Rocio, İspanya’da soylu bir ailenin kızı olarak dünyaya geldi. Babası İspanya’nın İngiliz elçisiydi, sık sık dönemin ingiltere kralınae ziyaretlerde bulunur, armağanlar götürürdü. 15 yaşına bastığında saraya Rocio’yu da götürdü, bu onun bütün hayatını değiştirecekti.
Dönemin kralı çapkınlığıyla ün salmış bir hükümdardı, saray hayatı onun ve metreslerinin entrikalarıyla sallanıp duruyordu. Genç ve güzel Rocio’yu ilk gördüğünde onunla fazlasıyla ilgilenmiş olması babasının dikkatini çekti. Babası güç meraklısı, hırslı, düzenbaz bir adamdı ve kral ona kızının sarayda kraliçenin hizmetkarı olarak kalmasını teklif ettiğinde seve seve kabul etti.
Babasının hırsı, azmi ve güç tutkusu kızına da geçmişti elbette. Kadınların hiçbir değerinin olmadığı bu dönemlerde elde edebileceği en yüksek güç kraliçe olmak yada kralın yatağına girebilmekti, o da bunun için uğraşmaya başladı. Beş yıl boyunca kralın en gözde metreslerinden biri oldu ama asla tek olamadı, bu kadar çekişme ona bir erkeği nasıl etkileyeceğini, nasıl renk vermeden yalan söyleyeceğini ve yaptığı her işi nasıl gizliden gizliye yürütebileceğini öğretti.
Ama hiçbiri bir işe yaramadı. Kaybetti. Kral diğer metreslerinden biriyle evlendi ve Rocio yeni kraliçenin yanında, sarayda öylece kalakaldı. Kraldan ve yeni eşinden nefret eder oldu, orda kalmayı gururuna yediremedi ve öfkesini içine atıp İtalya’ya gitti, yakın bir dostunun yanına. İspanya’ya dönemezdi, başarısızlığından sonra ailesi ondan nefret eder olmuştu, o da onlardan.
Bir zamanların popüler kraliçe adayı olarak gelişi İtalya’da, yakın çevresinde duyulmuştu. Soyluluğu ve hayatı ilgisini çekmiş olacak ki İngiliz kökenli bir vampir tarafından dönüştürüldü soğuk ve karanlık bir gecede. Sonradan bu vampirin İngiliz kraliyetinin eski bir düşmanı olduğunu ve Rocio’yu bunun için dönüştürdüğünü öğrenecekti.
Ve bir gece, İspanya’da bütün Ravna ailesi katledildi. Hepsinin vücutları parçalara ayrılmış ve birbirine karışmış olarak bulundu, elbette işin en ilginç yanı malikanelerinde çok az kan bulunmuş olmasıydı. Halk bunun şeytan işi olduğunu düşündü ve üzerinde fazla yorum yapılmadı, örtbas edildi.
Bir ay sonra da İngiltere’de, kral, kraliçe ve kralın eski ve yeni bütün metresleri benzer bir katliama uğradı. Metreslerin sadece kanları çekilmişti ama kral ve kraliçenin başına gelenler çok daha dehşet vericiydi, odalarında her yer kıpkırmızı kana boyalıydı ve vücut parçaları tanınmaz bir halde etrafa saçılmıştı. Sarayda büyük bir dehşet uyandıran bu katliam büyük bir başarıyla örtbas edildi, diplomasi ve siyaset gereğince dışarı yansıtılmadı.
Kimse bunları Rocio’nun yaptığını bilmedi. Gizliliği iyi bilirdi. Sadece kralla kraliçenin kanını içememişti, gururuna yedirememişti onların bozuk soylarının kanını içmeyi, ama onları büyük bir zevkle parçalamıştı.
İtalya’ya geri döndü, yeniden doğduğu topraklara. İspanya’da kalamazdı. Yalanla dolanla geçirdiği gençliğini herşeyi öğrenerek, okuyarak telafi etmeye karar verdi. Pek çok konuda bilgi sahibi olmaya adadı kendini, özellikle karanlık sanatlarda, nekromanside. Ve yaptığına rağmen, yıllarca biriktirdiği hırs ve nefretinin kalıntılarıyla yaşamaya devam etti – buna yaşamak deniyorsa tabii.