Güneş dağların ardında batarken göçmen kuşlar neşeli sürüler halinde Ergenekon'un ötesine uçuyorlardı.Kış yakındı.Basat dik yokuştan oflaya puflaya fakat büyük bir hız ve gayretle küçük kulübesine doğru tırmanıyordu.Kuşları gördüğünde söylendi, "Keşke biz de o kadar kolay kurtulabilsek bu yerden."
Rahat ve mizahi bir ses ona yanıt verdi." O zaman yakındır ustam." Basat kulübesine yaslanmış onu bekleyen çırağını fark etti.Genç adam her zamanki gibi tam vaktinde olması gereken yerdeydi.Basat bıkkınca gülümsedi "Umarım, umarım."
Kulübeye beraber girdiklerinde Basat çay demleyip bir sandalyeye oturdu.Ustasının önemli bir şey anlatacağını sezinleyen çırağı da ufak bir iskemleye ilişiverdi.Ustası alnındaki terleri silip Çamuş'la konuşmasını, gördüğü kurdu ve bunun hakkında ne düşündüğünü teker teker anlattı.
Çırağı sonuna kadar put gibi dinledi.Basat!ın sözleri bittiğinde yavaşça ne düşündüğünü söyledi.
"Bence bu bir işaret Ustam.O kurt kutsal."
Başat kaşlarını kaldırdı.Bir süre bu tezi düşünürken yüzünde çocuksu bir ifade vardı. "Demek kutsal ha ? Genç çırağım benim, uzun zamandır ilk defa ciddi ve doğru bir bilgi verdiğini görüyorum." dedi. Çırağı hala yüzünden ciddi ifadeyi atamamıştı. Derken bir adam geldi " Basat Usta odunlar yığılmaya başlandı istediğiniz yere..." deyip gitti adam. Basat hala gülümser bir haldeyken ayağa kalktı ve odunların yığılmasını izlemeye koyuldu uzaktan. "Bak genç çırağım, şurayı izle Koray, odunları görüyor musun ? İnsanların nasıl da kurtulmak için her şeylerini söküp getirmiş olduklarını görüyor musun ha ? " dedi o ihtiyar ama güçlü sesiyle.

Neşeli çırak Koray hayatında hiç olmadığı kadar çok ciddi görünürken onlarla aynı şehirde yaşayan Toygar isimli bir genç Mu Nehri'nin üzerindeki taş köprüde sevgilisini bekliyordu.
Toygar, sevgilisini beklerken çok sabırlıydı. Türkler böyleydi işte, beklemeyi bilirlerdi, tek bir konu hariç, Ergenekon'dan kurtulma isteği...
O sıralar herkesin kafasını kurcalayan sorular "Nasıl çıkarız, nasıl kurtuluruz?" türünden milyonlarca soruyken, Toygar'ın bildiği bazı şeyler vardı. Çıktıkları zaman hazırlıksız yakalayabilecekleri düşmanlar, intikam alabilecekleri Moğollar vardı. Atalarını öldüren, soylarını kurutmaya çalışan Moğollar. Neyse ki Göktanrı Türk'e asil bir kan ve bir görev vermişti. Artık pek az kimsenin hatırladığı şu sözleri Toygar sinirli anlarında tekrarlardı kendi kendine.
İşitin: Üstte gök basmasa, altta yer delinmese, Türk milleti, ilini töreni kim boza bilir ?
İşitiyordu, gerçekten işitiyordu atalarından gelen o sesi. Damarlarında akan kuvvetin farkındaydı, değil binlerce Türk'ü, bir Türk'ü bile durduramazdı dağlar. Çıkacak, hükmedecek, intikam alacaklardı. Kendi yurtlarına, ovalarına, sularına kavuşacaklardı...
Köprüde ne kadar zamandır beklediğini bilmiyordu. Öylece düşüncelere dalmış sevgilisini beklerken suların akışını izliyordu boş boş. Derken sevgilisinin sesini duydu, o saf, sevgi dolu aşk dolu sesi... "Toygar? Merhaba... " diyen utangaç ama sevgili bir ses. Kumral yanakları al al olmuş, dalgalı bakır rengi saçları rüzgarda eserken ve utangaç bir şekilde gülümserken farkında olmadan büyülüyordu Toygar'ı. "Hoşgeldin Ceylin." diyebildi sadece söylenebilecek o kadar güzel laf varken. İkisi de birbirini saf bir aşk ile seviyordu, ikisi de aşıktı ve ikisi de sessizliğin konuşmaktan daha fazla şey anlattığını biliyorlardı.
Güneş batıyordu, nehir ise Kuzey'den Güney'e doğru akıyordu. Ne kadar sessiz kaldıklarını ikisi de bilmiyorken sessizliği okşarcasına konuştu Ceylin. "Çıkabilecek miyiz Toygar ? "
Toygar, soruyu duymasına rağmen bir kaç saniye sessiz kaldı. "Bence esas kurtulmamız gereken şey içeride kalma korkusu. Düşünsene, yaklaşık dört yüz yıldır bu dehlizdeyiz ve bizden önce kimse çıkmayı düşünmemiş ?"
"Ne demek bu ? "
"Bu şu demek oluyor ki, Türk ırkının burada kalmak için bir sebebi olmalı... Burası alelade seçilmiş bir yer olamaz. Tam olarak bilemiyorum fakat burada kalmamızın bir sebebi olmalı..." Konuşurken o kadar kaptırmıştı ki kendini, az kalsın Ceylin'le konuştuğunu unutuyordu. Tekrar kendine geldiğinde gözlerini Ceylin'e çevirdi. Onun parlak elâ gözleri ile Toygar'ın kehribar gözlerinin birleştiği anlar hep gülümsemeleri doğuruyordu.
Toygar istemeye istemeye "Soğuk oldu.." dedi. "Gitmelisin artık, hem merak ederler şimdi. " Ceylin de gülümsedi ve sadece "Hoşçakal..." diyebildi. Ceylin, köprünün bitimine kadar yürüdü. Sonra durdu ve dönüp tekrar baktı Toygar'a. Çevik, zeki ve sevgi dolu birini karşısına çıkardığı için tekrar tekrar şükretti Göktanrı'ya.
Ceylin yeniden arkasını dönüp giderken nedenini bilmediği bir gülüş yayıldı Toygar'ın yüzüne... Sadece seviyordu onu. En az kılıcını sevdiği kadar...
Toygar ve Ceylin isimlerini bulduğu ve ufak tefek araştırmalara yardımcı olarak yükümü hafiflettiği için
mit'e sonsuz teşekkür ediyorum... =)
black_helen &
aNTiSePTiK