Bölüm 12: Hazırlıksız
Nick hala olayların şokunu atlatamamıştı.Olimpos’ta genel bir sessizlik vardı.Nick birden öfkelendi ve Alevsaçan’ı yerden aldı.Kılıfına soktu ve Olimpos’un devasa kapısına doğru koşmaya başladı.Kheiron:
“Nick! Buraya gel çabuk veya beni bekle! Nick!” diye bağırdı ama Nick’in hiçbir şey umurunda değildi.Sadece buradan kurtulmak istiyordu.Bu altından koridorlar,altından kapılar sadece gösteriş içindi.Nick’e gösteriş lazım değildi Ve kaderini öğrenmesi de – şimdilik-gereksizdi. Nick Olimpos labirentinin içinde kaybolmuş gibi hissetti kendini. Bilmediği yönlere doğru koşuyordu.Yolunda karşısına birkaç küçük tanrı çıkıyordu ama onları önemsemeden devam etti.Ardından bir kapı gördü.Kapı devasa boydaydı.Hemen kapıdan dışarı fırladı.Kendini bir dağın tepesinde buldu.Aşağıya baktığında Nick’in başı dönmeye,midesi bulanmaya başladı.Burası neresiydi böyle? Everest mi? Aşağıda gördüğü manzara daha doğrusu sisten hiçbir şey göremediği, ama birkaç bir şeyler seçebildiği manzara şuydu. Aşağıda yüz kadar insan koşuşturuyorlardı. Nick’in anlamadığı ama Yunancaya benzeyen bir dilde insanlar acı içinde bağırıyorlardı. Her yere şimşekler çakıyordu, denizler kabarmıştı, güneş solmuştu,yerli yersiz yangınlar çıkmaya başlamıştı. Herhalde Olimpos’takiler kavgaya tutuşmuşlardı. Her zamanki gibi…
Nick Yunanistan’da olduğunu anladığında bir an ağzı açık kaldı.Burası hep böylemiydi? Tanrılar her kavgaya tutuştuğunda insanlar acı mı çekiyordu.Bu tanrılar bencildi.Sadece kendilerini düşünüyorlardı.
Nick’in aşağıya inmesi gerekiyordu.Çünkü buralardan hemen uzaklaşması gerekti.Hem de hemen.Sonra sağ taraftaki uzun ve dik patikayı gördü.Mırıldandı:
“Keşke tanrılar şuraya bir asansör yaptırsaymış.”
Bunu söylediği anda önündeki toprak çöktü ve içinden kulübeye benzeyen ama altından bir şey çıktı.Nick bunun asansör olduğunu anladığında:
“Hadi canım!” dedi. Ardından kapı açıldı ve Nick içeri girdi.Asansörde tek bir düğme vardı. Ve bu düğme tüm Olimpos malları gibi altındandı.Nick düğmeye bastı. Asansör hızlıca aşağıya inmeye başladı.Nick bir an kusacak gibi oldu. Bugün böyle mide kaldırıcı bir şey daha yaşarsa kesin kusacaktı. Asansör birden sarsılarak durdu. Nick kendini dışarı fırlattığında minik bir harabe gördü.Tanrıların kavgası yüzünden harap olmuş bir meydan.Burası Atina olmalıydı.Sonra Nick amcası Poseidon’un, Athena’yla yaptığı yarışmadan sonra yabasını indirdiği tepeyi gördü.Belki de sakinleşebileceği tek yer orasıydı.Oraya doğru yürümeye başladı.Etraftaki Yunanlar ona yalvaran gözlerle bakıyorlardı. Nick kan ter içinde tepeye çıktı. Meşhur kayaya oturdu ve gözleri denize daldı.Dalgalar karanlık bir şekilde yükseliyordu.Sonra Nick değişik sesler duymaya başladı.Birkaç tıslama,birkaç hırlama,birkaç kanat sesi. Nick önce önemsemedi ama ses git gide yaklaşıyordu.Nick gözlerini kapadı,Alevsaçan’ı eline aldı ve döndü baktı.
* * *
Nick’in Olimpos’tan fırlayıp gitmesi,tanrıları ayağa kaldırmıştı.Nick dışarı doğru koşmaya başladığı anda önce Kheiron hareketlendi.Ama sonra durdu ve tanrılara baktı. Hades ateş saçan gözlerle Zeus’a döndü.
“Al Tanrıların Tanrısı! Gördün mü hazır olan çocuğumu?”
Zeus elini beyaz sakalından çekerek ayağa kalktı ve bağırdı:
“Bu senin çocuğunun sorunu Hades! Savaş yaklaşıyor,kehaneti bilmezse ne yapacak?”
Bu sırada Poseidon yabasıyla ayağa kalktı ve:
“Çocuk hazır veya değil! Ne fark eder olan oldu artık! Nick kehaneti biliyor ve birinin ona,kehaneti nasıl kullanacağını öğretmesi gerek.”dedi sonra da Kheiron’a baktı.Kheiron kafasını salladı.
Hades yine bağırmaya başladı.
“Öğrenmemeliydi! Şimdi öğrenmemeliydi!”
Sonra Ares ayağa kalktı:
“Çocuk öğrendi,hadi savaşa gidelim!”
Athena her zamanki gibi Ares’ten sonra ona karşı çıkmak için kalktı:
“Olmaz Ares hala anlamadın mı? Karşımızdaki Kronos,öyle kolay kolay yenilmez. Ayrıca bu sefer kikloplar ve yüz ellileri bizim tarafımıza geçirmek için biraz zorlanacağız.Kolay olmayacak.”
Afrodit kalktı ve:
“Gereksiz tartışma yapmayalım.Kronos psikopatın teki! Bizi yok etmek için her şeyi yapacak!”
Sonra Artemis kalktı:
“Tabi biz bir şey yapmazsak bu böyle.Sana göre biz bir şey yapmayalım,direk kaybedelim.Sana iki tane makyaj malzemesi versinler sen Tartaros’ta bile yaşarsın.”
Bu tartışma böyle uzayıp gitti.Neredeyse bütün tanrılar tartışıyordu.İki tanesi hariç. Hüneş tanrısı Apollon ve demircilik tanrısı Hephasteus tartışmadan uzak duruyorlardı.Sonra Apollon yavaşça yerinden kalktı ve Hephasteus’un yanına gitti.Sonra çizik dolu ve yamuk yumuk yüzüne bakarak konuştu:
“Hephasteus, sana bir şey soracağım. İlahi bronzdan bir yayı ve ilahi bronzdan 300 tane oku ne kadar zamanda yapabilirsin?”
Hephasteus çarpık gülümsemesiyle:
“En fazla yarım saatimi alır.”
Apollon gülümseyerek:
“O zaman çabuk ol, çünkü Nick’in buralarda o kadar dayanabileceğini sanmıyorum.”
Hephasteus topallayarak büyük salondan çıktı.Apollon kargaşadan yararlanıp Olimpos’tan çıktı. Bir eve girdi ve seslendi:
“Johan! Hemen hazırlanmaya başla!”
Sonra içerden 16 yaşlarında,dağınık sarı saçlı,uzun boylu bir genç çıktı.
“Peki baba hemen giyiniyorum.Ama silahım?”
“O iş halloldu. İlahi bronz’dan bir yay ve ilahi bronzdan 300 ok.Birde..”dedi ve koltuğun üstünde bir ok torbası belirdi. “Johan,bu özel bir ok torbasıdır.Bunun içindeki oklar asla bitmez.Sen attıkça yerine yenisi gelir.”
Johan bu söylenenleri hiç şaşırmadan ve heyecanlanmadan dinliyordu.Sanki bu görevlere alışkın gibiydi.Sonra içeri gitti. Bir 10 dakika sonra savaşçı kıyafetleriyle odadan çıktı.Eski yayını omzuna astı. Yeni ok torbasını aldı ve:
“Ben hazırım” dedi…