Merhaba doktor,
Bu mektupları neden yazmamı istediğinizi biliyorum. Kafamın içinde kendimle konuşurken deliliğimden kaçamayacağımı düşünüyorsunuz. Sizi rahatlatacağım doktor, hepsini anlatabilirim. Artık sıkıldım.
İyileşmenin manasını kavrayamıyorum. Neden iyileşmem gerektiğini de bunca zaman anlamadım. Anladığım tek şey, o tımarhaneden kurtulmak için iyileşmiş gibi davranmam gerektiğiydi. Siz sıradan insanlar gibi rol yapmalıydım. Toplum artık beni ben olarak kabul etmeyecekti. Oysa herkesin idrak etmesi gereken bir şeyi idrak etmiştim, farklı olan tek şey ise verdiğim tepkiydi. Size neden bu kadar enteresan geldiğini bilmiyorum.
Dünya’daki her ölümlü bana vahşeti çağrıştırıyor. Sefaleti ve karanlık sonu. Onları uyarmak istiyorum. Ölüm basit kelimelerle anlatılamıyor. Yahut birisine bir gün öleceğini söylediğinizde sizi tam manasıyla anlayamıyor. Bu yüzden çığlıklarıma sığındım. Gördüğüm her ölümlünün karşısında çığlık attım. Tımarhanede bana Ambulans Metin diyorlardı bu yüzden. Kendimi cidden ambulans sanmadığımı bildiğinizi varsayıyorum.
Tımarhaneniz bana yok saymayı öğretti. Canlıları umursamamayı ve onları kendi haline bırakmayı. Bu sebeple artık çığlık atmıyorum. Gülüp geçmekle yetiniyorum. İnsanların yüzlerine güldüğüm için bana o gömleği giydiremeyeceğinizi biliyorum. Ancak dileğiniz buysa, vicdanım rahat bir şekilde itiraf edebilirim: “Ben bir deliyim.”
Birisi canlılara ölümü anlatmalı. Birisi bir yolunu bulmalı. Buna yürekten inanıyorum. Elimden çığlık atmaktan başka bir şey gelseydi emin olun yapardım. Fotoğraf Makinesi gibi. Yani oda arkadaşımdan bahsediyorum, kendini fotoğraf makinesi sanan Yakup’tan.
Yakup insanlara zamanı anlatmak istiyordu. Zamanın durması gerektiğine inanıyordu. Zamanı durdurmaya karar verdi ve bir fotoğraf makinesi olmayı seçti. Bunun için neden toplumun onu yargıladığını anlamıyorum. Ressam olmak istediğinde ve olduğunda ona kimse deli gömleği giydirmemişti. Ancak bir fotoğraf makinesi olmak istediğinde ve olduğunu söylediğinde onu tımarhaneye tıktılar.
Yakup’un Fotoğraf Makinesi’ne dönüşmesine rağmen, herhangi bir ressamdan on kat iyi resim çizdiğini düşünüyorum. Yine de durumu üzücüydü. Bir fotoğraf makinesiydiniz ama kadrajınız hapsolduğunuz otuz metrekareden ibaretti ve o tımarhaneden. Ona nasıl eziyet ettiğinizi bilmeniz gerek. Eğer odadaki küçük penceremiz olmasaydı Yakup gerçekten delirebilirdi.
Durmasına izin verdiğiniz sürece o pencerenin önünde durur, hiç konuşmaz akşam olunca da gördüklerini çizmeye başlardı. Onun sessizliğine imrenirdim. Onunla konuşmaya çalıştığımda bana sadece “Şıkırt” derdi. Karşılığında o gece kendisinin yorumladığı bir portre alırdım.
Onun çizdikleri üzerinden para kazanmaktan geri durmadınız. Duyduğuma göre şaheseri de bana çizdiği portreymiş. Açılan sergiye kimsenin olmayacağı bir vakitte gidip baktım. Görevlinize neden bu resmin öne çıktığını sordum. Yakup beni o kadar illüstre etmişti ki görevliniz resimdekinin ben olduğumu anlamamıştı bile. Bana şöyle cevap verdi:
“Yakup bey çizdiklerine bariz bir imza attı, imzası her resme sıkıştırdığı fotoğraf makineleriydi. Tıpkı Dali’nin filleri gibi. Bu kompozisyonun öne çıkmasının sebebi de fotoğraf makineleriyle dolu olması. Bakın, gülen adamın dişlerinin her biri bir fotoğraf makinesi. Gözlerinden yayılan parlaklık flaşı, diliyse dikkatli bakıldığında filmi temsil ediyor. Resmin neredeyse her köşesi onun imzasıyla dolu. Bu yüzden özel.”
Adam tatmin olmuş bir şekilde başını sallarken sırıtmadan edememiştim. Yakup’a şaheserinin benim portrem olduğumu söyleseydiniz, size kıçıyla gülerdi. Yani en azından eski Yakup öyle yapardı tahminimce.
Bu resmin şaheser olmadığına adım gibi eminim. Çünkü Yakup benden nefret ederdi. Sürekli onunla konuşmaya çalıştığım, yemek yemesi konusunda uyardığım için bana kızardı. Portremin her yerini fotoğraf makinesiyle doldurmuştu çünkü bu agresif bir kompozisyondu. Anlamamı istediği şey barizdi: “Yakup bir fotoğraf makinesiydi.”
Yakup bir şeyi ne kadar çok severse, tablosundaki fotoğraf makinesi o denli küçük olurdu. Örneğin bahçedeki ağacı resmettiğinde onca yaprak içinde sadece bir tanesini fotoğraf makinesi biçimine sokmuştu. Çünkü o ağacın karşısında bir yaprak kadar küçük ve savrulgan olduğunu düşünüyordu.
Sizi ise odanın kapısından girerken resmetmişti, kapı fotoğraf makinesi biçimindeydi. Bunun anlamı doktor; Yakup sizi cebinden çıkaracağını düşünüyordu. Kalbinin orta yerinde olduğunuzu falan ima etmiyordu. Yanılıyorsunuz.
Yakup’un şaheserinin hangisi olduğunu biliyorum. Bunu eski Yakup’a söyleseydiniz size kalaylı bir küfür savururdu eminim. Çünkü bu, Fotoğraf Makinesi’ni bile öfkelendirmişti.
Yakup’un nasıl delirdiğini tımarhanedeki söylentiler sayesinde öğrenmiştim. Ağzı gevşek hemşireleriniz delilere her şeyi anlatmakta bir beis görmüyordu. Yakup bir gün eve geldiğinde karısını intihar etmiş şekilde bulmuştu. Zamanı bu yüzden durdurmak istedi. Bu yüzden bir fotoğraf makinesine dönüştü.
Odaya döndüğümde Yakup’u görmeme rağmen çığlık atmadığım akşamı hatırlıyor musunuz? O akşam bu gerçeği öğrenmiştim. Yakup’un durumuna öylesine üzülmüştüm ki onun bir makine olmak isteyişini anlayışla karşıladım.
Siz gittikten sonra olanları az çok biliyorsunuz. Ancak tamamını anlatacak cesareti ancak şimdi bulabiliyorum. Belki inanmayacaksınız ama çığlık atmadığım için Yakup da şaşırmıştı. Yatağıma oturup ona sessizce baktım. O da bana baktı. Siz odanın kapısını dışarıdan kapatır kapatmaz:
“Neden çığlık atmadın?” diye sordu.
“Sen bir fotoğraf makinesisin. Ben canlıları uyarmak için çığlık atıyorum.” dedim.
Keyfi inanılmaz yerine gelmişti. Neşeyle Pelin hemşirenin tablosuna kaydı gözleri. O an daha fazla konuşma cesareti buldum kendimde:
“Pelin’in resmine hiç fotoğraf makinesi koymamışsın.” dedim. Aniden durgunlaştı. Yüzündeki gülümseme solunca yanlış yaptığımı anladım. Hatamı telafi etmek yerine daha fazla üstüne gittim. “Karını çok seviyordun Yakup” dedim, “Zamanı durduracak kadar çok. Ama işte bak, Pelin hemşireden hoşlanıyorsun. Hayatın devam ettiğine bir kanıt bu. Fotoğraf makinesi olmayan o resmin bunu ifade ettiğini biliyorum. Ona hepimizden, gökyüzünden bile çok saygı duyuyorsun.”
Yakup karşılığında tıslayarak güldü. “Haklısın onu seviyorum” dedi. “Ama yanılıyorsun.”
O gece, camla karnını yarıp bağırsaklarını yavaş yavaş dışarı çıkarışı hala gözümün önünde. “Ne yapıyorsun!?” diye haykırdığımda istifini bile bozmamıştı.
“Filmleri yakıyorum” demişti. Ne bir acı belirtisi gösterdi ne de başka bir şey. Ben kafamı toplayıp size haber verene kadar ölmüştü çoktan.
İyileşmeye o gece karar verdim. Yakup’u öldürdüğüm o odadan o iğrenç tımarhaneden kurtulmalıydım. Evet, onu ben öldürdüm. Başkasını sevdiğini biliyordu ancak kendisini kandırıyordu. Karısına ölse dahi ihanet edemeyecek kadar çok aşıktı. Bu gerçek yüzüne vurulduğunda yani ben yüzüne vurduğumda “filmleri yaktı”. Suçlu olduğumu biliyorum. Dünya’da yaptığım her şeyden çok yaktı canımı bu yaptığım. Ama zamanı geri alamayız. Tıpkı durduramadığımız gibi.
Tımarhaneden çıkmaya karar verdiğim o geceden beri aklımdaydı Yakup. Hep onu ve son cümlesini düşündüm. “Ama yanılıyorsun.” O kadar düşündüm ki bu cümlenin beni delirteceğine inanmaya başladım. Odada “değersiz” olduğu için bıraktığınız Pelin hemşirenin portresinden başka dert ortağım kalmamıştı uzun bir süre.
O resme gerçeği görecek kadar çok baktım. Pelin hemşirenin gözlerinin içinden küçücük bir fotoğraf makinesi silueti yansıyordu. Yakup’u anladım. Pelin’i neden sevdiğini anladım. Çünkü o, Yakup’u olduğu gibi görüyordu. Bana “Yanılıyorsun” deyişini anladım, resimde fotoğraf makinesi vardı. Öylesine iyi gizlenmişti ki aylardır baktığım halde ben bile zar zor görebilmiştim.
Fotoğraf Makinesi aylar sonra fark edilen bir resmin Yakup’un şaheseri olduğuna adım gibi eminim. Bu yüzden ayrılırken o resmi almak istedim. Odamın en güzel yerinde ben ölene dek asılı kalacak. Korkmayın, bu gerçekten başka yerde söz etmeyeceğim. Yakup’tan çaldığınız resimler üzerinden para kazanmaya devam edebilir ve tımarhanenizi yeni paralarınızla süsleyebilirsiniz. Umrumda değil.
İnsanlar delilerin hiçbir şeyi umursamadığını düşünür. Oysa tam tersi. İsterseniz beni o odaya tıkabilirsiniz. İnanın artık umrumda değil. Belki de iyileşmek böyle bir şeydir. Belki siz hiçbir şeyi umursamamaya sağlıklı olmak diyorsunuzdur, bilmiyorum. Size katılmıyorum doktor. İyileşmek dediğiniz şey buysa, gururla yineleyebilirim: “Ben bir deliyim.”
Sağlıcakla kalın,
Metin.