Karakter Listesi:
Emily Morgan - Kristen Stewart
Robert Chrischen - James Fox
2.Bölümden Sonra Çıkacak Olanlar:
Evelyn Margaret - Sissy Spacek
Lisa King - Monique Coleman
İkinci Bölüm: Rüya Güncesi
“Siz kimsiniz?” diye sordu Emily. Koltuğa oturdu. Karşıdaki kişi adamdı, sesi sert ve kalın çıkıyordu.
“Miss Morgan, benim adım Robert Chrischen.”
Emily’nin kaşları çatılmıştı. “Adımı ve soy adımı nereden biliyorsunuz?”
“Bunları telefonda anlatamam, Miss Morgan. Sadece sizinle özel olarak konuşmak istiyorum.”
“Tamam,” dedi Emily. Ses tonundaki alaycılık duyulabiliyordu. “Konuşun işte.”
“Telefonda olmaz,” dedi Robert. “Sizinle bir cafede konuşmak istiyorum.”
“Bakın, Mr Chrischen. Ben, sizi tanımıyorum. Ve tanımadığım bir kişiye nasıl güvenebilirim? Biliyorsunuz ki, ortalık dolandırıcılarla dolu.”
Robert cevap vermedi. Ama soluk aldığı duyulabiliyordu. “Ben psikologum. Size yardımcı olmak istiyorum.”
“Hangi konuda?” dedi Emily.
“Dün gece gördüğünüz rüya hakkında.”
Cevap vermeme sırası Emily’deydi. Yere doğru öylece bakakaldı. Nasıl? Nasıl olurdu bu? Onun rüya gördüğünü nereden biliyordu? Sormalıydı, evet sormalıydı.
“Miss Morgan orda mısınız?”
Emily titredi ve kendine geldi.
“Şey evet buradayım. Affedersiniz ama, siz benim gördüğüm rüyayı nereden biliyorsunuz?”
“İşte, tüm sorun burada!” diye bağırdı Robert. “Bir yerde buluşsak, size her şeyi anlatacağım. Lütfen, ben kötü biri değilim.”
Emily adama acımamış değildi. Ama gene de ikilemdeydi. Onunla buluşmalı mıydı, yoksa buluşmamalı mıydı?
“Pekala,” dedi. “Saat kaçta?”
“Akşam yemeği olur mu? Saat 8’de?”
“Olur. Nereye geleyim?”
“Sizi evinizden alacağım, Miss Morgan.” dedi Robert deli dolu bir sesle.
“Tamam. Ama evimi bulabilecek misiniz?”
“Merak etmeyin, bulacağım. Görüşmek üzere.”
Emily telefonu kapattı ve koltuğa bıraktı. Kimdi bu adam? Gördüğü rüyayı nereden biliyordu? Ya da evinin adresini? Nasıl bilebilirdi?
Kalktı ve mutfağa girdi. Buzdolabından bir şeyler aldı ve atıştırdı. Canı hiçbir şey yemek istemiyordu. Saatine baktığında, sabah 10:30’du.
Polisiye romanını eline aldı ve çalışma odasına girdi. Kafası o kadar karışıktı ki… Robert denen adam. Numarasını nereden bulmuştu?
Emily çalışma odasındaki yatağa uzandı… Gördüğü rüyayı nereden biliyordu?
Romanı açtı… İsmini, soy adını… Nasıl? Nasıl bilebilirdi?
Ama uyuyordu aslında… Emily korkuyordu.
Gözleri yavaşça kapandı… Uyuyordu… Kitap açık bir şekilde yere düştü. Emily artık uyuyordu. Gene rüyalar ülkesine gidiyordu…
Emily küçük, duvarları beyaz olan bir odadaydı. Elleri ve kolları bağlıydı. Hiç kıpırdayamıyordu. Odada kendisinden başka hiç kimse yoktu. Korkuyor gibiydi, soluk soluğaydı. Ama eli ve kolu bağlı olduğu için güvende sayılırdı. En azından öyle düşünüyordu.
Karşısındaki, duvarla aynı renk kapı açıldı ve içeriye, orta yaşlarla, uzun boylu, mavi gözlü bir adam girdi. Soluk soluğaydı. Emily’i fark etmedi ve hemen televizyonu açtı. Bir kumandası yoktu. Düğmeler aracılığıyla kanalları değiştiriyordu.
Emily konuşmaya çalıştı ama ağzından sadece fısıltı gibi bir şey çıktı. O yüzden bir daha denemedi.
Adam pantolonunun ceplerini karıştırdı ve bir cep telefonu çıkarttı. Bir düğmesine bastı ve yok oldu…
Emily çığlık atmak istemişti ama yapamadı. Çünkü ağzından sese dair hiçbir şey çıkmıyordu. Elleri ve kolları bağlı, öylece bekliyordu.
Televizyondan cızırtı çıkmaya başladı. Kulak tırmalayan bir sesti. Emily’i en çok bu rahatsız ediyordu. Televizyon titremeye başladı ve içinden, beyaz, tırnakları uzun ve içi pislik dolu bir el çıktı.
Emily bağırmaya çalıştı gene. Bağıramıyordu. El yavaşça çıktı… Ona doğru geliyordu… Soluk soluğa uyandı. Yine mi rüya görmüştü? Artık çok sıkılmıştı. Neden her gün rüya görüyordu ki?
Saatine baktı: 19:30’du.
Aceleyle kalktı ve giyindi. Kot pantolonunu geçirdi ve kırmızı bir bluz giydi. Artık hazırdı ve Robert’ı beklemeliydi. Peki nereden biliyordu bu adam evini? Emily bunları düşünmemeye çalıştı ve oturma odasında Robert’ı bekledi.
*
Saat 20:00’dı ve aşağıdan bir korna sesi duyuldu. Emily ayakkabılarını giydi ve hemen aşağıya indi. Apartmanın kapısında son model bir araba duruyordu. Emily, Robert’ı görür görmez neredeyse bayılacaktı!
Rüyasında gördüğü adamdı bu. Evet evet, oydu. Kesinlikle!
Emily korka korka ona doğru gitti. Yavaşça gidiyordu.
“Merhaba, Miss Morgan.” dedi Robert. Elini uzattı. Emily de elini ona verdi. Tokalaştılar.
“Merhaba.”
“Buyurun lütfen. Arabaya binelim.”
Emily son model arabaya doğru yürüdü. Robert ona kapıyı açtı. Emily hafifçe gülümsedi. Sonra, Robert’da arabaya bindi ve çalıştırdı.
“Nereye gitmemizi istersiniz?”
“Hiç fark etmez,” dedi Emily. Robert’a bakmıyordu. Gaza bastı ve ilerlediler.
“Size Emily dememde bir sakınca var mı?” diye sordu Robert.
“Hayır yok.”
“Pekala, Emily. Rüyalarla sorunun var, doğru mu?”
“Evet, ama…
“Doğru mu?” dedi sert bir biçimde Robert. Emily yerinden sıçramıştı. “Affedersin,” dedi sonra.
“Evet, doğru.” dedi Emily. Yine Robert’a bakmıyordu.
“Biraz önce rüyanda beni gördün, ve hala çok şaşkınsın. Peki bu doğru mu?”
Emily umutsuzca başını evet anlamında salladı.
“Bunu nasıl yaptığımı merak ediyor musun?” dedi bu sefer Robert.
Emily, Robert’a doğru döndü. Mavi gözleri kısılmıştı.
“Bakın. Bunu nasıl yapıyorsunuz bilmiyorum, ama kesinlikle bir açıklaması vardır. Ya bunu açıklayın, ya da beni sağda indirin.”
Robert kahkaha attı. “Çok sabırsızsın. Seninle sadece kelime oyunu yapıyorum, Emily. Her şeyi orada konuşacağız. Bu sadece bir alıştırma.”
“Nasıl bir alıştırma bu?” dedi Emily, boğuk bir sesle.
Robert cevap vermedi. Birkaç dakika böyle geçmişti. Kimse konuşmadı. Emily bu adamdan çok şüpheleniyordu.
Sonunda, bir restorana gelmişlerdi. Robert arabayı park etti ve aşağıya indi. Sonra Emily’nin kapısını açtı. Ve arabayı kilitledi.
“Haydi girelim.”
Restoranın kapısından girdiler. Kapıdaki adam onlara nazikçe, “Hoş geldiniz, efendim.” dedi. Emily adama gülümsedi.
Restoranın bahçesi yuvarlaktı. Bir sürü masa vardı. Çoğu masa doluydu. Robert, “Şuraya oturalım mı?” diye sordu. Emily, “Olur.” diye yanıtladı.
Ortada, yuvarlak bir masaya oturdular. Emily, Robert’ın karşısına geçti. “Konuşmayacak mıyız?” diye sordu Emily, buz gibi bir sesle.
“Dur tatlım. Daha yeni oturduk, öyle değil mi?” dedi Robert kahkaha atarak. Emily gülmedi.
“Garson, bakar mısın?”
Robert’ın çağrısı üzerine, genç bir garson geldi.
“Buyurun efendim?”
“Ne yiyeceksin Emily?”
Emily elindeki yemek menüsüne bakıyordu. “Bana sadece bolonez soslu spagetti lütfen.” dedi.
“Bana da aynısından,” dedi Robert garsona. Ama deniz mavisi gözleri Emily’deydi.
“Birazdan getiriyorum efendim.” dedi garson.
“Eee,” dedi Robert. Masadaki bardaklara su koyuyordu. “Bir şey söylemeyecek misin?”
“Senden bir açıklama bekliyorum,” diye yapıştırdı Emily. Sonra da imalı imalı ekledi. “
Robert”
Robert hafifçe gülümsedi. “Tamam. Pes ediyorum. Dediğim gibi, ben bir psikologum, Emily. Ama aynı zamanda medyumum.”
Emily’nin mavi gözleri fal taşı gibi açıldı. “Medyum mu?”
“Evet. Ve rüyalarla yakından ilgileniyordum. İşte bu yüzden rüyalarını—“
“AMA BU SAÇMALIK!” diye bağırdı Emily. “Saçmalık. Benim rüyamı nasıl kontrol edebilirsin?”
“Hişşt, sakin ol Emily.” dedi Robert. Bir yudum su içti. “Sakin ol. Herkes bize bakıyor. Şimdi, rüyalarını nasıl kontrol ettiğimi söyleyeceğim. Ama önce yemeklerimiz gelsin, öyle değil mi?” Pervasızca gülümsedi.
Emily’nin, Robert hakkındaki tek yorumu, ‘Ne sinir bir adam!’ olmuştu. Gerçekten de öyleydi. Merak edilen bir şeyi, açıklığa bir türlü kavuşturmuyordu. Emily, Robert’a ters ters bakmayı sürdürdü. Robert bundan keyif alıyor gibiydi.
Bolonez soslu spagettiler gelmişti. Garson nazikçe önlerine bıraktı ve “Afiyet olsun,” dedi. Emily spagettiden bir miktar ağzına attı.
“Söyleyecek misin?”
“Rüyalarını, televizyon aracılığıyla kontrol ediyorum.”
Emily donup kaldı yine. Az kalsın spagetti boğazına kaçıyordu. Kulaklarına inanamamıştı. Ne? Televizyon muydu? Nasıl olabilirdi?
“Anlamadım?” dedi Emily. “Televizyon aracılığıyla mı kontrol ediyorsun?”
“Bunu sana anlatacağım. Ama bir şartla,” dedi Robert zalimce.
“Nedir?”
“Bir rüya güncesi tutacaksın…” Robert’ın lafı yarım kalmıştı. Garson, masaya şarap getirmişti. “Teşekkürler,” dedi Robert ve iki kadehe de şarap koydu. Bir yudum aldı ve ağzını şapırdattı. “Immm. Mükemmelmiş.”
Emily ise şaraptan içmedi. “Rüya güncesi mi?” diye sordu.
“Evet. Rüya güncesi.” Ceketinin iç cebinden küçük, siyah bir not defteri çıkarttı. Emily’e verdi.
“Her gün gördüğün rüyaları buraya yaz. Sonra, her gün bana göster. Olur mu?”
“Peki ya rüyalarımı hatırlayamazsam?” diye sordu Emily.
Robert gülümsedi. “Merak etme. Hatırlayacaksın.”
Emily günceye baktı. Üzerinde sarı harflerle, ‘Rüya Güncesi’ yazıyordu..