Ya da bizlerin bu, farklı ırklar oluşturup, yeni kültürler yaratma ihtiyacı nereden geliyor? Çünkü iyice düşündüğümde, bu kadar yazar fantastik hikayelerinde yeni ırklar yaratmaya çalışıyorsa bu ya bir ihtiyaçtan kaynaklanıyor olmalı ya da herkesin beynine öyle yerleşmiş. Bu iş yeni ırklar yaratmadan olmaz bunun kaidesi buymuş gibi mi geliyor?
Farklı kültürlerin, farklı kültür kodları, davranış biçimleri, hayata bakış açıları vardır. Bu durum, dünya küreselleşme ve ortak bir kültür yaratma aşamasına girmeden önce insanoğlu arasında da önemli yer tutuyordu. Bir Moğol cinsiyet mevzularında çok açık olmasına rağmen, hemen komşu ve yaşayış şekli benzer bir kavim olan Türkler namus ve cinsi ilişkiler konusunda daha sıkı normlara sahipti.
Bunu çok daha betimleyici örnekler vererek açıklayabiliriz. Bir Amerikan yerlisini, bir Eskimo, bir İngiliz'i hedefe koyabiliriz. Afrika'nın yakıcı sıcaklarında vücudu kapatmayan ve üryan dolaşan kabileler ile birlikte, saçı bile örtmeni emreden Sami ırklarından bahsedebiliriz.
Ancak günümüze geldiğimizde, artık kültür kodları işlemekte zorlanıyor. Bizler küresel bir köyde yaşıyoruz, çoğumuz ingilizcenin ana dinamiklerini biliyor. Evrensel kıyafetler ve görgü kuralları var. İnsanlar arasında kültürel fark çok çok azaldı. Bu gibi bir ortamda bizler insanın farklı yönleri, farklı düşünce şekilleri geliştirebileceğini tahayyül edemiyoruz. Sorunun birinci ve ana kaynağı budur. Tahayyül sıkıntısı var.
Hatta şöyle söyleyeyim, çoğu fantastik eserde insanlar nereli olursa olsun, hep aynı dilde konuşurlar, birbirleriyle konuşma sıkıntısı çekmezler, bölgenin kendine özgü dili olsa dahi her zaman bir ortak dil vardır. İsterse o iki bölge birbirine çok uzak olsun. Bu önemli bir örnektir.
Ancak farklı kültürler bize günümüzde acayip gelir, böcek yiyen bir güneydoğu Asyalıyı, Afrikalı kabileleri yadırgar ve bambaşka bir gözle bakarız. Amerikan'a, İngiliz'e, Alman'a bakmadığımız gibi. Bizler farklı ırk oluştururken aslında karşımıza yine insanı alırız, lakin ona farklı bir kimlik verdiğimiz için önümüze kendi ördüğümüz tahayyül duvarını yine bu yöntemle aşarız.
İstediğimiz kadar ırk yaratalım. Karşımızdaki yine insandır. Hiçbir ırk yoktur ki fantazi edebiyatında, insansı duygular barındırmayıp, bir insan davranışını bize göstermesin. Bu Tolkien'de de böyleydi, izlenilen bu dolambaçlı yolu kötülemiyorum. Sadece artık kabak tadı verdi diyorum.
Bir Elf'in kendini beğenmişliği ve sonsuz öz güveni onda bir insan ışığı almamıza neden olmuyor mu? Orklar her ne kadar vahşi ve insanlık dışı görünselerde içlerindeki haset ve vahşet, insanlardan bir parça koparılmış gibi hissettirmiyor mu? En ekstrem olacağını düşündüğümüz örnek ise Tanrılar... Tanrı ırkı sadece fantazi edebiyatında değil, mitolojide bile, birer insanı ele alarak oluşturulmuş kurgular değil midir? Zeus'un kadın düşkünlüğü, Hades'in karanlık dünyası, Hephaistos'un sakat olduğu için kötü muamele görmesi, Hera kıskançlığı... Bunlar bize insanı göstermiyor mu?
Sözün özü... Bu yaratılan ırkların hepsi zaten insanı anlatmak için yaratılmış ırklar, bir paravan, bir perde. Günümüz dünyası, insanları bu şekilde tasnif etmemiz için fakir bir dünya. Yazarlarda bu konuda, böyle bir çözüm, böyle dolambaçlı bir yol görmüşler.
Renkli ve hikayeye zenginlik katan unsurlarda olmuşlar. Bence ırk yaratımının altında yatan gerçek budur. Ancak artık bu durumda kesinlikle kaçınılmalıdır. Biraz düşünüp, fantazyaya daha orjinal dinamikler katmak bu işle uğraşıyorum diyen herkesin boynunun borcudur.
Bir de harita mevzusu var tabii. Çoğunlukla harita olmadan da yapamıyor fantastik yazar kitlesi. Yine ben de eskiden çok takılırdım harita meselesine. Bu yüzden yazamadığım, yazmaktan vazgeçtiğim hikayelerim oldu. Bu konu hakkındaki şimdiki fikrim şöyle: Ben yazmak istediğim şeyi yazabildikten, betimlemelerimi akla yatkın ve başarılı yapabildikten sonra okurlarıma gözle görülür bir harita sunmayı istemem. Anlattıklarımla, betimlemelerimle okurumun düşünde ne çağrıştırıyorsam o öyle kalsın isterim. Zaten benim anlattığımı benim aklımda kurguladığım gibi doğrudan almasın okur, kendi hayal gücüyle orayı kendisi baştan yaratsın. Bana göre okura bir harita sunma ihtiyacı hissetmek "Ya ben anlattım ama o tam anlayamaz belki, bir de buradan baksın aklında tam otursun." gibi bir şey oluyor. Tabii bazen hikaye açısından iyi anlaşılabilmek şart oluyor, o da artık bizim yeteneğimize kalıyor.
Harita güzel ama bence hiçbir başarılı yazar kitabın metnini yaratmadan harita yaratmaya kalkmamıştır. Bu öncelikle hayal gücünün sonsuzluğuna koyulan bir sınırdır. Neden dersek, haritalar sadece denizleri, karaları ifade etmez, dağlar, nehirler, çöller ve benzeri her türlü iklimi ve yolculuğu etkileyecek dinamikleri de barındırır.
Bir bölgeyi buzul, bir yeri nehir yapmak, o bölgelerde geçecek hikayenin akışını daha kurguyu yazmadan etkiler. Hayal gücünüze sınır koyar. Bir harita yapıp yazmaya başladıysanız, ilerleyen bölümlerde bir şehirden yola çıkan bir insanın başına önemli bir olay geleceğini tasarladığınız halde ortada doğru bir coğrafi alan yoksa veya başka türlü daha iyi olacaksa, bu kurgunuza vurulmuş büyük bir darbe olacaktır.
Bu nedenle, kurgu sürerken haritadan çok, yazarın zihninde canlanan aktif bir harita hepsinden daha iyidir. Kurgu bittikten sonra bir harita sunmak ise elbette okur için oldukça iyi bir şeydir. Bu açık...
Bir de fantazi dünyasının zenginliğini yansıtma çabasından ileri geliyor bu ırk, dil, kültür, harita olayları falan. Çünkü haritalar gizem barındırır. Sen gidip kuzeydoğuya, medeniyetten uzakta, çöllerin arkasında tek bir kale koyarsan ve hikayede bundan bahsetmezsen, okur ister istemez sorar "orada ne var?" diye.
Burada kişinin ve hikayenin haddini bilmesi önemlidir. Bu bir Zaman Çarkı veya Silmarillion gibi bir hikaye değilse, kimse üzerine düşmez haritanın falan. Bu tarz görsel ve gizemli çaba yaratma numaraları ancak tutmuş hikayelerde ilgiyi daha da arttırmak için kullanılır.
Bu nedenle Zaman Çarkı serisinde "Shara neresi?", "Land of the Madmen neresi?" diye sorarım. Ama ilgimi zaten çekmemiş bir hikayenin haritası umurumda olmaz.