Son on dakikadır klavyesindeki tuşu dövüyordu ama tepkisiz ekran en sonunda pes etmesine neden oldu. Oflayarak başını kaldırıp modemde yanıp sönen kırmızı Işığa baktı. "Siktir." dedi. Sandalyesinden kalkarak mutfağa gitti. Buzdolabının kapısını açarak bir süre serinliğin tadını çıkartarak durdu öylece. En sonunda cam soda şişesini alıp mutfak tezgahınına vurarak açtı. Balkona geçip sigarasını yaktı ve karın sessizce yeryüzüne düşmesini izlemeye başladı.
On altı senedir bu evde yaşıyordu. İğrenç bir muhitti ve komşularından nefret ediyordu. Her gün eve gelmek için kullandığı yolda oluşan trafikten tiksiniyor, markete gittiğinde konuşmak zorunda kaldığı insanları görmezden geliyordu. Arkadaşları ile asla burada buluşmuyor semtteki hiç bir restoran ve kafeye uğramıyordu. Kelimenin tam anlamıyla yaşadığı yerden nefret ediyordu.
Ama balkonunun önünde titreyerek yanan bir sokak lambası vardı ve bu kış gecesinde düşen karlar o Işığın altında çok huzur verici, hatta romantik görünüyordu. Mutluluğu küçük şeylerde bulabilen biriydi ve evet o titreyerek yanan sokak lambasının aydınlattığı iki bina arasındaki otoparka düşen kar taneleri onu mutlu ediyordu. Yılda bir kaç günlüğüne de olsa yaşadığı bu semt ona cehennem gibi gelmiyor aksine rahatlatıyordu.
O anda evrende sadece o ve titreyerek yanan bir sokak lambası varmış gibiydi. Ne eve gelip her şeyini götürmeye çalışan haciz memurları, ne o onu terk eden eski karısı, ne arabasını çizen küçük veletler ne de akşamları çöp toplamaya gelen dünyanın en suratsız kapıcısı. Sadece o ve titreyerek yanan sokak lambası.
"İnsanın kendini bütün dünyadan soyutlaması ne kadar kolay" diye düşündü. Sadece iki sene yetmişti. İnsanlarla olan bütün ilişkilerini koparmış, işi haricinde kimseyle muhattap olmaz hale gelmişti. Mal varlığının hepsini kaybetmişti. Sigarasını balkondan aşağı attı ve içeri geçti. Sadece toz ve ayakizleriyle dolu eşyasız salonuna bakarak yarım ağızla gülerek yatak odasına gitti. Evin kullandığı tek oda. Isınmak için kollarını vücuduna sürterek yatağına sırt üstü uzandı ve düşünmeye devam etti. "36 saattir hiç bir insan evladıyla konuşmadım. Bu gece uyurken ölürsem en az bir hafta kimse yokluğumu fark etmez. O zaman bile işten bir kaç kişi beni arar, ulaşamaz, en sonunda sabredemeyip kovulduğumu ve bir daha ofise gelmeme gerek kalmadığına dair bir mail atarlardı. Ve cesedim kokup, ev böcekleninceye kadar kimse yokluğumu fark etmez. Haftalar belki aylar."
Dünya üzerinde bu kadar az etkisi olduğunu fark ettiğinde adam garip bir şekilde huzurlu hissetti. Neredeyse yok denebilecek kadar az sorumluluğu vardı ve yakın zamanda yenisi eklenmeyecekti. Kendi zamanını kendi istediği gibi değerlendiriyor, kendinden başkasının kaprisleri ve acılarıyla uğraşmıyordu. Yalnızlığının içinde çürüyüp gidiyordu ama en azından yaşadığı bütün acıları kendi kendine yaşatıyordu. Kimseyi suçlamasına gerek yoktu. Kimseye darılmasına gerek yoktu. Kimse ona acımıyordu. Kimse ona yardım etmiyordu. Ve işin aslı adamın bununla hiç bir sorunu yoktu. Tek başına olması ona yetiyor gibiydi.
Başını çevirerek modeme baktı. Kırmızı yanıp sönen Işığın, sabit bir yeşile döndüğünü görünce gülümseyerek bir anda doğruldu ve masasının başına geçti. Ve her gece olduğu gibi o ekranın karşısında, o koltukta, o mavimsi Işıkta, tek başına çürümeye devam etti.