli nükleer tıp çözümleri sunsa da, bir iki kez o seanslara gittikten sonra, tedaviyi bırakmaya karar verdim. Ailem her ne kadar üzülseler de beni anlayışla karşıladılar. Çünkü o seans sırasında benim gibi hasta insanların umutsuz, çaresiz bakışlarını gördükçe, ister istemez ben de çok etkileniyordum.

 
Çaresizlik ve umutsuzluk bulaşıcı bir hastalık gibidir. Yanınızda eğer bu tür çaresiz ve umutsuzluğun pençesinde insanlar olursa, siz de yavaş yavaş solduğunuzu hissediyorsunuz. Tüm renkler gri tonlarına dönüşüyor, ve hiçbir şey tat vermiyor.


Tedaviyi bıraktıktan sonra, bol bol doktorumla görüştüm. Kendi çapında beni kontrol etmek istiyordu tabiî ki. Ben de buna sesimi çıkarmıyordum. Ama artık bu kontrollere bile ihtiyacım olmadığını anladım.


İşte bir Mayıs ayıydı, kendi kendime bir karar vermiştim. Hiçbir tedavinin, hiçbir kemoterapinin ve ilacın veremediği o çareyi bulmuştum güneşli Mayıs ayında. Sözlerle anlatılamayacak kadar derin bir huzur hissettim içimde.

Çünkü, farkına vardım.

Farkına vardım evet; dünyadaki herkes gibi değil de daha farklı bir yaşamın kapısından geçtiğimin. Her ayrıntıda, her gözyaşında ve günbatımında mutluluktu gördüğüm. Mutluluk ve huzur, kol kola adeta etrafımı sarmış, delice bir ışıkla gözlerimi kör etmişti. Evet, belki diğer insanlardan daha az yaşayacağım; ama daha dolu yaşıyorum. Diğer tarafa yaklaştıkça, sanki diğer taraf da bana yaklaşıyordu; tüm soyut güzellikler gözümün önünde açılıyordu. Her güneşin doğuşunu, son gündoğumu gibi karşılamak, inanın üzüntü yerine mutluluk veriyor. Çünkü normal bir insanın göremeyeceği şeyleri görüyorum gündoğumunda. Size, bunu test etmenizi söyleyemem; şayet kanser olmanız ve kısa süre içinde ölüyor olmanız gerekir. Bu hastalığa yakalanmadan önce, türlü türlü kişisel gelişim kitaplarında mutlu olmanın yollarını okudum, fakat hiçbiri şu an yaşadığım huzuru bana tattıramadı.

Yıllarca iyi bir yaşam için çabaladım durdum. Yaşım da o kadar olgunluk verecek düzeyde değil aslında; 24 yaşındayım. Kimileri için “kısacık olan” bu ömre ben birkaç yüz hayat sığdırmayı başarıyorum her gün. Bu yüzden, küstahlığımı bağışlayın, sizden daha mutlu olduğuma inanıyorum. Ve her gün asık yüzlü insanlar gördükçe onlara acıyorum. Kızamıyorum onlara, çünkü rüyada iken rüyada olduğunu bilmeyen kayıp ruhlar gibi, önlerindeki güzellikleri sadece seyretmekle yetiniyorlar. Çimlere uzanmak yerine, çimlerin üzerine serpiştirilmiş plastik masalarda çaylarını içiyorlar. Başkalarının maceralarını, yaşamlarını gıptayla okuyorlar kitaplardan; kendi maceralarını görmezden gelerek. Mavi yerine gri gökyüzünü tercih ediyorlar ve suçu hayata atıyorlar.


Keşke onların her birini sarsabilsem. Onların “bakmayan” gözlerini göğe, yere ve kendilerine çevirtebilsem.
Buradan aileme tekrar teşekkür etmek istiyorum. Onların üzülmesini hiç istemezdim. Ama onlardan beni anlamalarını bekliyorum. İnsanlar, hayatı hep günlerin çokluğuyla hesapladıkları için, “dolu bir hayat” olgusu onlara çok yabancı geliyor. Herkes gibi onlar da benim için uzun bir ömür isteyip duruyorlar. Onları suçlayamam. Onları üzmemek için uzun ve sıkıcı bir ömür dileyebilirdim kendim için. Ama gerçekler, bazen dileklerin önüne geçebiliyor. Hepinizi çok seviyorum.

Çantamı alıp, gitmeye karar verdim güneşli bir Mayıs ayında. Beni onaylamanızı beklemiyorum; ne de olsa ailemi üzecek bir davranış gibi duruyor yaptığım. Gidişimle üzülen birçok insan olacak arkamda. Kızgınlıktan veya küslükten gittiğimi zannetmeyin. İnsanları bu hale getiren sistemden bile nefret etmiyorum.

   
Ama kalırsam, yavaş yavaş gözlerimin kapandığını, sonbaharda kasvetle savrulan yapraklar gibi solduğumu göreceksiniz. Ve ben de uzun uzun sizin üzüleceğinizi göreceğim. Bu hayattan ayrılana dek, başımda uykusuz gözlerinizi ve o gözlerden akan damlaları görmek istemiyorum. Sizi, hep mutlu ve güneşli bir Mayıs ayında hatırlamak istiyorum. Adeta hafif solmuş bir portredeki gülen simalar olarak durmanızı istiyorum hatıralarımda. Belki gidişimle size de – haddim olmayarak- bir şeyler anlatmayı başaracağım. Yüreğinize izin verin, bu yazıyı adeta bir manifesto olarak görsün.


Hayatın tüm telaşına ve griliğine rağmen, inadına mavi gökyüzünü arayın yukarınızda. Her ayrıntıda huzuru görün; biliyorum bu düzende çok zor bir şey; ama başarabilirsiniz.

Beni de, güneşli bir Mayıs ayında çok çok uzun bir seyahate çıkmış divane bir genç olarak hatırlayın.
   
                        Sevgiler, Özgür.



In one of the days in this year is hidden your death anniversary.

The sun does not need you to believe in it to rise in the morning.

Çevrimdışı Müstehzi

  • *
  • 38
  • Rom: 2
    • Profili Görüntüle
Ynt: Güneşli Bir Mayıs Ayı
« Yanıtla #1 : 29 Şubat 2016, 22:52:12 »
İçime huzur dolduracağını düşündüm hikayenin başında. Hatta tuhaf bir kıpırtı hissettim. Sanki şimdi sokağa çıksam güneşli bir mayıs günü olacaktı. Sonra akşamın bir saatinde ve şubat soğuğunda odamda bu öyküyü okuduğumu hatırlattı bana Özgür. Belki önümüzdeki mayısta göremeyeceğim şeyleri yüzüme çalıp gitti.

Ne güzel yazmışsın. Özgür'ün sözlerine öyle kulak verdim ki noktalama ve imlaya dikkat dahi edemedim. Sanırım duyabileceğimiz en güzel söz gerçekten "Seni seviyorum." değil "Tümörünüz iyi huylu çıktı." :) Normalde hayatın güzelliğinden bahseden yazıları sevmem, kişisel gelişim kitaplarını da aynı şekilde. Ters köşe olmanın şaşkınlığı içindeyim biraz da :) Tebrik ederim, eline sağlık.
“Olduğum şeyle olmadığım şey arasında, hayal ettiğim şeyle hayatın beni yaptığı şey arasında bir boşluğum.”
- Fernando Pessoa