Yazarın Notu: Eh destansı savaşlar kolay anlatılmıyormuş bunu öğrenmiş oldum. Uzun zaman yazamadığım için kendimi affettirmek için biraz bolca yazdım. Birçok sorunuza da bu bölümde cevap bulacağınızı düşünüyorum. İyi okumalar.DENGE
BÖLÜM VII
KAOS SAVAŞI
Ejderhalar dünyaya gönderilmeden çok önce… Dünyaya tam bir kaos hakimdi. Kendinden büyük bir güç olmadığını düşünen insan ırkı sadece yakıp yıkmayı ve üstünlük kurmayı amaçlayan düşüncesizce davranışları ile dünyayı yaşanmaz kılıyordu.
Tarih kitapları der ki, Kaos Savaşı’ndan yüzyıllar önce ejderhalar dünyaya insanları yönetmek için gönderildi. Güçlü, zeki, yetenekli, kimilerine göre ölümsüz ve açgözlüydüler. Bir liderde olması gereken bütün vasıflara sahip bu ejderhalar çağlar boyunca Ejder Krallar olarak anıldılar. Dünyanın bölünmüş ve savaş içindeki her bir krallığına bir ejderha gönderildi ve onları yönetmeleri istendi.
Tanrılar yanılmamıştı. Her bir Ejder Kral ülkesini başarıyla yönetti. İçlerinde bulunan muazzam büyü gücüne ve devasa fiziki güçlerine bir de zekâları eklenince bir anda insanların bu krallara karşı isyan başlatma istekleri azalmıştı. Ejder Krallar’ın en büyük zaafı değerli madenlere ve parlak taşlara olanıydı. Bu zaafları bile insanları yönetmede onların işine yarıyordu. Eksiksiz bir vergi sistemi ile her biri hazinesini ve dolayısı ile ülkesinin ekonomik gücünü büyütüyordu. Bu zenginleşme çağında savaşlara tam yüz otuz iki yıl boyunca ara verildi ve her krallık kendi içinde gelişmeye başladı. Hazine tepeleri büyüdükçe büyüdü ve çeşitli uzak ülkelerden gelen hediyelerle doldu.
Tek sorunları vardı; çok yalnızdılar. Bunun en büyük sebebi de cüsseleri ve etraflarına saçtıkları korkutucu auralarıydı. İnsanlar onlardan korkuyordu. Saygı duyuyordu ama onları bir türlü insan bir kralı sevecekleri gibi sevmiyorlardı. Savaşların ve kaosun son bulmasının yüz otuz yedinci yılında Güneyin büyük ve kudretli büyücüsü Ejder Kralların diyarına ziyarette bulundu. Ejder Krallar bu büyücüye önce temkinli yaklaştılar çünkü insanlar arasında kendi güçlerine denk bir büyü gücüne ve belki de daha fazlasına sahip tek bir kişi vardı.
Talu’ydu, Güney’in aman vermez çöllerinde yaşam mücadelesi veren halkın kralının adı. Söylenene göre büyü gücü o kadar kudretliydi ki; sıcaktan kavuran güneşin altında çağlayanlar oluşturabiliyordu. Denilene göre çölün ortasında, yemyeşil bitki örtüsü olan, çağlayan kenarına yerleştirilmiş bir kalede halkıyla beraber yaşıyordu. Ejder Krallar onu delicesine kıskanıyordu. Çünkü onda sahip olmadıkları tek şey vardı; Halkının sevgisi ve desteği.
Çok geçmeden açgözlülüklerine boyun eğen Ejder Krallar birer birer ordularını toplayıp, Güneyin mutlu görünen halkına saldırmaya başladılar. Talu ülkesini cesareti ve gücüyle korumaya devam ettikçe halkı onu daha çok sevip saymaya başladı. Onun için çölün dibinden büyük taşlar çıkarıp büyük surlar inşa ettiler. Onun heykelleri ile krallıklarının her yanını doldurdular. Açgözlülükleri ile Talu’ya saldıran Ejder Krallar’ın ülkesinde ise işler pek de iyi gitmiyordu. Her Güneye saldırılarında hazineleri azalıyor ve her başarısızlıklarında halkları onları daha çok isteksizce takip ediyordu. Tek istedikleri, tek kıskandıkları sevgi uğruna daha az seviliyorlardı günden güne.
Sonunda tek başına Talu’ yu yenemeyeceğini anlayan ejder krallardan Than, Orix ve Atish bir araya gelip güneyin çöl ülkesine saldırdılar. Dev surlar ejderhaların nefesiyle arka arkaya dövüldü. Açılan deliklerden kuzeyin, yani ejder kralların orduları akın akın Talu’nun cennet parçası şehrine saldırdı. Yıllarca emek verip çalıştığı bütün her şeyin yıkılacağını anlayan Talu, teslim oldu ve krallığına zarar vermemeleri için ejder krallara geri çeviremeyecekleri bir teklifte bulundu. Üç ejder krala, ömürlerinde görüp görebilecekleri en büyük yakutlardan verdi ve bunları öyle bir büyü ile doldurdu ki; ejder krallar bu taşları kullanıp istedikleri zaman insan suretine bürünebileceklerdi.
Talu’nun krallığını yalnız bırakan ejder krallar aynı zamanda çok akıllıca planlanan bir savunma stratejisinin de parçası olmuşlardı. Eğer Talu ölürse yakutların içindeki büyü gücü de solup gidecekti.
Böylece başladı tam kırk iki yıl süren Kaos Savaşları. Diğer ejderhalar da ordular toplayıp Talu’ dan zorla bu taşlardan istemeye çalıştılar ama ne zaman bunu deneseler, Than, Orix ve Atish ‘ den oluşan ittifak karşılarına çıktı. Savaşın kırk ikinci yılında Güneyin aman vermez çöllerinde at koşturan, on sekiz gümüş zırhlara bürünmüş şövalyenin eşliğinde Talu geldi. Bütün krallıklara birer şövalyesini gönderip onlara şunları söyledi:
‘Siz Ejder Krallar, yaptığınız savaşlar ve iktidar kavgaları yüzünden yıllardır fakir düştünüz. Çiftçilere ekin almaları için para vermek yerine askerlerinize kılıç ve kalkan aldınız. Bunun sonucunda halklarınız fakirleşti. Hepiniz ne kadar kötü krallar olduğunuzu bir kez daha kanıtladınız bizlere. Ben ise bunların hepsinin çaresini elimde bulunduruyorum. Krallığımın ücra köşelerinden bin bir türlü zorluklarla getirttiğim on sandık dolusu yakutu sizlerden sadece biri ile paylaşacağım. Bunlar öyle yakutlar ki; kullanana büyük güç ve kudret verecek. Druia Ovasında sandıklarımla birlikte bekliyor olacağım ve hayatta kalan son ejderhaya bu hazineyi hediye edeceğim.’
Ejder krallar akıllıydı akıllı olmasına fakat on sandık dolusu büyülü yakut iştahlarını kabartmıştı. Sonunda bu parlak taşlara olan isteklerini bastıramayan ejderhalar ordularını da toplayıp Druia ovasına akın ettiler.
Talu’ dan hiçbir iz yoktu ve sandık öylece ovanın ortasına bırakılmıştı. İlk oraya ulaşan ejderha Unix sandıkları aldı ve büyülü bir koruma olmamasına şaşırmasına rağmen sandıklarla beraber krallığının yolunu tuttu. Fakat ejder krallar bir bir ovaya gelmeye başladığında yakutların Unix de olduğunu gördüler ve hep birlikte onu yok ettiler. Druia Ovası bir anda birbirine saldıran insanlar ve onarlın tepelerinde uçarak onları yakan alevler gönderen ejder krallarla doldu.

Tam üç gün ve üç gece süren savaş acı bir sonla noktalandı. Bütün insanlar ikinci günün sonunda ölmüştü ve geriye sadece sekiz ejder kral kalmıştı. Ejder kralların her birinin vücudunda ölümcül yaralar vardı ama inatla birbirleriyle savaşmaya devam ettiler. Üçüncü günün sonunda Than ve Orix bu savaşın kazananı olmayacağını anlamışlardı. Atish’in yerde yatan cansız bedenine bakan ikili bir karar verdi. Yakutlarını kullanıp insan suretine bürüneceklerdi ve yerde yatan ölü insanların arasına karışıp bu savaşı bilek gücü ile değil kurnazlıkları ile kazanacaklardı.
Sonunda pullarının arasından kızıl kanlar akan, zalimliği ve krallığında suç işleyen insanları bir bir yemesi ile nam salan Ritua ayakta kalmıştı. Son rakibini de yere serdi koca kızıl ejderha ve büyük bir kahkaha attı. Sendeleyerek yakutlara doğru ilerledi ve pençeli ellerini sabırsızca sandıklara uzattı. O sırada Than ve Orix’ in ona arkadan saldırmak için koştuklarını fark etmedi bile.
Büyük bir kayalığın ardından savaşı yüzünde koca bir gülümseme ile izleyen Talu ellerini havaya kaldırdı ve çok kadim ve büyük güçte büyü sözlerini havada birikmekte olan bulutlara haykırdı. Gökyüzünde şimşekler çaktı ve büyük bir patlama ile sandıklar dolusu yakut etrafa saçıldı. Büyülü sözlerine devam eden Talu hafifçe sarsıldı ve dizleri üzerine çöktü. Yapmakta olduğu kolay bir büyü değildi ama içinde bu işi tamamlayacağına dair inanç vardı. Yakutlar bir araya geldi ve içlerinden bin bir renkte ışık parçası etrafa saçıldı. Birbirine girmiş ve hala savaşan üç ejderin etrafında bir çember oluşturdular.
-----0-----
Xenation kırmızı pelerini arkada delicesine sallanırken atını fırtınanın olduğu yöne doğru hızla sürmeye devam etti. Tam üç gün üç gecedir yoldaydı sürgündeki şövalye. Kaos Savaşı’nın son çarpışmasının başladığını haber alır almaz, Kuzey Doğudaki sürgün adasından yola çıkmıştı. Halkına olan sadakatini son kez yerine getirip huzur içinde Tanrıların katına çıkmaya niyetliydi. Zırhı ve kalkanı mat gümüş renginde kırmızı işlemelerle süslüydü. Miğferinin kafalığının kenarında şahin kanatları oyulmuştu. Bu onuru hak ediyordu da. En hızlı ve en cesur şövalye seçilmişti yıllar önce yapılan sayısız savaşta. Zaten bu yüzden zalim ejder kral Unix tarafından sürülmüştü uzaklara. Halk onu kraldan daha çok sevmeye başlamıştı.
Savaş alanına geldiğinde gözleri hayret ve tiksinti ile açıldı. Tüm insanlar, tüm savaşanlar vücutlarında yanıklar ve geniş yarıklarla yerde yatıyordu. Unix’in cansız bedeninin hemen yanı başında, savaş alanının ortasında hala savaşan üç ejderha büyülü bir şekilde ışık saçan yakutlar tarafından sarılmıştı. Büyük kan çukurlarına bata çıka dövüşmeye devam ediyorlardı.
Talu bu büyük büyüyü tek başına yapamayacağını biliyordu ama halkını korumanın tek yolunun bu ejder kralları sonsuza kadar yok etmek olduğunun da bilincindeydi. Bunun için yıllarca kendisini çelmeye çalışan Kaos Tanrısı Tarundi ile bir anlaşma yaptı. Kaos tanrısı, eğer ona istediği büyü gücünü verirse, o da üzerine düşeni yapıp tarihte görülmüş en büyük savaşı başlatacaktı. Üçüncü günün sonunda üç ejder dövüşürken Kaos Tanrısı doyumun doruklarına ulaşmıştı ve Talu’yu yüz üstü bıraktı. Nasıl olsa istediğini almıştı.
Güzel ve düzgün fiziği olan üzerine sadece beyaz tülden elbise giymiş bir kadın büyücünün bulunduğu tepenin arkasında belirdi. Talu bile onu fark etmemişti ama o gizlice Talu’nun büyüsüne kendi gücünü kattı ve onu destekledi. Talu sonunda büyüsünü tamamladı ve dermanı kalmamış dizleri onu daha fazla taşıyamadı. Öne doğru sendeledi ve talihsiz bir şekilde uçurumdan düşerek can verdi. Savaşan ejder krallardan ise sadece ikisi hayatta kalmıştı ama ışık o kadar parlaktı ki hangileri olduğu seçilmiyordu Xenation. Büyü tamamlandığında savaşan ejderler yok oldu ve savaştıkları kan çukurunun üzerinde biri altın biri gümüş işlemeli iki kılıç belirdi.
Xenation kan çukuruna doğru hızla ilerledi tereddüt etmeden içine dalıp kılıçları çıkardı ve nefes nefese ellerine baktı. Kanın bir damlası bile kılıçlara bulaşmamıştı ve kılıçlar demirci ocağından yeni çıkmış gibi parlıyordu. Kılıçlar ellerinde titreyip onunla konuşmaya başladığında hayretle ağzı açıldı. Ejder Kralların ruhunun bu kılıçlara hapsolduğunu hemen anladı Xenation fakat hangi ikisinin ruhunun hapsolduğunu asla öğrenemedi. Defalarca ‘ Siz hangi Ejder Krallarsınız?’ diye sorduysa da cevap alamadı.
Kılıçları eline aldıktan hemen sonra kan ile harmanlaşmış çamurla kaplı ovanın kenarında güzelliği ve ışıltısı ile dikkatini hemen çeken bir kadın gördü. Kadın o kadar uzakta duruyordu ki neredeyse kadın olduğunu bile zor seçebiliyordu ama yine de içten içe biliyordu dünyadaki en güzel kadındı bu. İstemsice ayakları onu bu kadına doğru götürdü.
Kadın inanılmaz derece düzgün fiziğe sahipti ve vücudunun kıvrımlarını göstermekten zevk alırcasına omuzlarından aşağı sallanan beyaz incecik bir kumaşı sade görünen fakat yakından bakıldığında binlerce detaylı motife sahip olan gümüşten bir kemerle tutturmuştu. Konuştuğunda en pis savaş kokusunu bile silen bahar esintileri Xenation’ a doğru geldi.
‘Kuzeye git Xenation sürgün edildiğin adaya. Sonra kendine bir yelkenli inşa et ve yedi gün yedi gece boyunca Kuzeye git ben yelkenlerini hava ile dolduracağım.’
Xenation hiç ‘Neden?’ diye sormadı. Sormak aklına bile gelmedi. Elinde deli gibi titreyip ona zihninden konuşan ejderha kralları bile duymadı. Atına atladı ve üç gün at sürerek sürgün edildiği adaya ulaştı. Burada kendine yapabileceği en güzel yelkenliyi yaptı ve Güzel kadının söylediği gibi 7 gün boyunca Kuzeye yol aldı. Fırtınalarla boğuştu, dalgalar iki kez gemisini alaşağı etti ama o yılmadı. Ona söz verildiği gibi yelkenleri hep hava ile dolu oldu.
Yedi günün sonunda bitap düşmüş şekilde karaya vurduğunda bacaklarında derman kalmamıştı. Altı günü at sırtında on günü de aralıksız denizde geçiren Xenation kendini kaybetti ve sahile kendini bilinçsizce bıraktı.
Uyandığında etrafı küçük şelale havuzları ile dolu olan bir odadaydı. Temiz çarşafların ipeksi yumuşaklığından bir o tarafa bir bu tarafa dönerken keyif aldı. İnanılmaz güzel görünen meyvelerin kokusu burnuna kadar geldi. Meyveleri açlık ile ağzına tıkıştırırken bir yandan başında duran ve keşişler gibi giyinmiş adama göz gezdirdi. Son lokmayı da yuttuğunda adama dönüp ‘Nerdeyim ben?’ dedi
‘Senin gibi güney krallıklarından kaçan mülteciler arasındasın kardeşim.’ Dedi keşiş olabilecek en sakin ses tonu ile.
‘Benim gibi mi? Ben… Ben halkımın hepsinin öldüğünü sanıyordum.’ Dedi Xenation başını savaş alanının iğrenç görüntüsü ile önüne eğerek.
‘Burada yeni bir yaşam kurduk. Bu küçük yerleşim yerinde inzivaya çekildik ve kendi ırkımızdan olanları yetiştiriyoruz.’ Eliyle işaret etti keşiş ve dışarıya buyur etti yabancı savaşçıyı.
Çocuklar ellerinde sopalar birbirleri ile dövüşürken kadınlar ellerinde sepetlerle onlara meyve ve ekmek taşıyorlardı. İleride büyük beyaz bir binanın avlusu çitlerle çevrilmişti ve genç erkeklerin çoğu bu çitlerin etrafına sıralanmıştı. Ortada ise birbiri ile duello yapan iki genç vardı. Gençlerden biri yapılan hamleyi savurdu ve karşı atağa geçti. Diğeri ise hamleyi karşılamak için çok geç olduğunun farkına vardı ve doğuştan gelen yeteneğini kullanıp havaya yükseldi.
Xenation aniden keşişe döndü ve ‘O…’ şaşkınlıktan cümlesini tamamlayamadı.
‘Evet’ dedi keşiş başını sallayarak ‘Bizler, yani ejder kralların zulmünden kaçanlar, burada bir yaşam olduğunu bilmiyorduk. Buraların bizim krallıklarımızdan bile daha geniş bir coğrafya olduğunu öğrendiğimizde senin gibi şaşırmıştık. Fakat bu ülkeye geldiğimizde damarlarımızda kan yerine havanın dolaştığını ve onu vücudumuzun her zerresinde hissedebildiğini öğrendiğimizde daha da şaşırdık. Bize burada Hava Irkı deniyor kardeşim. Aramıza hoş geldin...’
-----0-----
‘Ve böylece dövüldü ejder kralların ruhunu içinde barındıran güç kılıçları ve böylece bizim topraklarımıza taşındı.’ Dedi Mithalos hafifçe gülümseyerek. İzleyicileri dikkatlerini bir an olsun kaybetmemiş gözlerini bile kırpmadan onu dinlemişti ve soran gözlerle ona bakıyorlardı.
‘Bu davetsiz misafir, adasından sürgün edilen şövalye aslında farkında olmadan beraberinde tüm Tanrıların sahip olmak için can attığı büyülü eşyalar getirmişti…
İyilik Tanrısı Treal bu ejderlere sahip olursa kötülüğün ordularını def edeceğine inanıyordu ve kendine inananlardan büyü gücüne sahip olanlarını eğitmeye başladı. Kendini sırf bu kılıçları bulmaya adamış Arayıcılar topluluğu ilk olarak böyle ortaya çıktı. Her yerde büyüleri ile eşyaların büyü gücünü kontrol edip Tanrıları olan Treal’e mutlu haberi vermek için can atan bir mezhepti.
Kötülük Tanrıçası Psaela ise emrinde çalışan en sinsi, en yetenekli ve en güçlü ırkın üyelerinden elit bir topluluk oluşturdu. Bu topluluk o kadar gizliydi ki bu gün bile isimleri bilinmez. Ama üyelerinin drowlardan oluştuğunu çok iyi biliyoruz.
Kaos Tanrısı Tarundi ve Tarafsızlık Tanrısı Seveal ise ordulara sahip değillerdi. Onlar iyi ve kötü gibi kavramlar için kavga etmezlerdi. Bu yüzden iki taraf da kendine bir şampiyon seçti ve onları büyük güçlerle donattılar. Böylece yeryüzünde Kaos Tanrısı’nın seçilmişi yüzyıllar boyunca ejder kralları ararken Seveal’ın seçilmişi bu kılıçları saklamak ve korumakla görevlendirilmişti.
Xenation’un Hava Irkı tapınağına ulaşmasının yedinci gününde o güzel kadın tekrar ziyaretine geldi ve ona dedi ki: ‘Sen ve senin soyundan gelenler cömertliğimle tanışacaklar ve büyük güç sahibi olacaklar. Nesiller boyu sen ve senin çocukların benim seçilmişim olacak ve elinde tutmuş olduğun kılıçları koruyacak. Şimdi elindeki kılıçları ver ki onları birleştirip daha az dikkat çeken bir hale getirebileyim.’
Şövalye tereddüt etmeden Tanrıçası Seveal’ın önünde dizleri üzerine çöktü ve kılıçları ona sundu. ‘And içerim ki kraliçem ben ve mirasçılarım size hayatlarımız pahasına hizmet edeceğiz.’
Seveal büyülü sözleri söyledi ve büyük bir ışık patlamasının ardından kayboldu. Az önce durduğu yerde eline aldığında hafifçe titreyen ama eski ihtişamlı kılıçların görkeminin yanından bile geçemeyecek kadar paslı bir kılıç duruyordu.
Evet çocuklar doğru bildiniz bu şanlı şövalye Xen’in büyük büyük babasıydı.
Arenadaki savaşa gelecek olursak. Şimdi daha iyi anlıyorsunuzdur umarım O kötücül bakışlı drowların neden müsabakayla ilgilendiğini ve kılıçların bile neden kimliklerini açığa vurmak istemediğini. Hava ırkının üyelerinin dört yüz yıl kadar ömürleri olduğunu düşünecek olursak yaklaşık bin altı yüzyıldır saklı tutulan kılıçların arenada açığa çıkmasının ne kadar büyük bir olay olduğunu şimdi daha iyi anlıyorsunuzdur. Kimilerine göre Kehanet adı verilen öngörüler gerçekleşmişti. Kim bilir belki de dünyanın sonunu getirecek olan ejder kralların gücü tekrar açığa çıkmıştı.
Ama bir şeye emin olabilirsiniz. O gün arenada Tanrısının emirlerine harfiyen uyan tek bir seçilmiş vardı. O da pembe saçları ve savaş boyalı yüzü ile tanınan ne yaptığı belli olmayan deli gnomdan başkası değildi.
-----o-----