Öncelikle belirteyim günlükte bayağı bir dağınıklık var. Onu bilerek yaptım yani Nick'in derslerinin iyi olmadığını biliyordunuz ilk bölümlerden bunu daha bir göz önüne sermesi için. İyi okumalar

Bölüm 14: Kahramanların Günlüğü
Canavarlar yavaşça yaklaşıyorlardı. Herhalde Hades’in oğlunu kızdırdıkları için biraz korkmuşlardı. Empusalar alev fışkıran gözleriyle Nick’e bakıyordu. Nick ne zamandır yemek yemiyorlar acaba diye düşündü. Arkasını dönüp Johan’a baktı. Johan biraz yorgun görünüyordu ama Nick’e güven veriyordu. Yanına yürüdü ve:
“Sana nasıl teşekkür edeceğim?”
Johan canavarları göstererek:
“Önce şunları halledelim. Ama kolun nasıl?”
Nick kolunu hatırlayınca birden acısını da hissetti. Sanki biri sol tarafına kibrit yakıp atmıştı. Acıyı unutmaya çalıştı.
“Hadi o zaman başlayalım!”
Nick bunu söyledikten sonra Alevsaçan’la birlikte canavarlara yürüdü. Empusalar drakonlara hırladılar. Drakonlar onlara tıslamayla cevap verdi. Sonra iki empusa ileri çıktılar. Dişleri dudaklarından fışkırmışlardı.
“Gelin bakalım vampircikler!”
Bunu duyunca empusalar hırladılar. Sonra da hırlamayla karışık bir İngilizceyle:
“Vampir mi! (iğrenç bir kahkaha) Onlar güçsüzdür melez. Biz onlardan kat kat güçlüyüz. İstersen üstünde gösterelim.” Dediler ve Nick’e doğru süzülmeye başladılar. Nick silahına sıkıca sarıldı. Empusalarda hançerlerini çektiler ve hırlayarak saldırdılar. Nick daha önceden kikloplarla, drakonlarla dövüşmüştü ama bu kadar hızlı vampirlerle hiç dövüşmemişti. Hançer darbelerini zar zor karşılıyordu. Ardından bir yay sesi duydu ve empusalardan birinin toz olmasını diledi. Ama öyle olmadı, ok sağ taraftaki empusanın göğsüne gelmişti fakat o sadece bir an duraksadı ve daha hızlı hamleler yapmaya başladı. Nick Alevsaçan ile kendini koruyordu ama daha ne kadar dayanabilirdi ki? Sağdakine baktı. Biraz da olsa yaralanmıştı, Nick onun işini bitirmeliydi. Alevsaçan’ı empusanın hançer tutan eline geldi ve eli koptu. Empusa inledi ve dişlerini gösterdi. Silahsız bir empusa, en az silahlı bir empusa kadar tehlikelidir. Silahlı empusa, silahsız olana hırladı. Yaralı empusa geri çekildi ve izlemeye başladı. Hançerli empusa hançerini Nick’e doğru fırlattı. Nick’in kalp atışları hızlandı ve küçükken karate derslerinde öğrendiği şeyi yaptı: Yana yuvarlandı. Tam Alevsaçan’la empusayı öldürecekken arkasından bir inleme geldi. Dönüp baktığında Johan’ın kanlar içinde yattığını gördü.
“Johan!”
Empusa kanı görünce durdurulamaz bir şekilde koşmaya başladı. Hayır, Nick buna izin veremezdi. Onu ne kadar tanımıyor olsa da ona çok yardımı olmuştu. Alevsaçan’ı kaldırdı ve empusayı geri püskürttü. Sonra Nick drakonları tamamen unuttuğunu fark etti. 6’ısı birden yaklaşıyorlardı. Çatallı dilleri ve ellerindeki sivri uçlu mızraklar Nick’in tırsmasına yol açmıştı. Nick Alevsaçan’ıyla empusaya koştu. O, arkadaşını yaralamıştı. Mızrağının alevleri kabardı. Nick Alevsaçan’ı empusanın kafasına indirdi. Empusa, çığlık çığlığa toz oldu. Bir empusa daha vardı. Onu da indirmek için Alevsaçan’ı kaldırdı, ama kaldırdığı anda karnında müthiş bir acı hissetti ve yere kapaklandı. Bu acı, kolunun acısından da fenaydı. Karın bölgesine bir mızrak isabet etmişti ve orası ısınmaya başlamıştı, bu kandı. Etrafınızda bir empusa varken bir yerinizin kanaması berbattır. Nick’in göz kapakları hafifçe kapanırken gördüğü son şey koca dişleri boynuna doğru inen bir empusanın toz bulutuna dönüşmesiydi. İstediği son şey ise, yer altından en kıdemli ruhların çıkıp şu mahlukatları yok etmesiydi. Ve gözleri kapandı.
* * *
Nick yavaşça göz kapaklarını açtı. Uyanabildiği için tanrılara dua ediyordu. Peki ama nasıl uyanabilmişti? Karşısında 6 tane drakon vardı. Ve bunların hiç savaşmadan ölmesi de bir garipti doğrusu. E Johan’da yaralıydı. Kim yok etmişti onları? Sonra tanıdık bir yerde olduğunu fark etti. Etraf yeşillikti, bir samanlık vardı, bir orman vardı… Ve bir de Sentor vardı. Kheiron Johan’la Nick’i göstererek:
“Size o kadar çok nektar içirdim ki, kül olmadığınıza dua etmelisiniz.”
Nick buruk bir şekilde gülümsedi. O nasıl bir mızraktı öyle! Karnını deşip geçmişti. Sonra göbeğine dokundu hala biraz acıyordu, o kadar nektara rağmen. Hemen geri dönüp Johan’a baktı.
“Johan! İyi misin? Bir şeyin var mı?”
Johan kafasını iyiyim anlamında salladı.Sonra da:
“Bunu nasıl yaptın Nick? Yani tamam Hades’in oğlusun ama bayılırken bunu nasıl yapabildin?”
Nick o anda şok oldu. Demek ki bayılmadan önce dilediği şey gerçekleşmişti. Kıdemli ruhlar gelip canavarlar yok etmişti.
“Ne gördün?”
Johan o anları büyük bir duygu karmaşası içinde anlatmaya başladı:
“Sen yere düşmüştün, empusa üstüne üstüne geliyordu. Bende yerdeydim ama onu görüne yayıma bir ok koyup fırlattım ve onu buharlaştırdım. Sonra drakonlarda gelmeye başladı, ama daha fazla gücüm kalmamıştı. Sadece ‘Hayır, gidin!’ diye bağırabiliyordum. Tam o anda senin yattığın yerden 20 kişilik bir grup çıktı. Bunlar tamamen Yunan zırhları ve Yunan silahlarıyla donatılmıştı. Bunlar drakonlarla savaştılar ve sadece 2 kayıp vererek onları yok ettiler. Sonra önünde saygıyla eğildiler ve yer altına geri girdiler. Ardından Kheiron geldi ve bizi buraya getirdi. Gerisini bilmiyorum çünkü bende baygındım.”
Nick olanları şaşkınlık içinde dinledi.
“Demek ki sana bir can borcum var.”
Johan :
“Hayır, tam tersine benim sana bir borcum var. Sen onları uyandırmasan biz çoktan babanın yanına gitmiş olacaktık.”
Nick olanları dinledikten sonra yattı ve masmavi gökyüzüne baktı. Ardından toynak sesleri duydu ve doğruldu. Kheiron elinde Milattan Önce’den kalma bir defterle gelmişti. Kapağında Antik-Yunanca bir şeyler yazıyordu. Ayrıca bu hayatında gördüğü en kalın defterdi.
“Bak Nick, bu
kahramanların günlüğü. Senden artık düzenli bir şekilde bir şeyler yazmanı istiyorum. Bu senin için önemli. Çünkü çok sert bir darbe alınca yaşadıklarını unutabilirsin. Bu bir önlem anlayacağın.”
Nick böyle şeylerden hiç hoşlanmazdı.
“Bu gerçekten gerekli mi?”
Kherion ciddi bir şekilde:
“Gerçekten gerekli.”
Nick bir an gerildi. Kheiron’u hiç bu kadar gergin görmemişti.
“Peki ver de yazalım.”
Kheiron günlüğü,tüy kalemi ve mürekkebi uzattı.Nick dikkatlice aldı çünkü bunu şehirde görseler tarihi eser diye el koyarlardı. Sonra Kheiron yine konuşmaya başladı:
“Orada bütün kahramanların yazıları vardır.
Herakles’in bile…”
Nick günlüğü eline aldı. Artık sararmış ve bazı yerleri yırtılmış sayfaları çevirirken yazılar gözüne çarpıyordu. Sonunda bir yazı gözüne çarptı:
Nick Turedo. Başlık buydu, Yani Kheiron her şeyi hazırlamıştı. Ve Nick yazmaya başladı.
Selam ben Nick,
Ben direk konuya gireyim. Bugün bir sürü pis canavarla savaştım. Ve paçamı zor kurtardım, az kalsın babama gidiyordum yani. Ayrıca bugün kehaneti öğrendim. Ve kehanetteki çocuğun kim olduğunu da buldum sanırım. Gideceğim sarayın hangi saray olduğunu tam olarak bilmiyorum ama bu çocuk sayesinde oraya gideceğimi biliyorum. Bu arada bende drakonlara karşı bir kin uyandı. Gördüğüm her drakonu parçalayacağıma yemin ederim. Hatta Styks Nehri üstüne yemin edeyim. En azından denerim. Ya neyse ben paçayı kurtardığıma şükrediyorum ve o gelen savaşçılara da çok şey borçluyum. Tabii ki de Johan’a da. Johan’dan bahsetmeyi unuttum. Bu çocuk Apollon’un oğlu. Ona yakışır bir şekilde ok atıyor. Yani babasına layık biri, ya ben? Ben layık mıyım? Daha bu canavarları bile öldüremiyorum. Ama ona layık olacağım, bir gün…
13 Mayıs 2010