DENGE - BÖLÜM III
KILIÇ ve KADER

Elindeki uzun kahverengi meşeden yapılmış sopayı rahatça omzuna attı Xen. İki saat süren zorlu sabah egzersizini tamamlamış ve şehre dönüyordu. Sekiz yıl önce teslim olduğu şehre uzaktan baktı. Karşısında hemen hemen her sabah görmeye alıştığı bir manzara vardı. Koyu yeşil kıyafetinin başlığını yüzünü gölgede bırakacak şekilde önüne çekmiş iki kısa sopa kullanan Furian işkence edecek bir başka kurban bulmuştu kendine. Bu adamın sorunu neydi bir türlü anlamıyordu. Kendisine de defalarca insanlar arasında savaş meraklısı olduğu söylenmişti fakat buraya gelince anlamıştı ki bu normal bir durumdu. Furian’ın durumu ise biraz farklıydı. Son zamanlarda çömezlerle kavgaya tutuşmak için her zaman ürettiği saçma bahaneleri bulmaya bile ihtiyaç duymuyordu. Furian’ın karşısında duran Dentor daha iki yıllık çömezdi ve iki üç hamle ile yere düşmüştü bile. Omzuna attığı sopayı sanki vücudunun bir parçasını oynatırmış gibi rahatça eline kaydırdı Xen ve Furian’a doğru ilerledi. Bu sefer bu olanlara göz yummayacaktı.
‘Ufaklığı rahat bırak Furian’ derken onun rakibini sadece daha fazla dövüş için rahat bırakacağının bilincinde sopasını bir sağından bir solundan savurarak yaklaştı. Başlığının gölgelerinden sadece ağzı görünen adam gülümsedi ve önündeki çömezin gözlerini yuvalarından fırlatacak bir hızla savunma pozisyonu aldı. Sopalar birbirine çarpmaya başlayınca çıkan sesler sokaklarda yankılanmaya başladı ve etrafta seyirciler birikmeye başladı. Ne de olsa iki son sınıf öğrencisinin dövüşü her zaman görülen bir manzara değildi. Furian dört adım geriledikten sonra savunma pozisyonunda dengeyi kurdu ve karşı atağa geçti. Savaşırken yüzünde yaptığı işten zevk aldığını belirten daimi bir gülümseme oluşuyordu. Xen’in yüzü ise çağlayanın üzerine kurulu şehirlerinin duvarları gibiydi. Sadece yüzünü gören bir kişi oturmuş huzurlu bir şekilde nehrin akışını izlediğine yemin edebilirdi. Üstad da onları izlemek için sabah egzersizini yarıda bırakıp kalabalıkta kendine yer açtı. İzlerken sürekli başını iki yana sallıyordu ve onun homurtularını duyan öğrenciler etrafında güvenli bir mesafe boşluk oluşturmaya başlamışlardı bile. Sopaların birbirine çarpma hızı inanılmazdı ama iki tarafta bu hızdan şikayetçi değil gibi dövüşmeye devam ediyordu. Xen sıkkın bir ses tonu ile konuştu ‘Ben bu savunma pozisyonunda kaldıkça ki bunu bütün gün yapabilirim beni yenemezsin bunu biliyorsun değil mi?’ Furian’ın gülümsemesi yüzüne yayıldı. ‘Görünüşe bakılırsa seni yenecek kişi ben değilim’ dedi. Xen tabiî ki de bu ucuz numarayı yiyecek değildi. Gözünü kırpmadan savunma pozisyonunu savaşın hızına göre ayarladı hesaplarına göre kırk yedi hamle sonra Furian bir açık verecekti –kırk altı- ve o zaman –kırk beş- saldırabilecekti. Bileklerinde inanılmaz bir acı hissetti ve yere kapaklanırken aklında tuttuğu sayılar bir anda sağa sola uçuşuverdi. Arkasını dönüp acı ve şaşkınlık dolu bir ifade ile kendine arkadan vuran kişiye baktı. ‘Dentor? Ama neden?’ Dentor sinirle konuştu ‘ Bir daha sakın bana hakaret etme.’ Ve arkasını dönüp uzaklaştı. Lanet olasıca kurallar dedi Xen içinden. Sonra hatırladı hava ırkının üçüncü kuralını. Asla bire bir dövüşen hava ırkı üyesinin savaşına dahil olma. Bu ona hakarettir. Gözlerini yuvarladı. Gerçekten çok onurlu savaşçılardı ve sanatlarını çok önemsiyorlardı. Hatta gereğinden fazla. Omuz silkti darbe almaya alışık bedenini hemen toparladı ve üstündeki tozları silkti. Furian ın kendisine doğru uzattığı elini yakalayıp ayağa kalktı. ‘İyi savaştın’ dedi Furian gülümsemesi de ufak duellolarının bitmesi ile solup gitmişti.
Üstadın tek elini kaldırması ile birlikte bütün kalabalık bir anda dağıldı. İki öğrencisinin yanına giden üstad onlara bakmadan arkasını döndü ve ‘ Benimle gelin’ dedi. İkisi de birbirine bakarak sessizce ‘Nereye?’ diye sordular ama takip etmekten başka yapabilecekleri bir şey yoktu. Üstad karışık yollardan ve sayısız mağaradan oluşan bir labirentte tereddütsüz ilerliyordu ve ikisi de onu izledikçe şaşkınlıktan dillerini yutmak üzereydi. Çünkü bu bölgelere öğrencilerin girmesi yasaktı. Furian tam ağzını açmak üzereydi ki arkası dönük olan adam tek elini kaldırdı. ‘Tanrım bunu her seferinde nasıl beceriyor’ diye geçirdi içinden Xen. Çünkü ustaları ne zaman birisi konuşmaya başlayacak olsa ya da soru sormak için niyetlense daha soru sorulmadan tam olarak o istenilen cevabı sakin bir şekilde anlatmaya başlardı. Yine aynısı olmuştu. Konuşmaya başladığında sesine her zamanki dinginlik hakimdi ‘Siz son sınıf öğrencileri artık son sınıfta değilsiniz. Yarın büyük sınava gireceksiniz. Geleneklerimiz gereği…’ mağaralarda çok altlara ilerlemiş olmalılardı çünkü üstadın sesi giderek daha fazla yankılanmaya başlamıştı. Bir açıklığın önünde durdular ve üstad eli ile kayalardan birine dokundu ve anlaşılmaz sözler söyledi. Kayalar sanki orada olmayan bir dev tarafından kenara itilircesine inlediler ve sürtünmeden oluşan gıcırtılı bir ses ile kenara kaydılar. Devasa sütunlardan oluşun bir şekilde ışığın içeriyi tamamen aydınlattığı her tarafında zırhlar ve çeşitli silahlar bulunan geniş bir odaya gelmişlerdi. Konuşmaya devam eden adam şöyle söyledi

‘ Evet… Geleneklerimiz gereği silahlarınız sizi bulacak siz onları değil.’
Furian itiraz edercesine söze başladı ‘Ama hepimiz özel ve dünyanın hiçbir yerinde olmayan öğretmenler tarafından eğitilecektik. Yasalar gereği son sınıf mezunları özel hocaları tarafından dünyada eğitilir…’ Sesindeki hayal kırıklığı dünyaya çıkamadığından dolayı üzgün olduğunu bariz bir şekilde belli ediyordu ama silahları görünce suratındaki sadece savaşırken takındığı gülümsemenin bir kısmı geri gelmişti.
Üstad tekrardan konuşmaya başladı. Hatta birazcıkta olsun tebessüm etmeyi de başardı ‘Oğlum bu dediklerin zaten olacak her son sınıf öğrencisi özel kişiler tarafından eğitilir ama sanıyorum ki özel hocalarının kim olduğunu önceden tahmin etmen imkansızdı, değil mi?’
Üstad konuştukça ikisinin de merakı artmıştı sonra adam odadan çıkarken ‘Yarın sabaha kadar burada kalacaksınız ve buradan ayrılırken aradığınızı bulacaksınız. Sizinle sabah görüşürüz eşyalarınızı toplamaya vakit yok şafakta yola koyulacağız’ İkisi de ‘Nereye?’ dediler fakat üstadın az önce durduğu boşluğa yetişen soruları havada anlamsızca yankılandı.
‘Pekala’ dedi Xen ‘Madem buradayız bir keşif gezisine çıkalım’ ama Furian çoktan silahları tek tek incelemeye başlamıştı bile. Omuz silkti sağ tarafında bulunan sütunun arkasına doğru gitti. Alanda ışığın az vurduğu yegane yer burasıydı ve bakımlı rafların arasında kalmış tozlu bir kılıç gördü. Kılıcı ilk gördüğünde tarzına hayran kalmıştı ama bu kadar parlak ve ihtişamlı silahlar arasında ne işi olduğunu merak etti. Kılıcın kabzasında yüzleri birbirine bakan biri altın diğeri gümüş iki ejderha vardı sanki kanatlarını açmış birbirleri ile savaşıyorlardı ve kanatları ise kılıcın iki yanındaki çıkıntıları oluşturuyordu. Ejderha motiflerinin ayakları ve kuyrukları birbirine dolanmış ve kılıcın keskin tarafının başlangıcını oluşturuyordu. ‘Tam bir şaheser diye geçirdi’ içinden. ‘Paslanmış olması ne yazık’ Sonra bir dürtü ile kılıcı eline aldı. Dengesi inanılmazdı ve eline aldığı silah o kadar uymuştu ki onu kolunun bir parçası olarak kabul etmişti bile şimdiden. Büyülü olmalı diye düşündü ve kılıcı aldığı yere bırakmaya çalıştı ama elindeki kılıç itiraz edercesine titredi. Şaşkınlıktan ağzı bir karış açıldı. Hayal görüp görmediğini anlamak için tekrar onu bırakmak için hamle yaptı ama elindeki silah tekrardan titredi. Sonra içeriden Furian’ın sesini duydu. ‘Lanet olasıca büyü tanrıları adına benim öğretmenim sen mi olacaksın yani?’ Xen elinde kılıç ile Furian’ın yanına doğru seğirtti ama görünürde kimse yoktu.
‘Beş yüz yıl mı dedin sen?’ dedi Furian şaşkınlıkla
‘Ne saçmalıyorsun ne beş yüz yılı ?’ diye yanıtladı Xen
‘Sana demiyorum, duymuyor musun bana beş yüz yıldır savaştığını söylüyor ?’
‘Kim’
‘Kılıç…’ Furian’ın kafası karışmıştı.
‘Savaşırken umarım sopayla kafana vurmamışımdır’ dedi Xen gülümseyerek
‘Sadece ben mi duyabiliyorum?! Bu gerçekten inanılmaz bu sanatı öğrenmek için bundan iyi bir öğretmen düşünemiyorum üstad haklıymış?’
Xen onun neredeyse delirdiğine kanaat getirecekti ki elindeki kılıç tekrardan titredi. Bu sefer hayal etmiyordu. Furian’ın kılıcına baktı daha dün parlatılmış ve keskinleştirilmiş gibi bakımlıydı. Sonra gözü kendi paslı kılıcına kaydı. Furian’ın kılıcı gibi konuşamıyordu da. Eh üstadın dediği gibi kılıçlar onları seçecekti onlar kılıçları değil. Kaderine boyun eğdi ve kılıcı sağa sola savurarak birkaç deneme yaptı. Tamam eski olabilirdi ama hala bu antikada iş vardı ve dengesi inanılmazdı.
‘Hey seninki de süpermiş tam sana yakışır bir antika bulmuşsun’ dedi Furian ilgisini kendi kılıcından birazcık olsun uzaklaştırınca
‘Ehh..’ dedi Xen söyleyecek hiçbir şeyi yoktu. ‘Kılıç’ dedi fısıldayarak ‘Beni duyabiliyorsan bir daha elimin içinde titre bakalım’ ve kılıç neredeyse neşeyle titremeye başladı neredeyse elinden kurtulup yere düşecekti. ‘Çok güzel. Bana konuşamayan bir kılıç düştü öyle mi?’ tek ve üzgün bir onay sallanışını elinde hissetti. ‘Her ne olursa olsun beni seçtiğine göre sana en iyi şekilde bakmak artık benim görevim sayılır. Seni yarın silah atölyesine götürüp güzelce bir cilalarım. Sıkma artık canını hala güzel bir kılıç olduğunu düşünüyorum’ Bunu neden söylediyse zaten kılıçların duyguları olmazdı. Ama yine de bir şekilde kılıcın mutlu olduğunu hissedebiliyordu…
-----o-----
Mit'e Furian ismi için teşekkürler...