Kayıt Ol

Elfler I - James Barclay

Çevrimdışı Quid Rides

  • **
  • 399
  • Rom: 17
  • #800000
    • Profili Görüntüle
Elfler I - James Barclay
« : 27 Haziran 2016, 07:23:48 »
Dosyalarımı karıştırırken geçen sene çevirmeye gayret ettiğim bir parçaya rastladım. Parça James Barclay'in "Elves" adlı kitabının ilk bölümünün ilk 5 sayfasını kapsıyor. İlk sahne değişimine kadar getirmişim. Bu ilk bölümün, yazarın kendi internet sitesinde ingilizce ön okuması verildiğinden sıkıntı çıkaracağını düşünmüyorum. Her zamanki gibi atış serbest istediğiniz şekilde vurabilirsiniz. Alınmam. :)

ELFLER- I
"Once Walked With Gods"

Bölüm 1

Sadece uyum içindeyken inşa edebilir, sadece güven içindeyken kaderimizi gerçekleştirebiliriz.

Yaklaşık beş milden beri takip ediliyorlardı. Sildaan görmese de hissedebiliyordu. Beraberindekiler bundan tamamen habersizdi. İçinde bulundukları riski idrak edemiyorlardı. Elbette yapamazlardı. İnsanlar. Yabancılar. Kaba kuvvetlerine güvenip onunla böbürlenen ahmaklardı. Cahildiler. Ve sadece Sildaan onlarla beraber olduğu için hayattaydılar.

Yine de hayatını bu adamların avuçlarına bırakmıştı. Kendi kendine sızlandı. Burada, yağmur ormanındaki ibadethanenin önünde durup, Yüce Yniss'in Aryndeneth'deki tapınağına bakarken, yapmış olduğu tercih saçma görünüyordu.

Tapınağın yeşil ve altın renkli azametli kubbesi yerden göğe iki yüz adım boyunca yükseliyordu. Kubbe taşların dairesel bir şekilde düzenlenmiş bir yapının üstüne oturtulmuştu. Hem kubbede hem de duvarlarda bulunan renkli camlar içeri giren ışığı gökkuşağına dönüştürüyordu. Duvardaki her bir taşa Yniss'in, ister ışık ister su, hayvanlar, sebzeler veya madenler olsun, farklı bir ihsanı oyulmuştu. Demir bağlarla güçlendirilmiş büyük ahşap kapıdan başlayan taştan oyulmuş yol ormanın içlerine doğru ilerliyordu.

Otuz adam Sildaan'ın arkasında toplanmış oyulmuş yolda duruyor haşmetinden afallamış, ağızları beş karış açık, bir halde tapınağa bakıyorlardı. Bir süreliğine de olsa yolun üzerinde,  karşılarında duranları fark edemediler.

Dokuz TaiGethen. Elf ırkının babası Yniss'in özel savaşçı birliğinin üç bölüğü. Kendilerini takip eden bölük diğer ikisine katılmıştı. Yüzleri yeşil ve kahverengiye kamufle edilmişti. Elbiseleri yağmur ormanının renklerini taklit ediyordu. Bulundukları kubbenin altında görünmezdiler.

Sildaan daha önce hiç bir vakit onların karşısında durmamıştı. Dinginlikleri sinir bozucuydu. Sarsılmaz bakışları kendine olan güvenini param parça ediyordu. Sırtlarına bağlanmış kılıçlar kınlarındaydı. Fırlatma bıçakları olan Jacquilerin bulunduğu keselerin ağızları kapalıydı. Şüphesiz yanındakiler bu yüzden tasasız görünüyorlardı. Sildaan cahilliklerine acıdı. Bir TaiGethen öldürmek için bir silaha ihtiyaç duymazdı.

"Rahibe Sildaan, dur," dedi Myriin. "Onlar, bu tapınağı kirletemeyecekler."

Sildaan suçluluk duygusunun ilk kesiğini ruhunda hissetti. Vücudunu dikleştirdi. Yapmaya geldikleri şey mutlaka yapılmalıydı. Bu gerçeğin, var olan azıcık cesaretiyle birlikte, elinden kaçıp kubbenin fersah fersah yukarısına gitmesinden korkarak ona sımsıkı sarıldı.

"Myriin." Sildan eğildi ve parmaklarıyla alnına dokunarak selam verdi. "Bunlar alışılmadık zamanlar. Yniss yanımda tutmak zorunda olduğum yoldaşlardan dolayı beni affetsin."

Myriin kaşlarını kaldırdı. "Gerçekten de alışılmadık. Buraya herhangi bir zorlama olamadan geldiğini gördük. Sanki onları buraya sen getirmişsin gibi."

"Evet getirdim," dedi Sildaan. TaiGethenler arasında bir nefret dalgası yayıldı. "Çünkü başka bir seçeneğimiz yok."

"Elflerin insanlarla beraber omuz omuza savaşacağı çağlar hiçbir zaman gelmeyecek. Ve bu adamlar Aryndeneth'i gördü. Onları buraya ölümlerine getirdin. Neden?"

"Ölümleri senin elinden olmayacak," dedi Sildaan. "Onlar burada kalıyor. Bu tapınak sizin ona sunabileceğinizden daha üstün bir korunmaya ihtiyaç duyuyor."

TaiGethenler bir ağızdan hırlamaya başladı. Sildaan'ın arkasında adamlar gerildiler. Elleri kılıçlarının kabzalarına gitti ve kılıçların Sildaan'ın anlam veremediği bir şekilde sesleri duyuldu.

"Aptal olmayın," diye tısladı Sildaan insanların dilinde. "Kılıçlarınızı kullanarak onları yenemezsiniz."

"Adamlarımı korumasız bırakmayacağım," dedi bu küçük birliğe liderlik eden Garan.

Sildaan göz ucuyla adama baktı. Garan kendi adamlarıyla Sildaan'ın arasında duruyordu. Çirkindi. Kirli sakalı çenesini kaplıyordu. Yağmur ormanının ona fırlatabildiği her şeyin sebep olduğu yaralar ve kabarcıklarla kaplıydı. Sildaan onlara yardım edebilirdi elbette, ama etmemeyi seçmişti. Onlara nerede olduklarını ve gerçek gücün nerede yattığını hatırlatan bir şey olmalıydı.

"Hiç bir fikrin yok Garan."

"Büyüyü alt edemeyeceklerini bal gibi de biliyorum. "

"Haklı olsan iyi olur," dedi Sildaan.  "Yoksa hepimiz öleceğiz.”

"Yapmak zorunda hissettiğin şey her ne ise onu yap," dedi Garan. "Yaptığın bu konuşma gereksiz bir riskmiş gibi geliyor."
   
Sildaan onu görmezden geldi ve Myriin’e döndü. TaiGethen savaşçısı diğerlerinden bir adım öne çıktı.

“Seninle konuşacağım.”

Sildaan sırtında soğuk bir titremenin gezindiğini hissetti. Garan’ın sözlerinin doğru çıkmaması için dua ediyordu. TaiGethen savaşçılarının bakışlarını üzerinde hissederek rüzgarlığa doğru ilerledi. Öfke, saygı ve şüphe. Yniss’in rahibelerini korumaya yemin etmiş oldukları halde Sildaan’ın hain olduğuna kanaat getirdikleri anda onu öldürmeye hazırdılar. Sildaan bunu bastığı toprakta ve soluduğu havada hissedebiliyordu. Yaklaştıkça, Myriin’nin öfkesini hafifçe titreyen ellerinde görebiliyordu.

“Onları buraya niyetlerin en saf ve temiz olanıyla getirdim,” dedi Sildaan.

“Sen Yniss’in bir rahibesisin!” Myriin’nin suratına küçümseyici bir ifade yerleşmişti. Başını hafifçe salladı. “Kendinle çelişiyorsun.”

“Ve sende yağmur ormanlarında saklanarak çok fazla zaman geçirdin. Bin yıllık durgunluk zamanları bir anda ellerinden kayabilir ve Ynissul gittikçe yaklaşan, kaçınılmaz olanla savaşmak için yeterli sayıda değil.”

Myriin sırtını dikleştirdi. “Takaar’ın kehanetinden mi bahsediyorsun?”

“Gerçekleşeceğinden şüphen mi var?”

“Gerçekleşse bile Tauli çetelerinin Aryndeneth’i hedef alacağından şüpheliyim.” Myriin parmağını insanlara doğrulttu. “Onlar burada ne arıyor?”

“Myriin. Biliyorsun ki her TaiGethen’e duyduğum gibi sana da saygı duyuyorum. Eğer sen olmasaydın Garonin, Haolisu’nun son günlerinde daha fazla kişinin ölümüne sebep olacaktı. Fakat bu on yıl önceydi ve durum Takaar’ın aleyhine dönmüştü. Kurtardığın onca kişiye rağmen kaçtığı zaman onlarca kişinin canını aldı. His was the backward step. Bütün elf haneleri ihanet diye bağırıyordu. Gerçeği saklamak hiçbir zaman mümkün olmadı. Bu adamlar Ynissul’u ve inancımızı korumak için buradalar.

Myriin’in gözleri soğuktu. “Takaar’ın efsanesi bin yıllık birlikteliğin ve uyumun ürünüdür. Sadece inançsızlar ona karşı döner. İnsanların korumasına ihtiyacımız yok.”

“İnancımızın kalbinde olan Takaar değil Ynisstir.” Sildaan’ın öfkesi korkusunu eziyordu. “Asıl inançsız olanlar tanrılarının yerine bir elfe tapanlardır.”

“Takaar bütün elf ırkını kurtardı. Sadece Ynissul hanelerini değil. Her elfin ona hiçbir zaman ödeyemeyeceği bir borcu var.”

“Gardaryn’de oturmadığın için halkın öfkesini hissedemiyorsun. Ya da bütün Ysundaneth’teki tapınaklarda konuşulanları bilmiyorsun. Onlarla olan bağlantın kopuk.”

“Orası aşikâr,” dedi Myriin. "Belli ki Yniss'in rahiplerinden birinin kafirleri inancımızın kalbi olan bu yere getirebilmesinin kabul edilebilir hale geldiğini kaçırmışım."

Sildaan, Myriin'in yüz kaslarındaki minik kasılmayı gördü. Çok az zamanı vardı.

"Çünkü seni ve insanlarını önemsiyorum Myriin, bu şansı size vereceğim. Geri çekilin ve tapınağın topraklarından uzaklaşın. Yaklaşmakta olanı durduramazsınız. Sadece benimle birlikte gelenler bunu yapabilir. İnsanlarını topla ve git. Kaybol. Kendinizi kurtarmanın tek yolu bu."

Sildaan duyacağı kelimeleri tahmin edebiliyordu bu yüzden kalbini suçluluk duygusu kapladı ve gözlerinden yaşlar süzüldü.

"Hain."

TaiGethen kılıçları kınlarından çıkarken şakırdadılar. Savaşçılar harekete geçti. Myriin elini kaldırdı. Durdular.

"Sildaan, işlemiş olduğun suçlardan dolayı yapılacak olan mahkemeye kadar benim gözetimim altında olacaksın."

Sildaan gözlerini kapayıp sıktı. Olayların buraya geleceğini tahmin etmişti ama yine de denemek istemişti.

"Üzgünüm Myriin. Yniss yolculuğun boyunca seni kutsayacaktır. Başını hafifçe öne eğerek onu selamladı. "Garan"

“Eğil,” dedi Garan.

Sildaan yere kapaklandı. TaiGethenlerin, insan büyücü ve savaşçı güruhuna doğru ilerlediğini hissetti. Etrafındaki sıcaklık aniden düştü. Vücudunu dondurup uğuldayan bir rüzgar esti. Saçlarını sarıp burun delillerini kapayan buzu hissetti. Soluk almak için ağzını açtığında ağzının içi buzla doldu.

Şiddetli buz fırtınası dışında hiçbir şey duyamıyordu. Başını yolun donmaya başlayan taşlarına yakın tuttu. Eğer çığlıklar olduysa bile hepsi kendi çığlığının içinde eriyip gitmişti. Sesi sanki boğazı kayalara sürtünüyormuş gibi çıkıyordu. Nefesini vermeyi başardığında bir diğerini almak acı vericiydi.

Sildaan fırtınanın kısa sürdüğünü düşündü. Garan birçok büyünün kısa sürdüğünü söylemişti. Yine de çınlamanın dinmesi sonsuzluk gibi gelmişti. Sildaan yerde bir TaiGethen kılıcının onu ölüme taşımasını beklerken hareketsiz yatıyordu. Ama duyduğu şey yanında getirdiği adamların ona ve tapınağa yaklaşan ayak sesleriydi.

Sildaan kendini yerden yukarı doğru ittirdi. Kolları güçsüz kalmıştı ve titriyorlardı. Soğuktan serseme dönmüştü ve yüzünde boş bir ifadeyle tapınağa doğru bakıyordu. Zorlukla da olsa tanıdı. Her yeri buz kaplamıştı. Pervazlardan ve her türlü çıkıntıdan dikitler sarkıyordu. Buz taşları da karartmış, taş yolun üzerini kırağılamış ve tapınağın açıklığının bulunduğu her yeri örtmüştü. Etraf bembeyazdı.

Sildaan koltukaltında güçlü bir el hissetti ve Garan’ın onu ayağa kaldırmasına izin verdi.

“Dikkatli ol,” dedi Garan. “Yerler kaygan.”

Sildaan başını salladı. Buzun eriyerek Beeth’in dallarını ve köklerini beslemek için gölleşmesini izledi. TaiGethenlerin vücutları çözülmeye başlamıştı. Sildaan eliyle ağzını kapadı. Yüzlerini soğuk ısırmış, karartmış ve tanınamayacak ölçüde yakmıştı. Hunharca devrilmiş heykeller gibiydiler. Donmadan önceki birkaç saniyede savrulan uzuvları vücutlarından kopmuştu.

Bir kuş rüzgarlığın üzerinden şakıdı. Sildaan harekete geçti.

“Çok sessiz,” bir nefes aldı. Ellerine biraz canlılık vermek için onları birbirine sürttü ve üfledi. “Ne yaptın öyle?”

“Büyümüzün güçlü olduğunu söylemiştim,” dedi Garan.

“Bu kadarından bahsetmemiştin,” dedi Sildaan. Yüzüne küçük bir tebessüm kondurmayı başardı ve ellerine baktı. Titremesinin soğukla uzaktan yakından alakası yoktu. Sesi fısıltıya dönüştü. “Yine de bu işi umduğumdan daha kolay halledebiliriz.”
http://turanmemre.wordpress.com/
Bana dönek demiş itin birisi
Açığım ne imiş sor hele hele