Düzgünce yontulmuş granit bloklardan inşa edilmiş ve mazgallı siperlerle taçlandırılmış olan kule etkileyici görünüyor, çiftlik evlerinin kırık kiremitli çatılarına ve kulübelerin içe göçmüş damlarına tepeden bakıyordu. “Gördüğüm kadarıyla kuleyi yenilemiş,” dedi Geralt. “Büyüyle mi yaptı, yoksa işi size mi verdi?” “Çoğunlukla büyüyle.” “Bu Irion nasıl biridir?” “Düzgün. İnsanlara yardım eder. Fakat inzivaya çekilmiş, ketum biridir. Kuleyi neredeyse hiç terk etmez.” Mat ahşaptan kakılarak gül deseni ile süslenmiş kapının üstünde, dişlerle dolu ağzının içinde bronz bir çember tutan, patlak gözlü düz bir balık kafası şekli verilmiş dev bir tokmak asılıydı. Mekanizmanın çalışma şekline aşina olduğu her halinden belli olan Caldemeyn yaklaştı, boğazını temizledi ve ezberden konuşmaya başladı: “Meclis Üyesi Caldemeyn, bir husus hakkında Efendi Irion ile görüşmek için sizleri selamlar. Onunla birlikte Bağıcı Riviyalı Geralt da aynı hususla ilgili sizi selamlıyor.” Uzun bir müddet boyunca hiçbir şey olmadı, sonra nihayet balık kafası dişli alt çenesini oynattı ve bir buhar bulutu salıverdi. “Efendi Irion şu anda misafir kabul etmiyor. Huzurla gidin iyi insanlar.” Caldemeyn olduğu yerde sallandı ve Geralt’a baktı. Bağıcı omuzlarını silkti. Carrypebble ciddi bir odaklanmayla burnunu karıştırıyordu. “Efendi Irion şu anda misafir kabul etmiyor,” diye tekrarladı tokmak, metalik bir sesle. “Huzurla gidin, iyi…” “Ben iyi bir insan değilim,” diye araya girdi Geralt, yüksek sesle. “Ben bir Bağıcıyım. Eşeğin üstündeki şu şey ise bir kikimor ve onu kasabaya çok da uzak olmayan bir yerde öldürdüm. Yaşadığı yerin güvenliğini sağlamak bütün büyücülerin görevidir. Efendi Irion beni sohbetiyle onurlandırmak veya evine kabul etmek zorunda değil, eğer istediği şey buysa. Bırakın da kikimoru incelesin ve kendi sonuçlarına varsın. Carrypebble, kikimorun kayışını çöz ve onu kapının yanına bırak.” “Geralt,” dedi Meclis Üyesi usulca. “Sen gideceksin ama ben burada onunla yaşa…” “Gidelim Caldemeyn. Carrypebble, parmağını burnundan çek de sana söylediğimi yap.” “Bir dakika,” diye cevapladı tokmak, tamamen farklı bir sesle. “ Geralt? Bu gerçekten de sen misin?” Bağıcı içinden küfretti. “Sabrımı yitirmeye başlıyorum. Evet, bu gerçekten de benim. Ne olmuş yani?” “Kapıya yaklaş,” dedi tokmak, küçük bir buhar bulutu daha salarak. “Tek başına. Seni içeriye alacağım.” “Kikimor ne olacak?” “Cehenneme kadar yolu var. Ben seninle konuşmak istiyorum Geralt. Sadece seninle. Lütfen bağışlayın Meclis Üyesi.” “Ne haddime Efendi Irion?” dedi Caldermeyn, konuyu geçiştirirerek. “Kendine dikkat et Geralt. Sonra görüşürüz. Carrypebble! O canavarı lağım çukuruna götür!” “Emredersiniz!” Bağıcı, yalnızca onun sıkışarak geçebileceği kadar açılan işlemeli kapıya yaklaştı. O girer girmez kapı sıkıca kapandı ve adamı zifiri karanlıkta bıraktı. “Hey!” diye bağırdı, öfkesini saklamadan. “Bir dakika,” diye yanıtladı, garip bir biçimde tanıdık olan ses. Birdenbire ortaya çıkan duyum o denli beklenmedikti ki Bağıcı sendeledi ve destek bulmak adına elini uzattı. Tutunacak bir şey bulamadı. Meyve bahçesi beyaz ve pembe çiçeklerle doluydu, yağmur kokuyordu. Gökyüzü içinde birden fazla rengi barındıran, ağaçların tepesini ufuktaki mavi dağ sıralarıyla buluşturan bir gökkuşağı eğrisiyle ikiye ayrılmıştı. Bahçenin ortasındaki ufak ve mütevazı ev, gülhatmilerin arasında boğulmuştu. Geralt aşağıya baktı ve dizlerinin üstüne kadar uzanan dağ kekiklerinin ortasında durduğunu keşfetti. “Gel hadi Geralt,” dedi ses. “Evin önündeyim.” Ağaçların arasından meyve bahçesine doğru yürüdü. Sol tarafında bir hareket olduğunu fark etti ve etrafına baktı. Tamamen çıplak sarışın bir kız, elinde bir sepet elma taşıyarak bir çalı sırasının yanından yürüyordu. Bağıcı bir daha hiçbir şeye şaşırmayacağına dair kendisine ciddiyetle söz verdi. “Nihayet! Hoş geldin Bağıcı.” “Stregobor?” dedi Geralt, şaşırarak. Bağıcı hayatı boyunca, kasaba başkanları gibi görünen hırsızlarla, dilencilere benzeyen kasaba başkanlarıyla, prenses gibi görünen fahişelerle, yavrulamak üzere olan inekleri andıran prenseslerle ve hırsız gibi görünen krallarla karşılaşmıştı. Ancak Stregobor, tüm kurallara ve kanılara göre, her zaman tam bir büyücü gibi görünürdü. Uzun boylu, zayıf ve kambur duruşluydu. Kalın, gri renkli gür kaşları ve eğri uzun bir burnu vardı. Dahası, inanılmaz geniş kolları olan siyah düz bir kaftan giyiyor ve ucunda kristal bir küre bulunan uzunca bir asa taşıyordu. Geralt’ın tanıdığı hiçbir büyücü Stregobor gibi görünmüyordu. Daha da tuhaf olanı Stregobor’un gerçekten de bir büyücü olmasıydı. Gülhatmilerle çevrilmiş bir verandada, beyaz mermer yüzeyli bir masanın yanındaki hasır sandalyelere oturdular. Elma sepetini taşıyan çıplak sarışın onlara yaklaştı, gülümsedi, arkasını döndü ve kalçalarını sallayarak meyve bahçesine doğru yürüdü. “Bu da bir illüzyon mu?” dedi Geralt, kalçaların salınımını izlerken. “Öyle. Buradaki her şey gibi. Ama bu, dostum, birinci sınıf bir illüzyondur. Çiçekler kokar, elmaları yiyebilirsin, arılar seni sokabilir ve kızla…” – Büyücü sarışını işaret etti – “yapabilirsin…” “Belki daha sonra…” “İyi dedin. Burada ne arıyorsun Geralt? Hâlâ soyu kurumakta olan türleri kovalayıp onları para için mi avlıyorsun? Bu kikimor için ne kadar aldın? Sanırım hiç, yoksa buraya gelmezdin. Bir de hâlâ kadere inanmayan insanlar var. Elbette burada olduğumu bilmiyorsan. Biliyor muydun?” “Hayır, bilmiyordum. Seninle karşılaşmayı beklediğim en son yer burasıydı. Şayet doğru hatırlıyorsam Kovir’de, buna benzer bir kulede yaşıyordun.” “O zamandan bu zamana çok şey değişti.” “Tıpkı adın gibi. Görünen o ki sana artık Efendi Irion diyorlar.” “O, bu kulenin inşasını yapan adamın adıydı. Yaklaşık iki yüz yıl önce vefat etti ve makamı elime geçtiğinde bir şekilde onurlandırılması gerektiğine karar verdim. Burada ikamet ediyorum. Kasaba sakinlerinin çoğu geçimini denizden sağlıyor ve senin de bildiğin gibi benim uzmanlığım, illüzyonlarım haricinde elbette, hava muhalefetlerini kontrol edebilmemdir. Bazen bir kasırgayı durdururum, bazen başka bir tanesini başlatırım, bazı zamanlarda da batı rüzgârıyla mezgit ve marino sürülerini kıyıya yaklaştırırım. Hayatta kalabiliyorum işte. Tabii…” diye ekledi acı acı, “…kalabilirsem.” “Kalabilirsem de ne demek? Bu isim değişikliği de nereden çıktı?” “Kaderin birçok yüzü vardır. Benimki dışarıdan güzel görünse de içeriden korkunç. Kanlı pençelerini bana doğru uzatıyor…” “Hiç değişmemişsin Stregobor.” dedi Bağıcı, yüzünü buruşturarak. “Anlamlı ve bilgelikle dolu yüz ifadelerin varken saçma sapan laflar ediyorsun. Açık açık konuşamaz mısın?” “Elbette,” dedi büyücü, iç çekerek. “Eğer seni memnun edecekse konuşabilirim. Beni öldürmek isteyen korkunç bir yaratıktan kaçıp saklanarak buralara kadar geldim. Kaçmam beyhudeymiş – beni buldu. Tüm olasılıkları düşünürsek yarın beni öldürmeye çalışacak veya en geç bir sonraki gün.” “Aha!” dedi Bağıcı, duygusuzca. “Şimdi anlaşıldı.” “Görünüşe bakılırsa ufukta beklenen ölümüm seni pek etkilemiyor.” “Stregobor,” dedi Bağıcı. “Dünyanın işleyişi böyledir. İnsan seyahat ederken türlü türlü şey görür. İki köylü bir tarla için birbirlerini öldürür, ertesi gün aynı tarla birbirini öldürmeye çalışan iki kont ve maiyetindekiler tarafından dümdüz edilir. Yolların kenarındaki ağaçlarda adamlar asılır, eşkıyalar tüccarların gırtlağını keser. Kasabada attığın her adımda lağımdaki cesetlere takılırsın. Saraylarda birbirlerini hançerlerler ve şölenlerde zehirlendiği için yüzü moraran birileri her an masanın altına yığılır. Buna alıştım. Neden bir ölüm tehdidi beni etkilesin ki, özellikle de seni tehdit ediyorsa?” “Özellikle beni tehdit ettiği için,” diye tekrarladı Stregobor, istihzayla. “Ben de seni dostum sanırdım. Senin yardımına güveniyordum.” “Son görüşmemiz,” dedi Geralt. “Kovir Kralı Idi’nin huzurunda olmuştu. Bölge insanlarına dehşet saçan bir amfisboenayı öldürdüğüm için ödülümü almaya gelmiştim. Sen ve yurttaşın Zavist, bana şarlatan, pervasız bir öldürme makinesi – ve eğer doğru hatırlıyorsam – leş kargası demek için birbirinizle yarışmıştınız. Bunun sonucu olarak Idi bana metelik bile ödemediği gibi Kovir’den ayrılmam için on iki saat süre vermişti. Kum saati kırık olduğundan oradan zar zor kurtulmuştum. Şimdi de gelmiş benim yardımıma güvendiğini söylüyorsun. Peşimde bir canavar var diyorsun. Neden korkuyorsun ki Stregobor? Eğer seni ele geçirirse ona canavarları sevdiğini, onları koruduğunu ve hiçbir leş kargası Bağıcının onların huzurunu kaçırmamasına dikkat ettiğini söylersin. Eğer canavar bağırsaklarını deşip seni mideye indirirse bu da onun gerçekten de çok nankör olduğunu gösterir.” Başını çeviren büyücü suskun kaldı. Geralt güldü. “Kurbağa misali kabarma hemen büyücü. Seni tehdit eden nedir, söyle bana. Bakalım ne yapabiliriz.” “Kara Güneş’in Laneti’ni hiç duymuş muydun?” “Tabii ki duydum. Yalnız ona Deli Eltibald’ın Cinneti deniyordu. Bütün bu saçmalığı başlatan büyücünün adı buydu çünkü. Bazı iyi ailelerden hatta soylulardan gelen düzinelerce kızın öldürülmesine ya da kulelere hapsedilmesine sebep olmuştu. İblisler tarafından ele geçirildikleri, lanetlendikleri, Kara Güneş tarafından kirletildikleri farz edilmişti, çünkü o cafcaflı jargonunuzda dünyadaki en sıradan tutulmaya verdiğiniz ad buydu. Eltibald aslında deli falan değildi. Dauk dikili taşlarındaki, Wozghor nekropollerinde bulunan mezar taşlarının üstündeki yazıtların anlamını çözmüş, Weretotların efsanelerini ve geleneklerini araştırmıştı. Hepsi de şüpheye yer bırakmaksızın güneş tutulmasından bahsediyordu. Kara Güneş, Lilit’in ani dönüşünü ilan edecekti; doğuda hâlâ Niya adı altında ve insan ırkının kıyameti olarak onurlandırılıyor. Lilit’in yolu ‘nehir vadilerini kanla dolduracak olan, altın taçlı altmış kadın’ tarafından hazırlanacaktı.” “Saçmalık,” dedi Bağıcı. “Üstelik kafiyeli bile değil. Bütün adam gibi kehanetler kafiyelidir. Eltibalt ve Büyücü Konseyi’nin o zamanlar neyi hedeflediğini herkes biliyordu. Kendi otoritenizi güçlendirmek adına deli birinin saçmalıklarından istifade ettiniz. İttifakları bozup, evlilik bağlarını yıkıp, hanedanları karıştırmak için. Başka bir deyişle taç giyen kuklalarının iplerini biraz daha sıkı tutmak için. Şimdi de gelmiş, pazardaki herhangi bir yaşlı öykücünün dahi utanacağı kehanetler hakkında vaaz veriyorsun.” “Eltibald’ın teorilerine, kehanetlerinin yorumlamasına karşı çekincelerin olabilir. Ama güneş tutulmasından sonra doğan kızlarda görülen korkunç mutasyonları sorgulayamazsın.” “Nedenmiş? Tam aksine bir şeyler duymuştum.” “Onlardan birinin otopsisinde bulundum,” dedi büyücü. “Kafatasının içinde ve iliklerde bulduğumuz şeyler tarif edilemezdi Geralt. Bir çeşit kırmızı sünger. İç organlarının hepsi birbirine girmişti, bazıları yerinde bile değildi. Her şey hareketli tüyler ve mavimsi-pembe dilimlerle kaplıydı. Kalbinin, ikisi pratik olarak körelmiş altı odacığı vardı. Buna ne diyeceksin peki?” “Ellerinin yerine kartal pençesi taşıyan insanlar gördüm, kurt gibi dişleri olanları da. Fazladan eklem yeri, organları, sezgileri olan insanlar… Hepsi de sizin büyüyü altüst etmenizin etkileri.” “Her çeşit mutasyonu gördüğünü söylüyorsun.” dedi büyücü, başını kaldırarak. “Bağıcılık mesleğine devam ederken onlardan kaç tanesini doğradın peki? Evet? Çünkü bir adam kurt dişlerine sahip olabilir ve onları hanlardaki fahişelere göstermekten ileri gitmez. Ya da kurda benzer bir doğası da vardır ve çocuklara saldırıyordur. Tutulmadan sonra doğan kızlarda da durum bundan ibaretti. İçlerinde acımasızlığa doğru çılgınca bir eğilim, saldırganlık, ani öfke nöbetleri ve dizginlenemez bir karakter tespit edildi.” “Bunları bütün kadınlar için söyleyebilirsin,” dedi Bağıcı, alaycı bir tebessümle. “Sen ne saçmalıyorsun? Bana kaç tane mutant öldürdüğümü soruyorsun. Neden bir büyüden veya lanetten kurtardıklarımla ilgilenmiyorsun? Ben, senin tarafından hakir görülen bir Bağıcı. Peki, siz güçlü büyücüler ne yaptınız?” “Yüksek seviyedeki büyülere başvuruldu, hem bizim hem de çeşitli mabetlerdeki rahiplerin. Bütün denemeler kızların ölümüyle sonuçlandı.” “Bu sizin hatanız, kızların değil. Ve ilk cesetlere geldik bile. Otopsileri sadece onların üzerinde yaptığınızı varsayıyorum.” “Hayır. Bana öyle bakma; başka cesetlerin de olduğunu çok iyi biliyorsun. İlk başta hepsinin yok edilmesine karar verildi. Birkaçından kurtulduk… Hepsine otopsi yaptık. Hatta içlerinden biri hâlâ canlıydı.” “Ve sizin gibi onun bunun çocukları hâlâ Bağıcıları eleştirmeye cüret mi ediyor? Ah, Stregobor, insanların tüm bunları öğreneceği ve sırtınızı yere getireceği gün de gelecektir.” “O günün yakın zamanda geleceğini sanmıyorum,” dedi büyücü, sertçe. “Unutma ki biz insanları korumak adına hareket ediyorduk. O dişi mutantlar bütün krallıkları kana boğabilirdi.” “Yanılmazlık auranızla çok ulu ve kudretli olan siz büyücüler, burunlarınızı havaya kaldırıp öyle söylüyorsunuz. Hazır konusu açılmışken bu sözde mutantları avlarken bir kere bile hata yapmadık demeyeceksin, değil mi?” “Pekâlâ,” dedi Stregobor, uzun bir süre sessiz kaldıktan sonra. “Sana karşı açık olacağım, gerçi kendi iyiliğim için olmamam gerekir ama. Bir hata yaptık – hatta bir kereden fazla. Onları ayırmak son derece zordu. Bu yüzden onlardan… kurtulmayı kestik ve bunun yerine onları karantinaya almaya başladık.” “Sizin ünlü kuleleriniz,” diye homurdandı Bağıcı. “Kulelerimiz. Fakat bu da bir başka hataydı. Onları hafife aldık. Birçoğu kaçtı. Ardından tutsak edilmiş güzelleri özgür bırakmak adına prenslerin arasında çılgınca bir moda başladı. Özellikle de yapacak pek bir şeyleri olmayan ve kaybedecek daha da az şeyleri olan gençler arasında. Neyse ki pek çoğu boyunlarını kırdı.” “Bildiğim kadarıyla kulelere hapsedilenler çabucak öldü. Söylentiye bakılırsa bu konuda onlardan yardımınızı esirgememişsiniz.” “Bu bir yalan. Fakat çok çabuk ruhsuzlaştıkları doğru, yemek yemeyi reddettiler. Asıl ilginç olanı, ölmeden kısa bir süre önce geleceği görme yeteneği göstermeye başlamalarıydı. Bu da mutasyonun bir başka kanıtı.” “Her kanıtın giderek daha az ikna edici oluyor. Elinde başka var mı?” “Var. Çok çabuk güçlendiğinden yaklaşmayı dahi başaramadığımız Narok Leydisi Silvena. Narok’ta şu sıralar korkunç şeyler oluyor. Evermir’in kızı Fialka, el yapımı bir halatla kulesinden kaçtı ve şu anda Kuzey Velhad’a dehşet saçıyor. Talgarlı Bernika salak bir prens tarafından kurtarıldı. Genç adam artık zindanda yatıyor, kör edildi ve Talgar’ın kırsal bölgelerinin en büyük ortak özelliği darağaçları oldu. Başka örnekler de var.” “Elbette var,” dedi Bağıcı. “Mesela Yamurlak, Yaşlı Abrad’ın hükümdarlığı. Adam sıraca hastası ve ağzında tek bir dişi bile yok, büyük ihtimalle o güneş tutulmasından yüz sene kadar önce doğmuş ve huzurunda birisine ölünceye kadar işkence edilmezse uyuyamıyor. Tüm akrabalarını yok etti ve çılgın – nasılı diyordun? – ‘öfke nöbetleri’ sırasında ülkesinin yarısını boşalttı. Aynı zamanda azgın bir mizacın belirtilerine de sahip. Görünüşe bakılırsa gençliğinde ona Etek Yırtan Abrad deniliyormuş. Ah, Stregobor, eğer hükümdarların canavarlıkları bir mutasyon veya bir lanetle açıklanabilseydi harika olurdu.” “Dinle, Geralt…” “Hayır! Gerekçelerinle dostluğumu kazanamaz ya da Eltibalt’ın deli bir katil olmadığına beni ikna edemezsin. Bu yüzden seni tehdit eden canavara geri dönelim. Şunu anlasan iyi olur, gerçekleştirdiğin sunumdan sonra bu öyküyü hiç sevmedim. Yine de seni dinleyeceğim.” “İğneleyici laflarınla araya girmeden mi?” “Ona söz veremem.” “Peki o zaman,” dedi Stregobor, ellerini cübbesinin kollarına sokarken. “O zaman anlatması uzun sürecek. Her şey Creyden’de başladı, kuzeydeki küçük bir beylikte. Creyden Prensi Fredefalk’ın karısı Aridea âlim ve eğitimli bir kadındı. Zanaatta başarılı olmuş birçok seçkin büyücünün soyundan geliyordu, nadir ve çok güçlü bir nesneye – hiç şüphe yok ki miras yoluyla – sahip oldu. Nehalenia’nın Aynaları’ndan biri. Çok bulanık da olsa hata yapmaksızın geleceği gösterdikleri için genellikle kâhinler ve görücüler tarafından kullanılırlardı. Aridea sık sık Ayna’ya başvurur…” “Her zamanki soruyla sanırım,” diye onu böldü Geralt. “‘Benden daha güzeli var mı bu dünyada?’ Biliyorum; bütün Nehalenia Aynaları ya kibar ya da bozuktur.” “Yanılıyorsun. Aridea ülkesinin kaderiyle daha çok ilgileniyordu. Ayna kadının sorularını hem onun hem de pek çok insanın Fredefalk’ın ilk evliliğinden doğacak kızın elinde ya da kızın hatasıyla korkunç bir şekilde öleceklerine dair kehanette bulunarak cevapladı. Aridea bu haberlerin Konsey’e ulaştığından emin oldu ve Konsey beni Creyden’e gönderdi. Fredefalk’ın ilk kızının güneş tutulmasından hemen sonra doğduğunu eklememe lüzum yok herhalde. Kısa bir müddet ihtiyatlı davrandım. Bu süre içinde bir kanaryaya ve iki köpek yavrusuna işkence etmeyi başardı, ayrıca bir tarağın sapıyla hizmetçilerden birinin gözünü çıkardı. Lanetlerimi kullanarak birkaç test yaptım ve birçoğu ufaklığın bir mutant olduğunu doğruladı. Fredefalk kızını dünyalara bedel tuttuğundan ben de bu haberleri iletmek için Aridea’ya gittim. Daha evvel de bahsettiğim gibi Aridea aptal değildi…” “Elbette,” diye araya girdi Geralt. “Ve üvey kızına sırılsıklam âşık olmadığına da şüphem yok. Kendi çocuklarının tahtın varisi olmasını tercih etmiştir. Daha sonra ne olduğunu tahmin edebiliyorum. Nasıl oldu da kimse onu gırtlaklamadı? Ya da sen? Hazır niyetlenmişlerken…” Stregobor iç geçirip bakışlarını semaya dikti. Resimlemeye değer gökkuşağı birçok rengiyle birlikte hâlâ ışıldıyordu. “Kızı karantinaya almak istedim, fakat Aridea başka bir karar aldı. Ufaklığı, aslen kiralık katil olan bir avcıyla birlikte ormana gönderdi. Daha sonra adamı çalıların arasında bulduk… Pantolonu üzerinde değildi, bu nedenle olanları tahmin etmek zor olmadı. Kız, broşunun iğnesini adamın kulağından beynine saplamıştı. Muhtemelen adamın ilgisi tamamen başka bir şeyle meşgulken…” “Eğer o adama acıdığımı sanıyorsan,” diye mırıldandı Geralt. “O halde yanılıyorsun.” “Bir insan avı organize ettik,” diye devam etti Stregobor. “Ama küçük kızın bütün izleri kaybolmuştu. Benim de Creyden’den çabucak uzaklaşmam gerekiyordu zira Fredefalk bir şeylerden kuşkulanmaya başlamıştı. Derken, dört yıl sonra Aridea’dan haber aldım. Küçük kızın izini bulmuştu, Mahakam’da yedi cüceyle birlikte yaşıyordu. Madenlerde ciğerlerini tozla kirletmektense, yollarda tüccarları soymanın daha kârlı olduğu konusunda cüceleri ikna etmişti kız. İnsanlar arasında Örümcekkuşu[1] diye tanınıyor çünkü yakaladığı insanları hâlâ canlılarken sivri bir sırıkla kazığa oturtmaktan hoşlanıyor. Aridea birkaç kez suikastçı kiraladı ama hiçbiri geri dönmedi. Daha sonra bunu deneyecek birini bulmak da oldukça zorlaştı, Örümcekkuşu oldukça ünlü olmuştu. Kılıç kullanmayı o kadar iyi öğrendi ki hiç kimse onunla yüzleşemez oldu. Creyden’e çağrıldım, gizlice oraya gittim ve elime geçen tek şey birinin Aridea’yı zehirlendiğini öğrenmek oldu. Genel inanışa göre bunu yapan kendisine daha körpe ve toplu bir hatun bulan Fredefalk’tı ama bana kalırsa bunu Renfri yaptı.” “Renfri mi?” “Kızın gerçek adı buydu. Sana söyledim, Aridea’yı zehirledi. Kısa bir müddet sonra Prens Fredefalk garip bir av kazasında öldü ve Aridea’nın en büyük oğlu iz bırakmadan ortadan kayboldu. Bunlar da küçük kızın işi olsa gerekti. Küçük diyorum ama o zamanlar on yedi yaşındaydı ve oldukça da iyi olgunlaşmıştı. “Bu esnada,” diye devam etti büyücü, kısa bir aranın ardından. “Kız ve cüceleri tüm Mahakam’ın en kötü kâbusu oldu. Ta ki bir gün bir sebepten ötürü aralarında tartışma çıkana kadar… Ne olduğu hakkında hiçbir fikrim yok – Yağmadan ellerine düşen pay, ya da geceyi kızla kimin geçireceği hakkında olabilir – her neyse, birbirlerini bıçaklarla doğradılar. Yalnızca Örümcekkuşu hayatta kaldı. Sadece o. O sırada ben de o civarlardaydım. Yüz yüze geldik: beni anında tanıdı ve Creyden’de meydana gelen olaylardaki rolümü hatırladı. Sana söylüyorum Geralt. O vahşi cadaloz kılıcıyla üzerime koştuğunda, bir lanetin sözcüklerini zar zor telaffuz edebildim, ellerim daha önce hiç olmadığı kadar titriyordu. Onu düzgün bir blok kristalle sarmaladım: Altıya dokuz arşın. Uyuştuğunda kristal bloğunu cücelerin madenine attım ve tüneli üzerine çökerttim.” “Beceriksizce bir iş,” diye yorum yaptı Geralt. “Bu büyü kaldırılabilir. Onu yakıp küle çeviremez miydin? Sonuçta bir sürü işe yarar büyü biliyorsun.” “Hayır. Bu benim uzmanlığım değil ancak haklısın. İşi yüzüme gözüme bulaştırdım. Aptal bir prens onu buldu, karşı laneti yaptırmak adına bir servet harcadı, büyüyü kaldırdı ve onu zaferle evine, doğudaki gözden ırak krallıklardan birine götürdü. Eski bir eşkıya olan babası daha duyarlı çıktı. Oğluna güzelce bir dayak attı, sonra da Örümcekkuşu’nu cücelerle birlikte kazandığı ve gizlediği hazineler hakkında sorguladı. Kralın hatası, kızı cellâdın masasına çırılçıplak yatırmışken büyük oğlunun da kendisine yardım etmesine müsaade etmesiydi. Ertesi gün, her nasıl olmuşsa, aynı büyük oğul – artık yetimdi ve hiç kardeşi yoktu – krallığa hükmediyordu ve Örümcekkuşu ilk gözde cariye konumunu almıştı.” “Bu da kızın çirkin olmadığı anlamına geliyor.” “Zevk meselesi. Uzun süre ilk cariye olarak kalmadı. Saraydaki ilk devrime kadar… Gururla oraya saray diyorlardı, oysa daha çok bir ahırı andırıyordu. Bir süre sonra beni unutmadığı ortaya çıktı. Kovir’de beni üç defa öldürmeye çalıştı. Bir dördüncüyü riske etmeyi göze almayıp Pontar’a gittim ve beni unutmasını beklemeye karar verdim. Beni yine buldu. Bu defa da Angren’e kaçtım ama beni orada da buldu. Bunu nasıl becerdiğini bilmiyorum. İzlerimi iyi saklarım. Mutasyonunun bir özelliği olmalı.” “Kristal büyüsünü tekrar yapmanı ne engelledi? Vicdan azabı mı?” “Hayır. Benim vicdanım yok. Görünüşe bakılırsa kızın büyüye karşı direnci oluştu.” “Bu imkânsız.” “Hayır, değil. Uygun nesneye veya auraya sahip olmak yeterli. Tabii bunun sebebi de kızın ilerleyen mutasyonuyla ilişkilendirilebilir. Angren’den kaçıp burada Arcsea, Blaviken’de kendimi gizledim. Bir yıl boyunca huzurla yaşadım fakat izimi gene buldu.” “Nereden biliyorsun? Şimdiden kasabada mı?” “Evet, onu kristal küremde gördüm.” dedi büyücü, asasını kaldırarak. “Yalnız değil. Bir çeteyi yönetiyor, bu da ciddi bir şeyler hazırlıyor olduğu anlamına geliyor. Kaçacak bakla yerim kalmadı Geralt. Nereye saklanabilirim bilmiyorum. Tam şu anda buraya gelmiş olman bir tesadüf olamaz. Bu kader.” Bağıcı kaşlarını kaldırdı. “Ne demek istiyorsun?” “Bu açık değil mi? Kızı öldüreceksin.” “Ben kiralık bir katil değilim Stregobor.” “Bir katil değilsin, kabul.” “Canavarları para için öldürürüm. İnsanları tehdit eden yaratıkları. Senin gibilerin büyüleri ve sihirleriyle çağırılmış hilkat garibelerini. İnsanları değil.” “O kız insan değil. O gerçek bir canavar: bir mutant, lanetli bir ucube. Buraya bir kikimor getirdin. Örümcekkuşu bir kikimordan beterdir. Bir kikimor aç olduğu için öldürür lakin Örümcekkuşu bunu zevk için yapıyor. Onu öldürürsen sana ne kadar istersen ödeyeceğim. Mantık çerçevesinde elbette.” “Sana söyledim. Bu mutasyonlar ve Lilit’in laneti hikâyesinin bir saçmalık olduğunu düşünüyorum. Kızın seni gebertmek istemesinin kendince bir nedeni var ve ben bu işe karışmayacağım. Meclis Üyesi’ne, kasaba muhafızlarına git. Sen bu kasabanın büyücüsüsün; yerel kanunlar tarafından korunuyorsun.” “Kanunun da, Meclis Üyesi’nin ve yardımının da içine tüküreyim!” diye patladı Stregobor. “Benim korunmaya gereksinimim yok. Onu öldürmene ihtiyacım var! Hiç kimse bu kuleye giremez. Burada tamamen güvendeyim. Ama neye yarar? Yaşamımın sonuna değin burada kalma niyetinde değilim. Örümcekkuşu da ben hayatta olduğum sürece vazgeçmeyecektir. Burada, bu kulede oturup ölümü mü bekleyeyim yani?” “Kulelere kapattığınız kızlar beklemişti. Ne diyeceğim biliyor musun büyücü? Kızları avlama işini diğerlerine, daha güçlü büyücülere bırakmalıymışsın. Sonuçlarını önceden görmen gerekirdi.” “Lütfen Geralt.” “Hayır, Stregobor.” Büyücü suskundu. Gerçek olmayan gökyüzündeki gerçek olmayan güneş tepeye yükselmemişti ama Bağıcı Blaviken’de çoktan akşamüstü olduğunu biliyordu. Acıkmıştı. “Geralt,” dedi Stregobor. “Eltibald’u dinlerken birçoğumuzun şüpheleri vardı. Ama biz daha küçük kötülüğü seçtik. Şimdi ben de senden benzer bir seçim yapmanı istiyorum.” “Kötülük kötülüktür, Stregobor,” dedi Bağıcı, ciddi bir tavırla yerinden kalkarak. “Daha küçük, daha büyük, ortası, bir şey fark etmez. Oranları tartışılabilir, sınırları bulanıktır. Ben aziz bir keşiş değilim. Hayatım boyunca hep iyi olanı yaptığımı söyleyemem. Ama iki kötülük arasında seçim yapacaksam hiçbirini seçmemeyi tercih ederim. Gitme zamanım geldi. Yarın görüşürüz.” “Belki,” dedi büyücü. “Eğer zamanında gelebilirsen.” [1] Örümcekkuşu (Shrike): Afrika’da görülen bir tür ötücü kuş. Avı (böcekler, küçük omurgalılar) hala canlıyken onları dikenlere saplamasıyla bilinir. |
Bölümler Bölüm II |
Leave a Reply