Marcel’in oyuncak dükkanı evimizin bir sokak aşağısındaydı. Annemin elinden tutmuş, dükkanın önünden geçerken kafamı kaldırıp anneme baktım. Annem içimden geçeni anladı, “Peki” anlamında tebessümle başını eğdi ve ardından oyuncakçının kapısından giriş yaptık. Önce kapının üstündeki rüzgar gülünün sesi, sonra Marcel’in Noel Babavari “Ho ho ho”su karşıladı bizi. “Hoş geldin küçük.” diyerek başımı okşadı koca göbekli oyuncakçı. Soran gözlerle baktım. “Üzgünüm evlat, istediğin araba gelmedi henüz.” dedi. Dudaklarımı büktüm, gıkımı çıkarmadan çıktım dükkandan. İki haftadır aynı şeyi söylediğinden Marcel’in beni kandırdığını sanıyordum.
Yanılmışım.
Bir hafta sonra, üç haftadır beklediğim arabanın gelmiş olması umuduyla tekrar Marcel’in dükkanındaydık. Tezgahın üzerindeki karton kutuyu alıp bana uzattı. Heyecanla ve içinde ne olduğunu bilerek açtım kutuyu. Kırmızı arabam, beyaz köpüklerin arasından parlıyordu. Marcel’in koca göbeğine sarılıp ona teşekkür ettim. “Bir şey değil evlat.” dedi. “Bu arada dolapta buz gibi limonatam var. İçeriz değil mi?” diye sordu anneme dönerek. Cevabı beklemeden dükkanın arka tarafındaki mutfağa gitti. Annem de taburenin birine oturdu.
Kırmızı arabamı kutusundan çıkardım. Hayran hayran seyrettim. Kapılarını açıp içini iyice kontrol ettim. Kirlenir diye yerde oynamaya kıyamıyordum. Tezgahın üstüne koydum. Geriye doğru hafifçe çektim ve elimden bıraktım. Araba, tezgahın sonuna kadar yavaşça ilerleyip durdu. Tam o sırada benden yaşça büyük olan çocukların oynadığı top, dükkan vitrinini delip arabamı yere düşürerek tezgahın arkasındaki duvara çarptı. Marcel, neler olduğunu anlamak için hışımla mutfaktan çıktı. Yerdeki arabamı tabi ki fark etmedi ve üzerine basıp kaydı. Cam parçalarının üzerine yüzükoyun düşüverdi. İri gövdenin altından arabamla aynı renkteki sıvı ağır ağır süzüldü. Büyük bir cam kırığı şah damarını kesmişti.
Kocasının gözleri önünde ölmesine yüreği dayanmayan annem, kanların üzerine bir daha kalkmamak üzere yığıldı. Bağırış çağırış, ağlaşmalar ve panik içindeki insanlar bir anda dükkanı doldurdu. Biri beni kucaklayarak dışarı çıkardı.
Ve ben o gün, bir daha kendilerinden kırmızı araba falan istemeyeceğime Marcel’e ve anneme söz verdim.