Batman: Ölümcül Tasarım, muhtemelen sizin de duymuş olduğunuz gibi, tamamen karakalem çizimlerden oluşan, sıra dışı bir Kara Şövalye macerası. Sırf bu bile onu eşsiz kılmaya yetiyor. Ama o bundan çok daha fazlası.
Her şeyden önce konusunu iki gerçek olaydan alıyor ve her ikisini de zekice birleştirmeyi başarıyor. Bu da ortaya okurken gayet keyif veren, güzel bir dedektiflik hikâyesi çıkarıyor. Bu da yetmiyormuş gibi işin içine bir de Joker dahil oluyor ve işler hepten karışıyor.
Ölümcül Tasarım, bu merak uyandırıcı dedektiflik macerasının yanı sıra bizlere eski mimari yapıların yıkılıp yerlerine yenilerinin yapılması, tarihin korunması gibi konularda da çaktırmadan yerinde eleştirilerde bulunuyor.
Ve çizimler… O şahane, baktıkça bakılası çizimler. Bu serüvende Batman’i son yıllardaki modern hâliyle değil de 1950-60’lı yıllardaki versiyonuna çok daha benzer bir şekilde görüyoruz. Kostümü, aletleri, bilgisayarları… hepsi o yılların izini taşıyor. Dahası çizgi romanın sayfaları arasında karşılaştığımız diğer teknolojik şeyler de yine bilimkurgunun altın çağında hayal edilen, Batman ve Star Trek dizilerinde sık sık gördüğümüz çok ışıklı, bol düğmeli tasarımlara sahip.
Yine de arada sırada bir karakterin, mesela Bruce Wayne’in bir karede harika görünürken bir diğerinde tam çizilemediğine, bazen yüzlerinin birbirini tam olarak tutmadığına da şahit oluyorsunuz. O yüzden okurken az da olsa canınız sıkılıyor. Ama son sayfaya gelip de çizerin elinden şu paragrafı okuduğunuzda esere olan hayranlığınız bir kat daha artıyor:
“Bu kitaptaki bütün çalışmalar babadan kalma karakalem usulüyle ortaya çıkarıldı. Önce maviler, ardındansa grafitle ‘çinileme.’ Silgiyle hiç düzeltme yapmadım; ne çizdiysem yayınlandı. Gölgelemeyi ve renkleri bilgisayarda yerleştirdim. Bu benim ‘dürüst’ işim!”
Ölümcül Tasarım kaçırılmaması gereken bir tecrübe.