
Kıbrıs adasında Amanthontus’da Pygmalion adında bir heykeltıraş yaşıyordu. Bu adam mesleğinin aşığıydı. Hayatta biricik zevki yaptığı cansız ve dilsiz heykeller arasında vakit geçirmekti.
Onun insanlardan kaçması ve onlardan nefret ederek ruhsuz heykeller arasına sığınmasının sebebini Propoetides’lerde aramak gerekir. Propoetides’ler kimdi? Bunlar, Aphrodite’ye inanmayan ve onun kudretinin inkar eden Amothonte’nin genç kızlarına verilen isimdi. Bu kızları cezalandırmak için Aphrodite, kalplerine şehvet doldurmuş ve utanma perdelerini yırtarak onları birer yüzsüz yapmıştı. Onlar rastgeldikleri erkeklerle nerede olursa olsun, köpekler gibi çiftleşirlerdi. Sonunda onların hepsi birer kaya oldular da bu rezalet, bu iğrenç haller sona erdi.
İşte asil ruhlu Pygmalion bu kızları görerek kadınlardan iğrenmiş, canlı insanlardan nefret etmişti. Bilhassa o kadınların tolu bulundukları yerden veba hastalığından kaçar gibi uzaklaşırdı. Bu heykelci aynı zamanda gönüllere sevgi sokan Aphrodite’ye ibadet etmezdi.
Bir gün Pygmalion fildişinden bir kadın heykeli yaptı. Bu heykel, o kadar güzel, o kadar gönül alıcı oldu ki; heykeltraş, yaptığı heykelin aşığı oldu. Onu candan sevdi. Fakat, ruhsuz heykel onun sevgisine mukabele edemiyordu.
Aphrodite, bu garip aşka acıdı, bir gün cansız ve soğuk heykeli kolları arasında sıkar ve öperken Pygmalion, birden bire fildişinin cnlandığını ve puselerine karşılık verdiğini hayretle gördü. Bir mucize olmuş, heykel canlanmıştı.
Pygmalion sevgisiyle ruh vermişti cansız heykele. Sevginin gücüydü bu mucizeyi yaratan.