Duvardaki büyük saat sabah altıyı gösterdiğinde çanlar altı kez çaldı ve saatin üstündeki ufak kapaktan yeşil bir ışık parçacığı adeta süzülerek çıktı, havada gezinerek süzülmeye devam etti ve ardından Lisef’in burnunun tam üzerinde durdu. Ufak bir saniye bekledikten sonra adeta bir hapşırık sesi çıkartarak patladı ve içinden yedi-sekiz tane daha yeşil ışık parçacığı çıktı.
Yeni çıkan parçacıklar da patladılar ve her biri ilk seferde olduğu gibi patlaya patlaya çoğalmaya devam ederken Lisef gözlerini ufak ufak aralamaya başladı. Yeşil parçacıklar artık o kadar çoğalmışlardı ki odanın her yeri yemyeşil olmak üzereyken Lisef birden tam olarak doğruldu, şaşkın gözlerini odada gezdirdi ve “Neler oluyor haa?” diyebildi. Havadaki onlarca yeşil parçacık dönüp birbirilerine baktı, sonra küçük bir bebeğin hıçkırığına benzeyen bir sesle hepsi birden ‘patt’ diye sönerek ortadan kayboldu.

Artık uyanmış olan Lisef, olağanüstü olaylara hala alışamamıştı. Kalktı, banyoya gitti yüzünü yıkadı ve aynaya bakarken kendiyle tartışmaya başladı. Farklı, çok farklı bir alemdeydi. Yalnız Hızır’ın çıraklarının bulunabildiği 4.5.* boyuttaydı. Boyut 4.5 Hızır’dan aşağı, insanlardan yukarı bir boyuttaydı. Sihirli saatler, sözgeçler, ilginç ilginç insanlarla düşüp kalkıyordu adeta. Ne olduğunu hiç bilmiyordu. Sadece Hızır ile görüşmeye gelmişti. “Hızır ile görüşüp hemen eve dönmeliyim.” diye düşünürken Leonan’ın kendi gibi yeşil Sözgeç’i geldi. “Efendim sizi kahvaltıya bekliyor… Efendim sizi kahvaltı…” derken Lisef daha önce Leonan’dan gördüğü şekilde eliyle git işareti yaptı ve Sözgeç geldiği gibi geri gitti.
Elinde havluyla gayet rahat tavırlarla yüzünü kurulayarak geldi yemek masasına. Leonan gayet sakin ve seri hareketlerle kahvaltısını ederken Lisef’in geldiğini görünce mendiliyle ağzını sildi ve “Otur Lisef, otur, iyi beslenmelisin, bu gün okul için alışverişe Efsuncular Caddesi’ne gidiyoruz. Çok yorulacaksın çok!” dedi.
Lisef alık alık baktı Leonan’ın suratına, “Ne okulu yahu? Benim Hızır ile görüşmem lazım!” dedi biraz da sinirli bir şekilde. Leonan da ciddileşti ve “Bildiğini sanıyordum Lisef, Buçuk Alem’e bunun için geldin, Efsun, Tılsım, Vefk, İlm-i Ledün alanlarında uzmanlaşmak üzere eğitime geldin. Ben Hızır’ın Çırağı Leonan, özel servis gibi düşünebilirsin beni, teslimatı alır, istenilen şekilde hazırlar, istenilen yere götürürüm. Seninle neden özel olarak ilgilenildi bilmiyorum fakat bak işte…” Gömleğinin cebinden bir kağıt çıkardı ve Lisef’e gösterdi. “İşte burada,”
Leonan, lütfen Bay Lisef Aracan ile benim için yakından ilgilenip, en yakın zamanda kaleye getirilmesi için yardımcı olunuz.
Hızır
Lisef, şimdi anlıyordu. “Peki… Yani yanlış anlama geri dönmek istediğimden değil ama, o iğrenç Yetimhane’ye bu durumu nasıl açıklayacağız?”
“Merak etme, senin başka bir yetimhaneye aktarıldığın konusunda bir mektup ellerine ulaştı bile. Sen şimdi kahvaltını et, hazırlan ve alışveriş için gerekli parayı yanına al, paran var öyle değil mi?”
“Ee.. Evet Leonan, param var.”dedi ve gözüne kestirdiği bir dilim karpuzu mideye indirdi Lisef.
*** *** *** *** ***
Cebinde parası, üzerinde ise Dünya kıyafetleriyle Efsuncular Caddesi yolundaydı Lisef.. Aslında gitmek için Gezdir’i de kullanabilirdi ama Leonan’ın yolda anlatacakları vardı. “Hızır ve İlyas…” dedi Leonan. “ İskender ile birlikte iki denizin birleştiği yerde, Ab-ı Hayat’ı aramaya çıktılar. Yolculuk çok zorluydu ve çok çetin geçiyordu, iki denizin birleştiği yere, yani Meracel Bahreyn’e giden yolculukta yedi iklimi geçmek zorundaydılar, Buzullarla, karlarla insanı adeta bıçak gibi kesen soğuklarla, ardından yağmur ormanlarıyla, ardından çöllerle, ardından denizlerle mücadele ettiler. Lakin İskender bu yolculuğa dayanamadı, ne dedi, ne konuştu bilinmez ama onlardan ayrıldı. Hızır ve İlyas yılmadan devam ettiler ve sonunda Meracel Bahreyn’e ulaştıklarında Yaratıcı onlara Gizli İlimler’i öğretti ve onlar Ab-ı Hayat içti fakat İskender içmedi.”
Lisef’e döndü, Lisef “Yanii... Öyle sanıyordunuz değil mi?” dedi.
Leonan, “Hayır, içmedi, içine düştü!”
“Fakat! Bu nasıl olur?”
“Biz de bilmiyoruz Lisef, neyse, Hızır Karada, İlyas ise denizde sıkışan insanlara, imdat isteyenlere yardımcı olmayı kendilerine borç bildiler.”

“Ayrıca Hızır, 3 çırak yetiştirdi. Ben Leonan yeşil, Olillian kırmızı ve Kamar mavi rengi temsil eder. Her birimizin gizli, kendimize has görevlerimiz vardır. Hızır, çıraklarının da hocalık yaptığı bir okul kurdu, İlyas da aynı şekilde. Denizin ortasında bir okulu vardır.”

“ Neyse konumuza gelelim, sen bu benim hocalık yaptığım okula kaydoluyorsun, okul müdürümüz de bildiğin üzere Hızır’ın kendisi. Okul Caber Kalesi’nde, tabii ki bu boyuttaki haliyle. Kalenin sadece dış surları senin Dünyandakilerle aynı, etrafı, içi tamamiyle farklı dizayn edilmiş. Umarım, bilmen gereken şeyleri kabataslak da olsa anlamışsındır, şimdi, okul için hazırlık yapmalı ve satın alınacak bazı şeyleri almalıyız, tamam mı?”
Lisef her şeyi anlamıştı ve çok ciddi görünüyordu. “Tamam.”
*Dörtbuçuğuncu diye okunuyor.
Edit : En sondaki kale resmi kaldırıldı, çok saçma duruyordu.