Bölüm 2: Maskeli BaloKırmızıydı pelerini ve maskesi
Şıktı ütülü elbisesi
Gözlerinde intikam ateşi
Kan kokuyordu nefesi20 Kasım 2010 - Weatley Malikanesi / Londra / İngiltereYağmur haftalarca süren performansından sonra inzivaya çekilmiş olmalıydı ki Londra sonunda yağmursuz günler geçiriyordu. Buna rağmen yollar halen ıslaktı fakat Weatley Malikanesine giden yoldaki siyah Aston Martin bunu pek önemsemiyordu. Issız yolda son gaz ilerleyen araba yol ayrımına geldiğinde durdu ve içinden kan lekeleriyle dolu beyaz gömlekli birisi çıktı.
Daniel Drake belli ki oldukça dosthane bir şekilde yeni arabasını eski sahibinden alırken üstünü biraz kirletmişti. Islık çalarak arabanın bagajını açtı ve içeridekileri karıştırmaya başladı. Siyah bir gömlek, siyah bir palto ve bir kaç ıvır zıvır alıp hazırlandı. Eli silahlara doğru gitse de bundan çabuk vazgeçti. Daniel emindi ki kapıdaki güvenlik içeriye silah sokmasına izin vermeyecekti. Eğer silaha ihtiyacı olursa da, Daniel emindi ki birileri içeriye silah sokmayı başarmış olurdu. Daniel da o silahı ödünç alırdı, arabayı aldığı gibi. Arabaya binip, dikiz aynasından saçını düzeltti ve motoru çalıştırdı.
"Gösteri başlıyor."
Aston Martin ana yoldan ayrılıp malikaneye doğru giden orman yoluna girdi ve büyük demir kapıya kadar son gaz ilerledi. Kapının iki yanında duran güvenlik görevlilerini farkedince kapının önünde durdu. Güvenlik görevlilerinin cinsiyetlerini ve kıyafetlerini gördüğünde suratına bir gülümseme yerleşmişti.
"İyi akşamlar hanımlar. Eğleniyor musunuz?" kendisine yakın olana göz kırpıp sırıttı.
"Tabi." diye karşılık verdi kendisine yakın olan güvenlik görevlisi, aynı şekilde sırıtarak ve göz kırparak. "Davetiyeni görebilir miyim?"
Daniel kadının gözlerine değil de pantolonuna baktığını farkedince kısa bir kahkaha attı.
"Baksana, böylesine özel konuklarla dolu bir partiye izinsiz girmek için deli olmak gerek. O yüzden bu kapının iki kişiyle korunmasına gerek yok. Partide eğlenmek varken, bu soğukta beklemek niye?" kafasıyla yanındaki boş koltuğu işaret etti.
"Bebeğim inan bana, davetiyeyi görmeden sana bir öpücük göndermem bile imkansız." Kadın arabaya yaklaşmış, cama doğru eğilmiş ve böylece tüm kadınlığını sergilemekteydi.
"Yazık, sana davetiyeden başka bir çok şey gösterebilirdim..." dedi Daniel gülümseyerek. Kafasını diğer taraftakine doğru uzattı. "Sen ne diyorsun, burda yeterince sıkılmadın mı?" Bir taraftan da paltosunun iç cebini karıştırıp davetiyeyi arıyor gibi gözükerek zaman kazanmaya çalışıyordu.
"İkizinden nasıl sıkılır insan?" diye gülümsedi diğer kız ve Daniel'a kısa bir şok geçirtti. Adam şaşkın şaşkın bir sağdakine ve bir soldakine baktı. Çok geçmeden suratındaki şaşkınlık silindi ve yerini o bilindik sırıtışa bıraktı. "Bugün şanslı günümdeyim." diye mırıldandı kendi kendine ve iç cebinden bir mühür çıkarttı.
"Bunun kimin olduğunu biliyor musun?" diyerek kendisine yakın olana uzattı.
"Oo, Bay Black'in özel davetiyesi. Bundan altı tane gördüm sadece bugün." dedi yakındaki. "Bu da seni daha çekici yapar."
"Artık bu pürüzü atlattığımıza göre, atlayın bakalım. Ne de olsa ikizler birbirinden ayrılmaz, değil mi?" dedi Daniel ve arka koltuğu işaret etti. Her ikisine de.
Kadınlar gülümseyerek adabanın yanına geldiler ve kapıyı açıp içeriye atladılar. "Alexander sayesinde şu durumda olabileceğim hiç aklıma gelmezdi..." diye mırıldandı Daniel ve kendini kadınlara bıraktı.
***
Uzunca bir süre sonra siyah bir Aston Martin, bahçenin demir kapılarını geçti ve sağ taraftaki park yerine girdi. Daniel arabadan çıktığında hala sırıtmaktaydı. Üstünü başını silkip düzelten adam, sol taraftaki masaların ve etrafındaki kalabalığın olduğu yere doğru ilerledi.
Bahçe baştan başa masalarla donatılmıştı ve bu masaların etrafında yüzlerce vampir, özenle giyinmiş sosyalleşmekteydi. Daniel bakışlarını malikanenin girişindeki merdivenlere kaydırdığında ayakta dikilmiş kendi aralarında konuşan dört kişi gördü. Bunlardan iki tanesiyle oldukça güzel geçmişleri vardı -Alexander ve Londra Prenslerinden bir tanesi olan David.
Daniel gözlerini David ve Alexander'dan ayırmadan kalabalığa karıştı. Öncelikle masalardan birisinden bir maske yürütmeliydi. David ve Alexander, onu yürüyüşünden bile tanırlardı fakat başka bir düşmanın onu tanımasını istemiyordu. Ve düşünülürse, şu anda bu partide bir çok düşmanı vardı.
Daha masalara yeni yaklaşmışken birden kalabalık sessizliğe gömüldü. Neler döndüğünü anlamak için etrafa bakınan Daniel'ın fazla aramasına gerek kalmadı; Alexander bir adım öne çıkmış ve konuşma yapmak için hazırlanıyordu. Daniel, Alexander'ın onun olduğu yere doğru baktığına yemin edebilirdi.
"Bundan seneler önce, Romanya'da işkence ettiğim bir dostum vardı." diye başladı söze Alexander ve Daniel'ın suratına bir gülümseme yerleşti. Gösteri şimdi başlıyordu.
"Bu dostum, hazırladığım yedi adet mühürlerden birini çalmıştı. Bu mühürlere ihtiyaç duyacağı zamanı düşünüyordum, kendisini böyle oldukça kolay eleverebilirdi. Bunun için, bu ödül yarışmasını, görünüşte maskeli baloyu yarattım. Görevliler, yedi kişinin girdiğini onayladığına göre, Daniel, kadim dostum, aramızda." Hafifçe gülümsedi. "Onun kanı çekilmiş bedenini bana getiren kişi, yüklü para ve kendi alanımda tam koruma alacaktır." Ellerini yukarıya kaldırdı. "Av başlasın!" Ardından arkasını dönüp, Malikane'nin içine girdi.
Alexander'ın annesi kimdi bilmiyordu fakat Daniel ona esaslı bir küfür savurdu.Bu hengameden sağ çıkacağına emindi, tek korkusu Alexander'ın kaçıp gitmesiydi.
Etrafa bakındı. Malikanenin çıkışları kapatılmış olmalıydı. Hem şu anda kalabalıktan ayrılıp da çıkışa doğru gitmesiyle "BEN DANIEL'IM HADİ BENİ YAKALAYIN!" diye bağırmakla aynı şeydi. Öncelikle dikkat çekmemesi gerekiyordu, bu yüzden bir maske arayışına devam etti.
Maske yoktu ancak, her yerde birbirine girmiş vampirler vardı. Birbirlerinin kanlarını kurutuyorlardı. Londra Prensi ise zevkle izliyordu bunu -Aslında izlemiyordu, güzel bir kızın kanını içmekle meşguldü.
Daniel'ın dikkatsizliğinden yararlanan birisi Daniel'a doğru bir yumruk savurdu fakat Daniel adamın yumruğunu avcuyla tuttu. İngiliz aksanıyla "Bay Black'in karşılığında yüklü para ve tam koruma vereceği adam tam şurada dikiliyor ve sen sağa sola saldırıyorsun? Eğer böyle boş zamanın varsa, rahat bırak beni de ödülü ben kazanayım."dedi. Eliyle sağ tarafta herhangi bir vampiri göstermişti.
Adam bir an düşündü ve gösterilen adama baktı. Daniel'in gösterdiği adam yere düşmüş birini öldüresiye yumrukluyordu. Bu da adamın inancını körükledi tabi. Ona doğru bir adım attı.
Daniel gözlerini devirip kafasını salladı. "Gerizekalı." Arkasını dönmüş adamın ensesine elinden geldiğince sert bir yumruk attı. Adam acıdan bağıramadan yere yığıldı, büyük ihtimalle boynu kırılmıştı.
Bir taraftan adamın üzerini arayan Daniel bir taraftan da etrafı kolluyordu. Rahatsız edilmek istemiyordu. Ki rahatsız edilecek gibi de durmuyordu. Ortamda tam bir kaos vardı, Daniel'in en sevdiğinden!
Adamın üzerinde kıyafet dışında hiç bir şey yoktu, sadece pelerini ve maskesi işe yarayabilirdi. Pelerini ve maskeyi takan Daniel bir defa daha etrafına bakındı ve birden malikaneye doğru ilerlemeye başladı. Bir an duraksadı ve kalabalığa döndü. "DANIEL MALİKANEYE GİRMİŞ! ÖDÜL İÇERİDE!"
Bir anda, bunu duyan David ayağa kalktı ve sinirle bağırdı. "Malikaneye kimse girmedi, girmiyor!" diye gürledi. Herkes bir anda durdu. David, Daniel ve Alexander'dan sonra en yaşlı kişiydi, malikanenin sahibi ve Londra prensiydi. Elbette herkes onun sözünü dinliyordu.
Daniel doğaçlama yapmaya başladı ve "Dedi, saatlerdir kızla sevişmekten başka hiç birşey yapmayan adam. Ödülü kendine mi saklıyor yoksa?" diye seslendi, sadece etrafındakiler duyabileği şekilde. David'in dikkatini çekmek istemiyordu. Ama başarısız oldu; David gözlerini dikmiş Daniel'a bakıyordu.
"Seni bulduk öyle mi Daniel?" diye gülümsedi David. "Alexander'la görüşmek istiyorsan, benimle küçük bir görüşme yapman gerekecek." Sonra kalabalığa döndü. "Bu adam için, Alexander'ın vereceği aynı ödüller, Londra sınırları dahilinde geçerli. Bu adamı kurutun." dedi ve arkasını dönüp malikaneye gird.
Daniel kalabalığa bir kere daha döndü. Kafası öyle çok fikir üretmeye başlamıştı ki bir an için başı ağrıdı. "Beni birisine benzetti heralde." dedi kalabalığa doğru, gülümseyerek ve ellerini iki yana açarak. Fakat gülümsemesi suratından birden silindi, gözleri büyümüştü. "İşte, orada! Kaçıyor!" diye bağırdı, bahçedeki çıkış kapısını göstererek. Bunun işe yaramayacağını biliyordu ama denemese içinde kalırdı. Neler döndüğüne bakmadan, malikaneye doğru koştu.
Daniel malikanenin girişine kadar hiç bir zorluk yaşamadı. Bu yüzden kapıda durdu ve arkasını döndü. Onu takip eden kimse yoktu. Arkasından gelen güruh ne Malikaneye girmeye cesaret edebiliyor, ne de ondan gözlerini ayırabiliyorlardı. Orada öylece duruyor ve malikaneye giren Daniel'i izliyorlardı.
"Size söylemiştim, Daniel malikaneye girdi." İçeri girdi.
Malikanenin tüm girişini kaplayan, girişin ortasında büyük bir daire vardı. Daire, çeşitli sembollerin iç içe girmesiyle oluşturulmuştu ve dairenin kenarında, bir dikdörtgen çıkarılmıştı. Daniel orada bir merdiven olduğu görüyordu, gizlice geçide girmiş olmalıydı.
"İçimde kötü bir his var." diye mırıldandı Daniel ve merdiveni kullanmadan önce son bir kez daha etrafa bakındı. Nedense bunun bir tuzak olduğunu düşünüyordu. Alexander'la geçmişte yaşadıkları düşünülürse, bundan emindi.Ancak bunu gösteren bir kanıt yoktu. Sıfır.
"Alexander ve planları, pff." Kafasın salladı ve gizli geçide girdi.
Gizli geçitten aşağıya indikçe, yapının rengi değişti. Mermerden ve güzel kesim taştan, ortaçağ tasarımına dönüştü duvarlar. Döne döne inen merdivenler en sonunda, büyük, daire şeklinde bir odaya çıktı. Arkasını dönük bir adam, oradaki kan dolu çanağa parmağını batırmıştı. Karıştırıyordu. David.
"Şah'a ulaşmak için, piyonu devirmelisin." dedi Daniel gülümseyerek.
David yavaşça arkasını döndü, piyon olarak nitelendirmek onu sinirlendirmiş olmalıydı ki kaşları çatılmıştı.
"Söyle bana, Alexander'a karışmadan, onun gittiği şehre gitmeden, belki de Moskova'yı, belki de Kahire’yi yönetebilirdin. Neden ona bulaşmaya bu kadar niyetlisin Daniel?"
Daniel gülümsedi ve kafasını salladı.
"Söyle bana David, bir köpek neden kendi şeyini yalar?"
David'in suratındaki ifade şaşkınlığa dönüştü.
"Çünkü bunu yapabilir. Bu abzürd tiyatrodaki kuklaların yöneticisi, Alexander. Kafasında binlerce plan, önünde binlerce piyon. Amaçları, yaptıkları, yapmayı düşündükleri... Mide bulandırıcı. Ve bu dünyada kimse ona karışmıyor, kimse." Daniel, yıllardır ilk defa oldukça ciddi gözüküyordu.
"Daniel, emin ol Alexander seni öldürmek isteseydi, çoktan yapardı." diye söze başladı David fakat Daniel'ın cevabıyla cümlesi yarım kaldı.
"David, emin ol Alexander beni öldürmeyi becerebilseydi, bunu çoktan yapardı. İstanbul'da, Roma'da, Romanya'da, Kahire'de, Moskova'da, Milano'da, Chicago'da... Neden mi Alexander'ın peşindeyim? Çünkü ben onun için sinir bozucu bir sineğim. Ve o burnu kalkık züppenin sinirinin bozulmasını istiyorum." Duraksadı. "Ha bir de, bir kaç defa beni neredeyse öldürüyordu.Bu da bir neden tabi."
"O halde, durmayacaksın." dedi David kaşlarını çatarak. Paltosunun içinden bir uzun kılıç çıkardı ve paltoyu omuzlarından attı. "O halde, seni durdurmam gerekecek." Sonraki iki adımı Daniel'e doğru attı.
"Dedi piyon ve iki kare ilerledi." Görüşünü ve hareketlerini kısıtlamasın diye maskesini, pelerinini ve paltosunu çıkartan Daniel gelecek olan saldırıya hazırlandı. "Göster hünerini."
David kılıcı batırır gibi ileriye savurdu, tam karnından yaralamak için. "Öleceksin!"
"Bunu o kadar çok duyuyorum ki, artık sıkmaya başladı." diyerek kahkaha attı Daniel ve çevik bir hareketle kılıçtan sıyrılıp David'in soluna geçti. Sol eliyle adamın kılıç tutan elini, dolayısıyla kılıcı tuttu ve sağ yumruğunu David'in suratına gömdü.
David büyük bir hızla geri savruldu ve içinde kan olan çanağa çarptı. Çanak yere düştü, odanın zemini kan ile kaplandı. David kendini toparlayamamıştı. Kılıç da elinden düşmüştü. Bir şeyler fısıldıyor, yerdeki kanın kaynıyor gibi hareket etmesine sebep oluyordu.
Elinden geldiğince hızla kılıca atlayan Daniel, kılıcı eline alır almaz David'e doğru savurdu. Boğazı kesilen bir horoz ötemezdi ne de olsa. Boğazını korumak için kolunu kaldıran David'in bu aciz savunması bir işe yaramadı. Bu darbeyle birlikte David bir kez daha savruldu, Bu sefer, odanın duvarlarındaki demirlerden birine saplandı vücudu. Ancak kalbine gelmemişti, torpor durumuna geçmedi bu sayede. Aldığı darbe yüzünden neredeyse kopmuş olan yaralı kolunu kaldırdı ve "Lütfen! Merhamet!" diye yalvardı. "Alexander burada değil! Gittiği yeri söylerim!"
Daniel savurduğu kılıcı yerden aldı ve yavaşça David'e yaklaştı. "David, David... Bu söylediklerini o kadar çok duyuyorum ki..." Biraz daha yaklaştı. "Senin gibi bir asilzade ile muhabbet etme fırsatını kaçırır mıyım sanıyorsun? Dinliyorum, Alexander nereye gitti? Ne yapacak?"
"P-paris! Bir konsere gidiyor ancak bir kaç ay orada kalacak... Belki yıl!"
Daniel kahkaha atmaya başladı. "Paris mi? Konser mi? Hadi canım sen de. Alexander Black'in bir konserden daha mühim işleri olmalı."
"Konserden çok, şarkıyı söyleyen kadınla alakalı... Grubun adı neydi.. Nouvelle Vague. Sanırım kadın solistiyle ilgileniyor, ancak hangisi olduğunu çıkaramadım. Lütfen rahat bırak beni artık!"
"David, sakin ol azizim. Benim hakkımda çok yanlış düşünüyorsun, seni rahat bırakacağım. Şurda iki medeni vampir, dikilmiş muhabbet ediyoruz. Yani, sadece birimize dikilmiş aslında." Adamın saplı olduğu demire baktı. " Gerçekten güzel bir partiydi. Muhteşem bir malikanen varmış. Ve ah, mükemmel güvenlik görevlilerin." Biraz daha yaklaştı. "Fakat bir şey sormam gerek. Benim kim olduğumu biliyor musun?"
David'in acıyla buruşmuş suratına bir kez daha büyük bir şaşkınlık yerleşmişti. "Daniel "Madcap" Drake?"
"Heh, güzel."
Kılıcı öfkeyle adamın boynuna savurdu.