Bölüm 7
Boyut Kapısı
Edward kitapçıda koltuğuna sığamamış, ayakta volta atıyordu. Dükkana girenler ona garip garip bakıyor ama adamın o delici, öldürebilecek kapasitedeki bakışlarından ürküp işlerini hemen halledip çıkıyorlardı. Rebecca onun için çok endişeleniyordu. Yaşlı adam hiç konuşmuyor ve yeni getirdiği kurabiyelere bir kez olsun bile dokunmuyordu. Rebecca şansını yeniden denemeye karar verdi. Biraz ürkek, biraz da ısrarcı bir şekilde;
“Edward” dedi “Neden şunların tadına bakmıyorsun? İnan çok seveceksin, içlerinde çikolata parçacıkları var”
Adamın sırtı ona dönüktü ve “
istemez” dercesine elini kaldırdığında bir an kalbinin sıkıştığını hissetti. Ağzını açtı ama vücudunu kullanamadığını fark etti, çünkü hiç ses çıkmıyordu. Oysa o şu an bağırıyor olmalıydı ama ağzı, dili, ses telleri ona itaat etmiyordu. Yaşlı adam dükkanın birden yok olduğunu hissetti, şimdi geçenlerde gördüğü rüyası canlanmıştı gözünde. Camın patlamasını yeniden gördü ve irkildi, bunu hafızasından sildiğini sanıyordu ama yanılmıştı. Cam paramparça olduktan sonra görüntü yeniden değişti ve şimdi kitapçıda Loren’in ona Ruxlow’un niyetini anlattığı zamana geri döndü. Kızın sesi kulağında öyle netti ki;
“Ben de başta öyle sanmıştım ama aslında yardımdan kastettikleri o tarz bir yardım değil. Kitabım için—“ Kızın kafasını hafifçe yana çevirip bir şey daha söylediğini gördü:
“Ve onun bilimsel çalışması için”
Gözleri büyüdü, bunu şimdi fark etmişti. Nasıl atlayabilirdi böyle bir detayı? Görüntü yine kayboldu ve elmasın olduğu odaya geri döndü. Şimdi Loren yanına gelmişti, oldukça korkmuş görünüyordu;
“Neler oluyor Edward?”
Edward yavaşça kıza döndü ve;
“Muhafız yerini terk etti” dedi ve yine görüntünün kaybolduğunu gördü. Kızın endişeli bakışları siliniyor yerine kitapçının ahşap tavanı geliyordu. Edward yerde yatıyordu şimdi, başında Rebecca ve tanımadığı bir iki kişi daha –muhtemelen müşteriydiler- duruyordu. Rebecca bağırıp ağlıyordu ama Edward onu duymuyordu. Anlaşılan bedeni hala ona itaat etmiyordu. İstemsizce dudaklarını açtı ve;
“Artık her şey için çok geç” dedi. Yorgun gözleri yavaşça kapandı, kenetlenmiş elleri gevşedi ve kendini karanlığın, huzurlu ve rahat kollarına bıraktı…
Loren’in gördüğü rüya yavaş yavaş kaybolurken Richard ve Bill ağızları açık, şimdi boş olan odaya bakıyorlardı. Bir süre öylece kaldılar, daha sonra Bill yavaşça gözlüğünü çıkarttı ve konutlu;
“Bu da neydi böyle?”
Richard hala gözlükleri takıyor, kör bakışlarla odaya bakıyordu;
“Bilmiyorum”
İkisi de çok etkilenmiş gibiydi. Özellikle Bill, Edward’ın o bakışlarını unutamıyordu.
“Şu muhafız, camdaki, gerçek olamaz değil mi?”
Richar yavaşça gözlüğünü çıkarttı ve oğluna döndü. Yüzünde endişesini bastırmaya çalışan bir gülümseme yerleştirdi.
“Hayır, hayır. Sanıyorum ki bu kızın hayal gücünden kaynaklanan bir durum”
“Ama baba—“
“Sus! Şimdi izin verirsen çalışmak istiyorum”
Bill ağzını açacak oldu ama vazgeçti. Babasının dinlemeye niyeti yoktu. Öbür odaya, Loren’e kaydı bakışları. Tatlı bir uykuda, hiçbir şeyden habersiz ve öyle savunmasızdı ki… Yoksa değil miydi? Şu muhafız da kimdi? Bill kaçamak bakışlarla babasını süzdü. Adam tüm neşesini kaybetmiş, bir deftere hızlı hızlı bir şeyler yazıyordu. Tekrar kıza döndü, muhafızın babasının niyetini anladığını düşünüyordu ve her nasılsa bunun Lorenle bir ilgisi vardı. Muhafızla bir bağ vardı belki de aralarında? Bir tılsım? Bill’in kafası çok karışıktı ama bildiği tek bir şey vardı o da bu muhafız eğer gerçekse o değerli elması korumak için her şeyi yapardı. Sıkıntıyla iç çekti;
“Ben biraz uzakla—“
Ama sözünü tamamlayamadan makineler yine kıpırdamaya başladı;
“Rüya – Hayal”Makine bir an durdu ve tekrar yazdı;
“Gerçek”Richard heyecanla zıpladı;
“Hiçbir yere gitmiyorsun genç adam. Beklediğimiz fırsat gelmiş olabilir”
Bill yutkundu, bunu yapmak istediğinden emin değildi.
“Çabuk!” dedi Richard “Beni şu kahrolası makineye bağla” ve hemen koltuğa uzandı.
“Bak baba ben bunun iyi bir fikir ol—“
“Senin fikrini sorduğumu hatırlamıyorum? Şimdi dediğimi yap!”
Bill denileni yaptı ve onu koltuğa bağladı, her şeyi hazırladı ve koşup ilacı aldı. Hızla içindeki sıvıyı çekti ve adama enjekte etti. İlaç yavaş yavaş etkisini gösterirken Bill makineyi çalıştırdı ve az önce babasının oturduğu tek kişilik koltuğa oturdu. Birkaç derin nefes aldıktan sonra gözlüklerden birini aldı ve yavaşça taktı. Görüntü onu şok etti, inanılmaz derecede netti ve çok güzel bir görüntüydü. Bill şimdi bir ay çiçeği tarlasına bakıyordu, elini uzatsa o sarı çiçeklere değebileceğini düşünürken babasını gördü. Tarlanın tam ortasında yavaşça ayağa kalkıyordu.
Richard hiç acele etmeden gözlerini açtı. Masmavi bir gökyüzü ve çevresini sarmalamış sapsarı ay çiçekleri karşıladı onu. Yavaşça ayağa kalktı, ayçiçeklerinin hepsi yüzünü güneşe dönmüş sanki onun anlattığı bir şeyi dinliyormuşçasına ona bakıyorlardı. Belki de hayranlıklarındandı bu, öyle mest olmuşlardı ki yanlarındaki yabancıya hiç dikkat etmediler bile. Adamda zaten bu görüntü karşısında büyülenmişti. Bu nasıl bir rüyaydı? Belki de boyut kapısından geçmişti. Böyle güzel bir yer dünyanın hiç bir yerinde yoktu buna emindi. O tam ömrünün sonuna kadar burada kalabileceğini düşünürken karanlık gelip güneşi götürdü. Ayçiçekleri hayat ışıkları çalındığı için birden boyunlarını büktüler. Richard neler olduğunu anlamak için arkasını döndüğünde irkildi, neredeyse çığlık atıyordu. Elmasın muhafızı biraz ilerisinde, tam karşısında duruyordu. Ayçiçekleri yavaş yavaş kafalarını kaldırıp muhafıza döndüler sanki kaybettikleri ışığı o taşıyordu.
“Dünyama hoş geldin doktor”
Richard’ın nutku tutulmuştu. Muhafızı yüzünü görmeye çalıştı ama beceremedi, yüzünü cüppesiyle gizlemişti. Richard titrediğini hissetti, ağzını açtı bir süre bekledi ama sonra kapattı.
“Sanırım benim konuşmamı istiyordu, konuşamayacak kadar korkmuş gibisin de”
Ses o kadar güçlü geliyordu ki Richard’ın kıpırdamaya bile cesareti yoktu. Kalbi ise deli gibi atıyordu, bu hiç iyi değildi, ani şoklarda birden uyanma riski vardı ve bu her şeyi berbat edebilirdi. Bir daha Kapıdan bu kadar rahat geçemeyebilirdi.
“Geliş sebebine baktım da, tabii zihninden biliyorsundur belki, bir araştırma yapıyorsun sanırım. Boyutsal Kapının gerçekten var olup olmadığını merak ediyormuşsun. Buraya gelme sebebin bu değil mi? Başka bir şey yok?”
Richard yutkundu, hafifçe başını aşağı yukarı salladı. Muhafız birden kollarını yana doğru açtı ve bağırdı:
“Bana yalan söyleme! Seni aşağılık ölümlü!”
Birden kargalar tarlanın derinliklerinden çıkarak havalandılar. Sesleri karanlığı yırtıp geçiyordu. Muhafız kollarını indirdi ve Richard’a yaklaşmaya başladı. Ona yol açmak isteyen ayçiçekleri hayatlarına son veriyor ve zarifçe toprağa düşüyordu. Muhafız Richard’a iyice yaklaştı, şimdi neredeyse burun buruna duruyorlardı, tabii muhafızın yüzü hala saklıydı;
“Eğer aklındakini gerçekleştirmeye kalkarsan pişman olursun Richard” dedi Muhafız, Richard şimdi onun nefesini yüzünde hissedebiliyordu. Bir umutla muhafızın yüzünü görebilmek için eğildiğinde muhafız onun yakasından tuttu;
“Merak ediyorsun değil mi? Pekala sana yüzümü göstereceğim”
Richard’ın yakasını bir anda bıraktı, adam tökezleyip tere düştü. Nefesini tutmuş, düşmanının yüzünü görmek için sabırsızlanıyordu. Muhafız yavaşça ellerini cüppesine götürdü ve yüzünü örten kısmı arkaya doğru itti. Richard derin bir nefes aldı, kırmızı gözler olaycı bir bakışla ona bakıyordu;
“Beni tanıdın mı Richard?”
Adam tekrar nefes almayı denedi ama başaramadı. Bu şok ona fazlaydı. Tarla yavaş yavaş silinmeye başladı. Şimdi sadece o ve muhafız kalmıştı;
“Yeniden gelirsen” dedi “Bu kadar nazik olmayacağım doktor”
Ve o da kayboldu. Bembeyaz bir ışık Richard’ı vurdu ve gözlerini örttü. Şimdi boyut kapısından, muhafızdan ve elmastan çok uzaktaydı…