Biraz sonra okuyacaklarınız samimiyetle ve ciddiyetle sabittir.
"Yazı yazmak kutsal bir eylemdir," diyen Doğu Yücel'den bir hayalperest manifesto.
"Artık bir birliğimiz var. Bir ismimiz yok, birçok ismimiz var. Hayalciler... Sıfırlar... Varolmayanlar... Yarım yamalaklar... Hayalperestler... Yoksayılanlar... Olmayanlar... Hiçler... Neden sıfırız? Neden hiçiz? Neden Varolmayanlar'ız?"
Sanırım yıllardır aradığım kitabı buldum. Birkaç aydır kütüphanemde okunmayı bekliyormuş meğer. Benden kitap önerisi isteyenlere, ilk önerdiklerim arasına bir kitap daha eklenmiş bulunmaktadır... Varolmayanlar.
Kitap "Kıyamet günlükleri bulundu" başlıklı esrarengiz bir haber metniyle başlıyor. Daha sonra bu haberin çıktığı "Milenyum Gazetesi" bizi bu günlükleri okumaya davet ediyor. Ve kendimizi bir anda "Genç bir işadamının günlüğü ve olağan olaylar serisi"ni okurken buluyoruz.
Karakterimiz –günlüğünü okumakta olduğumuz gizemli şahıs- zaman takıntısı olan biri. Her sabah müthiş bir koşuşturmacanın içine giriyor. Ve asla aynı anda ikiden az iş yapmıyor. Zaman onun için çok değerli, zaten hakkında öğrendiğimiz ilk şey de bu oluyor. Sayfaları çevirdikçe bu gizemli şahsın hayatının derinliklerine iniyoruz iyice. İsmi mi? İsmini bilmiyoruz.
Bir süre sonra aşağı yukarı hayatının bütün ince ayrıntılarını öğreniyoruz. Belli bir noktadan sonra ise “olağan olaylar serisi” yerini “olağanüstü olaylar serisi”ne bırakıyor.
Her şey baş karakterin bir rüya görmesiyle başlıyor. Sonra o rüyayı tekrar ve tekrar görüyor. Annesini, babasını ve eski sevgilisini (Ezgi) bir araya getiriyor bu rüya. Çareyi rüyayı kağıda dökmekte buluyor. Sonra rüya etkisini yitiriyor ve bir daha o rüyayı görmüyor.
Bir diğer önemli unsur ise, karakterimizin aynı zamanda sürekli günlük tutuyor olması. Günlük yazmasını ona babasının tembihlediğini öğreniyoruz. Ve çok sıra dışı bir durum daha söz konusu. Şiddetli migren nöbetleri geçiriyor bu adam. Bu nöbetleri nasıl yeniyor dersiniz? Yazarak! Yaşadıklarını düzenli bir şekilde günlüğe aktararak. Bu şekilde migren ağrısı diniyor. İlk başlarda buna kendisi de inanamıyor ama durum bundan ibaret.
Peki bu kitap hep böyle sıradan mı ilerliyor? Elbette hayır. Okumaya devam ettikçe olaylar çok daha ilginçleşmeye başlıyor ve biz de kitaba kaptırıyoruz kendimizi. Doğu Yücel titizlikle ördüğü kurguyu en ince ayrıntılarına dek aktarıyor bize. Enteresandır, o kadar uğraşmama rağmen tek bir açık dahi yakalayamadım!
Buradan sonra okuyacaklarınız kitabın sıradan tekdüzeliğinden çıkarak anormalleşme süreciyle ilgilidir.
Yine bir gün migren nöbeti tutuyor günlüklerin sahibini. Nöbeti yenmek için yazması gerekiyor. Evin içinde bakmadık yer kalmıyor ama kalemlerini bulamıyor. Son çare olarak babasının sürekli kullandığı en değerli kalemini alıyor. Kalemin özel bir yapım olduğunu öğrenmiş oluyoruz ek bilgi olarak. Sonra başlıyor o günkü günlüğünü yazmaya.
Sabah sevgilisi Aslı’yla yaşadığı bir olaya geliyor sıra. Mahalle arasında futbol oynayan çocuklardan birinin vurduğu top Aslı’nın kafasına gelmek üzereyken uçarak topu kurtardığı sahneyi yazıyor. Sonra gol yiyen takımın kalecisinin adını “Varol” diye hayal ediyor ve o şekilde günlüğüne aktarıyor. Neden Varol yazdığını kendisi de bilmiyor. Kalemin gücünden kudretinden mi bilinmez ama (kalem hakkındaki tüm gerçekleri ilerleyen bölümlerde öğreniyoruz) bir hikaye kurguluyor zihninde. Hikayenin adı “Varol’un Eldivenleri”. Hikayeye son noktayı koyduktan sonra da zaten başında herhangi bir ağrı kalmıyor.
Tabii ki her şey bu kadarla sınırlı değil. Ertesi günün gazetesinde yazmış olduğu bu öykünün aynen gerçekleşmiş olduğunu fark ediyor. İlk bakışta gözlerine inanamıyor, çok şaşırıyor. Yazdığı bir öykünün gerçekten yaşanıldığını öğrenen bir insanın vermesi gereken olağan reaksiyonları gösteriyor. Bir müddet sonra mecburen bu gerçeği kabulleniyor. Şimdi yapması gereken tek bir şey var; yeni bir öykü yazmak ve onun gerçekleşip gerçekleşmeyeceğine emin olmak.
Yazıyor da. Ve gerçekleşiyor da. “Geber İt” ve “Dişi Korsanın Esrarengiz Hikayesi” adlı öyküleri de bir bir gerçekleşiyor. Günlüklerin yazarı (hala bir adı yok evet) çıldırmanın eşiğine geliyor. Sonraki bölümlerde gelişen olayların ardından da aklının ucundan dahi geçmeyecek bir şeye tanıklık ediyor. Son derece sıra dışı ve esrarengiz bir topluluğun varlığından haberdar oluyor. “Varolmayanlar.”
Doğu Yücel, yaratmış olduğu karakterin ruh halini o kadar iyi yansıtıyor ki, kurgu bir an olsun sırıtmıyor. Sıradan bir insanın hayatının bir anda tepe taklak etmiyor, her şey zamanla ve sırayla. Günlüklerin yazarı Varolmayanlar topluluğuna giden yolda adım adım ilerlerken birçok yol ayrımı çıkıyor karşısına. Sorguluyor, her şeyi en ince ayrıntısına dek hem de.
Tabii bu durum okurlar için de geçerli. Biz de sorguluyoruz. Kitapta karşımıza çıkan her şeyi anında kabul edip, anlatılan her şeye inanıp okumaya devam etmiyoruz. Gizemli karakterimiz gibi biz de sürekli ikilem yaşıyoruz. Özellikle kitabın son kısımlarında bu durum bir hayli fazla. Yücel bizleri sık sık ters köşeye yatırıyor. Tam “hah, şimdi her şey açıklığa kavuştu” derken bir bakmışız gene yanılmışız.
Uzun yıllar üzerinde çalışılmış olduğu o kadar belli ki, Doğu Yücel bu kitabı 9 yıllık bir zaman periyodunda tamamlıyor bildiğiniz üzere. Ve buradan da şu sonuca varabilmemiz pek tabii mümkün: Bir kitap ne kadar uzun sürede yazılırsa, işte o kadar sağlam ve kusursuz olur.
Düşler Kabuslar ve Gelecek Masalları Doğu Yücel’in çıraklık eseri, Hayalet Kitap kalfalık, Varolmayanlar ise tam bir usta eli değmiş gibi!
Kitaplar bu sırayla okunursa eğer yazarın kaleminin ne kadar geliştiğine şahit olabilir okurlar. Varolmayanlar bir başyapıt. Diyelim ki Doğu Yücel birkaç kitap daha yazdı, yazsın, dört gözle bekliyoruz fakat hiçbiri bir Varolmayanlar olmayacak. Belki yazarın kendisi de bunun farkındadır. 3 kitapla Türk Edebiyatı’nda zirveye oynamak? Kolay değil. Büyük başarı.
Doğu Yücel okurları olarak tek bir konudan şikayetçiyiz biz aslında. Hayal gücüyle Stephen King ve Neil Gaiman gibi (benim gözümde Doğu Yücel Türkiye’nin Neil Gaiman’ıdır) dünyaca ünlü fantezi yazarlarına kafa tutabilecekken, neden bu kadar az eser verir ki insan? Biraz daha üretken olmasını istiyoruz. Biraz daha. Birazcık…
Böylesine bir hayal gücüne sahip insan yazmalı, sürekli yazmalı! Fantastik yazmalı, bilimkurgu yazmalı, korku türünde eserler de yazmalı, biliyoruz ki kendisi çok büyük bir Edgar Allan Poe fanı.
Kendisine naçizane bir tavsiyem de olacak. Müzik yazarlığı yapmasın demiyorum, hobi olarak gene yapsın, ama yeni kitaplar da yazsın. Müzikseverlerin ismini her hafta gördüğü gibi, kitapseverler de her yıl görsün.
Kitaptan alıntılar:
"...Çok büyük bir kanıt değildi belki. Ama beni ikna etmeye yetti. Zaten büyük bir kanıta ihtiyaç duymuyordum ki. İnanmak istediğim şeye inanmak için ufacık bir şey de yeterli olabilirdi. Ne yazdığımız, ne yaşadığımız değil, belki de neye inandığımız bizim gerçekliğimizi var ediyor. Kim neye ne kadar inanıyorsa, o o kadar gerçek çünkü herkes tek bir gerçeklikte değil, kendi gerçekliğinde yaşıyor. Ve orada, dileyen sihirli mızrağını fersahlar ötesine fırlatabilen tek gözlü ihtiyarlara; dileyen keçi ayaklı flüt çalan satirlere; dileyen dört kollu fil hortumlu tanrılara; dileyen şahin kafalı güneş ilahlarına; dileyen uçan spagetti canavarlarına; dileyen de tek başına duran, yalnız, suretsiz bir yaratıcıya inanabilir. Bu varoluşta, tüm varsayımların ötesinde herkesin en ufak şüphe duymadan inanabileceği tek şey kendisi değil mi? Geriye kalan her şey bir yalan, bir illüzyon, bir rüya olabileceğine göre, kendi gerçekliğini oluştururken bir insanın sadece kendi düşüncelerine kulak vermesi gerekmez mi?"
"Yazmak, şeytanlarımızı yenmekte bize yardımcı oluyor."
"Ama zamanla bu konuda kendimizi geliştirdik, izlediğimiz filmlerdeki öpüşmelere düşük not verir olduk."
"Ah şu kadınlar, hala porno koleksiyonumuzun video kasetlerden oluştuğunu sanıyorlar, mpeg'lerin, avi'lerin farkında değiller. (Allah'a şükür!)"
"Hayatın tekdüzeliğini yenelim."
"Küçük bir sıfır ne kadar büyürse büyüsün asla bire tamamlanamaz."
"Sıfır yörüngeye girdiği an hiçler yükselecek yoldaş."
"Çünkü hepimiz tek bir hayalin ortaklarıyız."
"Daha önce böyle değildi! Hiçbirimizin hayatı böyle değildi..."
"Bize tarih kitaplarında ilkel insanın zekadan ve ahlaktan yoksun kaba saba bir hayvan olduğu söylenir, ona 'mağara adamı' denir. Devletler ve yasalar olmadan medeni bir hayatın var olamayacağı dikte edilir hep. Sistem olmadan barbarlaşacağımıza dair bir korku yaratılır zihinlerde."
"Hayalgücü. Hayalgücüydü en baştan itibaren insanoğlunu diğer varlıklardan ayıran tek şey."
"İşin gerçeği şuydu ki; insanoğlu hayalgücünü hayatı renklendirmek, günlerine macera katmak ve dünyayı şekillendirmek için kullanıyordu."
"İyilikle kötülüğün edebi savaşı aslında bizim onlarla savaşımızdır."
"Bir kanıt, bir kanıt, bir kanıta lunaparkım!"
"İnsanların çoğu artık hedefi başkalarınca belirlenmiş birer güdümlü füzedir. Sonunda patladıkları yer uçsuz bucaksız, kimsenin umrunda olmayan bir çöl tepesidir. Arkalarında birkaç parça kemikten başka bir şey kalmaz."
"Ne kadar çok kaçarsan, geri dönüp saldırmak için o kadar fazla gücün olur."
"Biz gerçekliği yeniden yazmak istiyoruz, deli saçması bir gelecek kurgulamak değil amacımız..."
"Kalemler kaybolmaz, gerçekçiler kalemleri toplarlar. Tükenmez kalemleri hemen tükenecek şekilde tasarlarlar. Kurşun kalemlerin uçlarını kırılacak şekilde imal ederler..."
"Kaybolan kalemler, silinen hayaller..."
"Din, hayal dünyalarının yüzüne kapatılan kapının kilididir."
En sevdiğimi en sona sakladım;
"Dünya kocaman bir hayvanat bahçesi olsa hiç ziyaretçisi olmazdı."