Kayıt Ol

İletileri Göster

Bu özellik size üyenin attığı tüm iletileri gösterme olanağı sağlayacaktır . Not sadece size izin verilen bölümlerdeki iletilerini görebilirsiniz


Konular -

Sayfa: [1] 2
1
Şişedeki Mısralar / Yok
« : 29 Aralık 2016, 17:47:34 »
Hiç mi yorulmadı bu devran, bu dünya?
Nasıl dayanır yıllara ve naif zamana?
Yok dönmeyi kesesi.

Dalgaların kaderi bu, belki de alışkanlığı,
Nedendir bilinmez, yok kıyıya vurmayı kesesi.

Roka balığın mezesiyse; aşk bu, rakıdır ezeli.
Bıkmaz mı insan, hiç mi sıkılmaz?
Yok tüketmeyi kesesi.

Gözyaşı demlenirse ağlamak can yakar.
İnsan görmek istemedikçe kör bakar.
Ama yine de yok yaşamayı kesesi.

Bir varmış bir yokmuş evvel zaman içinde,
Cinler, cüceler cirit atar oynarmış kalbur zaman içinde.
Gerçekler; savaş ve ölüm, cehalet ve lanet.
Ya yine de yok adamın hayal etmeyi kesesi.

Ham kalp kırıldıkça saf kalp yavaşça ölür.
İçi düğümlenir insanın, hayat yine de alır sürür.
Ama yok arkadaş yine de yok gülmeyi kesesi.

Herkes çocuk kalmak ister.
Bunu savunur ve bunu söyler.
Ama ben göremiyorum, yok kimsenin büyümeyi kesesi.

Anlatsam çok da, her şeyi geçtim.
Canı yanar, yanar, yanar.
Yüreği dağlanıp solar da.
Yok insanın sevmeyi kesesi.

2
Selam arkadaşlar. Benim merak ettiğim iki konu var. Fantastik hikayelerde; bu evrenleri kurgulayan, yazan kişiler çoğu zaman insandan farklı yeni bir ırk yaratmaya ve bu yeni ırk veya ırklarla insanların arasındaki tabiri caizse mevzuları anlatmaya çalışıyorlar. Bunu ben de yaptım daha önceki hikayelerimde. Sonra üzerinde çok düşündüm ve bence "İnsan'ı" yeterince işleyemiyoruz. İçinde sadece insan ırkının bulunduğu inanılmaz fantastik hikayeler yaratılabilirdi, neden pek tercih edilmiyor sizce? Ya da bizlerin bu, farklı ırklar oluşturup, yeni kültürler yaratma ihtiyacı nereden geliyor? Çünkü iyice düşündüğümde, bu kadar yazar fantastik hikayelerinde yeni ırklar yaratmaya çalışıyorsa bu ya bir ihtiyaçtan kaynaklanıyor olmalı ya da herkesin beynine öyle yerleşmiş. Bu iş yeni ırklar yaratmadan olmaz bunun kaidesi buymuş gibi mi geliyor?

Bir de harita mevzusu var tabii. Çoğunlukla harita olmadan da yapamıyor fantastik yazar kitlesi. Yine ben de eskiden çok takılırdım harita meselesine. Bu yüzden yazamadığım, yazmaktan vazgeçtiğim hikayelerim oldu. Bu konu hakkındaki şimdiki fikrim şöyle: Ben yazmak istediğim şeyi yazabildikten, betimlemelerimi akla yatkın ve başarılı yapabildikten sonra okurlarıma gözle görülür bir harita sunmayı istemem. Anlattıklarımla, betimlemelerimle okurumun düşünde ne çağrıştırıyorsam o öyle kalsın isterim. Zaten benim anlattığımı benim aklımda kurguladığım gibi doğrudan almasın okur, kendi hayal gücüyle orayı kendisi baştan yaratsın. Bana göre okura bir harita sunma ihtiyacı hissetmek "Ya ben anlattım ama o tam anlayamaz belki, bir de buradan baksın aklında tam otursun." gibi bir şey oluyor. Tabii bazen hikaye açısından iyi anlaşılabilmek şart oluyor, o da artık bizim yeteneğimize kalıyor.

Genel olarak düşüncelerim böyle, sizler bu konularda neler düşünüyorsunuz?

3
Şişedeki Mısralar / Günaydın
« : 23 Aralık 2015, 09:45:04 »
Günaydın kış sabahına yakışmayan gece.

Benim sabahlarım, akşamlarım hep kış.

Bekletme daha fazla, cemrem olup düş hayatıma sadece.

Kargam mısın yoksa ankam mısın sen siyah kuş?

Hükmüm verilmiş, kırılıp kalmışım secdede.

Baharın hafifçe esen rüzgarı misali sendeki göz, kaş.

Şimdi gelip de bana ne olur, yalandı deme.

Bu hikayede ki sıradan bir sözcük olmak yerine,

Vardı şimdi olmak birbirimizin hayatındaki anahtar kelime.

Sen elf kızı, o kılıcı nasıl dövdün?

Bu şiiri çok fantastik bitiriyorum ama tekrar günaydın :)

4
Asla Boynuzu Olmayan Bir Şeye Güvenme! (1. Bölüm)

Derler ki kadim ağaçların köklerinin altında topraktan çok daha fazlası vardır. Orada unutulmaya yüz tutmuş bir kültürün son kalıntıları yatmaktadır. Tanımadığımız ve hakkında hiçbir şey bilmediğimiz bir kültür...

İşte bu zamanlarda iki kafadar gezgin eski dünyanın topraklarında yol almaktaydılar. Yürüdükleri orman kasvetli, yaşlı ve keder doluydu.

- Hey Piehes, ne bulduğuma da bak. Hahaaa!
- Yotri sen tanıdığım en şanslı kaşifsin. İnanmıyorum, bu kılıç en az bin yıllık olmalı.
- Aslında dostum olay gözlerde. Onları doğru kullanmayı bilmiyorsan asla benim kadar büyük bir kaşif olamayacaksın.

İkisi de bir ağızdan kahkaha attılar. Bu topraklarda keşif yapma çılgınlığını gösteren az sayıda insandan biriydiler. Onlar dünya üzerindeki en nadir olaylardan birinin gerçekleşeceğinden bi haber bu yaşlı diyarda eğlene dursunlar, çok da uzaktan gelmeyen bir yakarış irkilmelerine sebep oldu.

- Yotri bunu sen de duydun mu?
- Evet dostum, sence neye benziyordu?
- Bir yaban domuzu olabilir.
- Hiç sanmıyorum, bakmakta fayda var.

Birlikte temkinli bir şekilde sesin geldiği tarafa doğru yürümeye başladılar. Ses önlerindeki, ismini dahi bilmedikleri ağaç sırasının arkasınan gelmişti. Tüm orman sanki bu anın özel olduğunu anlatmaya çalışırcasına ölü gibiydi, yani zaten olduğundan çok daha fazla ölüydü. Aslında orman gayet canlıydı hatta burada daha önce hiç görmedikleri bazı hayvanları ve bitkileri görmüşlerdi. Lakin çok sessizdi. Orman o kadar sessizdi ki böyle bir çığlık, kendini dünyadan soyutlamaya çalışırcasına sakin bu diyarda inanması bile çok güç bir şeydi. Ağaç sırasına geldiklerinde artık rüzgar bile susmuştu.

Yotri yeni bulduğu gümüş kılıcına sıkıca sarılmıştı, Piehes’in elindeyse her zaman kullandığı hançerleri usulca bekliyordu.

- Pıst Piehes, sence neye benziyor, yoksa o bir maymun mu?
- Dostum bu gözler on iki çeşit maymun gördü ama böylesini görmedi.
- Sence ne o zaman? Zavallı şey, can çekişiyor. Onu böyle bırakamayız.
-Bırak bu işin peşini Yotri, nerede olduğumuzu unuttun galiba. O da diğer biçimsiz yaratıklardan biridir işte.

Yotri arkadaşının yerine yüreğinin sesini dinlemeyi tercih ederdi. O böyle biriydi. Ağacın arkasında saklandığı yerden çıkarak yaratığa doğru yavaşça yürümeye başladı. Sadık dostuysa bir sürü lanet yağdırarak arkasından takip etti. Yaratık ağaçtan düşmüş olmalıydı. Tam ensesinden saplanmış bir dal parçası vardı. Yarası ölümcüldü. Yotri yaratıkla göz göze geldiğinde yaratık garip bir dilde çığlıklar atmaya, bir şeyler söyleyerek bağırmaya başladı. Delicesine bağırıyordu. Yotri ve Piehes neye uğradıklarını şaşırmışlardı. Karşılarında can çekişen şey akılsız bir yaratık değildi. Yotri onunla ilk göz göze geldiğinde anlamıştı zaten bunu. Ve şimdi eskiden olduğu kadar güvende hissetmiyorlardı.

- Atalarımız ne demiş, birinin olduğu yerde diğerleride vardır. Buradan hemen topuklamalıyız Yotri.
- Olmaz dostum. Sen de duymuyormusun, o şey konuşuyor.
- Evet dostum işte o yüzden kaçmalıyız.

Onlar orada tartışıp ne yapacaklarına karar vermeye çalışırlarken, ormanın derinlerinde yıkılmaz diye addedilen bir tabu yıkılmış ve bunun gölgesi de çoktan onların üzerlerine çökmüştü. Yaratığın sesi kesilmişti. Artık manasız bakan soluk gözleri eskisi gibi ışık saçmıyordu. Yotri de sonunda gitmeye ikna olmuştu. Lakin arkadaşını hançerlerini bırakmaması için uyardı. Yotri çok zeki bir avcıydı. Üstelik işaretleri görebilme yeteneği abarttığı kadar vardı. Zihni böyle sihirli topraklarda bile bulanmıyordu.

Hava daha gün ortasında olmalarına rağmen karanlıklaşmıştı ve gökyüzüne bakmaya cüret edemiyordu. Sonunda daha az akıllı fakat çok daha temkinli olan Piehes gözlerini havaya dikti ve karanlığın arasında yüzlerce şeklin kendilerini izlediğini fark etti. Hepsinin de dört kolu vardı, tıpkı hemen yanlarında ölü olarak yatan yaratık gibi...

Piehes’in sesi kendi kulalarında yankılandı “Birinin olduğu yerde diğerleri de vardır!” Sadece bir anlığına arkadaşıyla göz göze geldiler. Yukarıdan bir yaratık aşağı atladı ve karşılarında dikildi. Yaratığın kahverengi bir kürkü vardı, ve kahverengi gözleri. Hesinden önemlisi de yaratık tam dört göze, dört kısa boynuza ve dört kola sahipti. Bayağı da kaslıydı! Yaratık konuştu. Sesi öfkeli, duruşu zarifti. Elinde tuttuğu iki uçlu mızrağı Yotri’ye uzatarak bir şeyler geveledi.

Yaratık daha önce hiç duymadıkları garip bir dilde konuşuyordu ve insana gerçekten de bir şeyler geveliyormuş gibi geliyordu. Sonra yaratık bir el hareketiyle yukarıdaki diğerlerine işaret verdi ve yukarıdan dört tanesi daha aşağı atladı.

- Piehes, bence silahlarımızı indirsek daha iyi olur.
- Sen kafayı mı yedin. Öyle bir şey olmayacak.
- Eski dostum beni dinlesen iyi edersin. Bu yaratıklar senin o hançerlerinle dişlerini bile temizlemezler. Zaten bir şansımız yok, dediğimi yap.

Piehes arkadaşı tarafından gerçekliğin açıkça yüzüne vurulmasına alışkındı, lakin böyle ciddi bir durumda bu ona zor gelmişti. Yine de arkadaşına güvenerek hançererini indirdi ve yavaşça yere bıraktı. Tıpkı yaratığın işaret ettiği gibi. Yotri de her ne kadar yeni bulduğu kılıcını bırakmak istemese de aynı şekilde yavaşça önüne attı. Yaratık memnun olmuş gibi görünüyordu. Kalabalık daha alçakdaki dallara inmişti ve artık yüzleri tam olarak seçilebiliyordu. Hepsi de kocaman gözlerini dikmiş Yotri ve Piehes’e sanki ilk defa insan görüyorlarmışçasına, hayretle bakıyorlardı. Bazıları kendi aralarında o garip dilleriyle bir şeyler konuşuyor ve gözleri daha da büyüyordu.

Hatta bir ara Piehes bir tanesini öyle bir pozisyonda yakaladı ki, yaratığın gözleri neredese bir at arabasının tekerleği kadar büyümüştü. Yaratıklardan ikisi yaklaşıp ellerini ve gözlerini bağladılar sonra da onları sırtlayıp yola koyuldular.

Bizim kafadarların bağları çözülüp gözleri açıldığında hemen önlerinde yanan meşalenin parlak alevleri gözlerini aldı. Belli ki gece olmuştu. Onları getirdikleri yer rutubetli ve havasız bir yerdi. Yotri buradan hiç hazzetmemişti. Üstelik hem karınları acıkmıştı hem de bu bilinmeyen diyarlarda silahları ellerinden alınmış bir şekilde götürülüyorlardı. Etraflarında daha önce hiç görmedikleri yapılar, sarmaşık işlemeli ahşap sütunlar, rengarenk çiçekli bahçeler, neidüğü belirsiz şelaleler ve alabildiğince meşale ışığıyla aydınlatılmış bir şehir duruyordu.

Sonunda yaratıklar büyükçe bir kapının önüne geldiklerinde durdular. Kapıyı bekleyen iki muhafız vardı. Diğerleri, onlarla bizim kafadarları göstererek bir şeyler konuştular. Muhafızlar da yüzlerini ekşiterek Yotri ve Piehes’e baktılar ve başlarını sallayarak kapıyı açtılar. Kapı açılıp da içeri girdiklerinde yaratıklardan birisi yüksek sesle bir şeyler söyledi ve geri çekildi. Diğeri bizimkilerle yürümeye devam etti. Geniş bir holden devam ettiler. Odanın güzelliği adeta kendine hayran bırakıyordu. Her şey ahşaptan yapılmış ve duvarlar, peşisıra asılmış meşalelerin ateşleriyle aydınlanıyordu.

Oradan başka bir kapıya yaklaştılar, bu kapıyı da iki muhafız koruyordu. Bizimkileri getiren yaratık tekrar onları işaret ederek bir şeyler geveledi. Muhafizlar da tıpkı kendilerinden öncekiler gibi önce yüzyerini ekşittiler sonra da kapıyı açtılar. Yotri ve Piehes’i getiren yaratık içeri girdikten sonra yüksek sesle bir şeyler söyledi sonra bizimkilere ilerlemeleri için işaret etti ve geri çekildi. Yotri hiç duraksamadan yürüdü. Piehes ise onu kolundan dürterek daha dikkatli ve yavaş olması için uyardı. Bir çeşit taht odası gibi bir yere gelmişlerdi. Odada kimse yoktu. Sonra taht koltuğunun arkasındaki kapıdan bir yaratık çıktı ve yürüyüp tahta oturdu. Sonra da onun çıkıp geldiği kapının hemen çaprazındaki kapıdan iki yaratık daha çıktı ve biri Yotri’nin diğeriyse Piehes’in yanında durdular.

Kral gibi bir şey olduğunu tahmin ettikleri yaratık bir süre onları süzdü ve sonra diğerlerine işaret etti. Onlar da ellerindeki testiden, kupalara sarı bir sıvı doldurup bizimkilere uzatarak içmelerini için işaret ettiler. Piehes burnunu kupaya yaklaştırıp kokladı ve iğrenerek arkadaşına baktı. Yotri ise çoktan kupayı tepesine dikmişti. Sonra Piehes bir eliyle burnunu tutarak sıvıyı içmeye başladı. Son yudumu da aldığında sanki etrafındaki her şeye bir anlam, bir yaşam gelmiş gibi hissediyordu. Hava artık eskisi kadar boğucu gelmiyordu ve o ölüm sessizliğinden eser yoktu. Hemen tahtın sol tarafındaki sütunun ortasına yuva yapmış bir sincap, bir şeyleri kemiriyordu. Sağ taraftaki yuvarlak pencerelerdense kuş cıvıltıları geliyordu.

Eskisi kadar terlemiyordu ve o içini kaplayan sıkıntı da yok olmuştu. Tahttan gelen ses hem ona hem de bir öfori durumunda olan arkadaşı Yotri’ye bulundukları durumu hatırlattı.

- Irkınızın ismini ağzıma alayacağım lakin eskilerin hatıraları hala zihnimde. Siz benim topraklarımda benim ırkımdan birini öldürdünüz, derhal kendinizi savunun.

Piehes bununduğu şaşkınlıktan kurtulup da durumu anlamaya çalışırken, arkadaşı Yotri heyecanla konuştu.

- Gizli diyarın efendisi. Biz kimseyi öldürmedik. Bizler kaşifleriz, etrafta dolaşır değerli şeyler ararız. Hazine gibi ya da eski kılıçlar gibi.

Elinden alınan kılıcını hatırladı, oysa çok sevmişti onu. O kılıç kaşiflik hayatında bulduğu en değerli şeydi.

- Eğer siz öldürmediyseniz kim öldürdü o vakit?
- Efendim biz yeni bulduğum kılıcı incelerken bir ses duyduk ve orayı incelemeye gittik, sonra da zavallıyı o halde gördük. Kanımca ayağı kayıp ağaçtan düşmüş olmalı.

Dört kollu hükümdar tahtından aşağı öyle bir kahkaha attı ki, soldaki sincap kemirdiği şeyi yere düşürüp kaçıverdi. Sonra sakinleşerek konuştu.

- Dışarıda sizden başkası yok yani öylemi?

Hükümdar soruları sorarken, altındaki anlamlar zaten diken üstünden olan Piehes’i çok korkutuyordu. Sonunda olaya el atıp konuşmaya başladı.

-Efendim her şey aynı arkadaşım Yotri’nin anlattığı gibi oldu. Bizler yanlız gezginleriz.

O sırada hemen arkamızdaki muhafızların koruduğu kapı açıldı ve içeri bizi yakalayan yaratık girdi. Anlaşılan bayağı üst düzey bir konuma sahipti.

- Baba söyler misin bu şeyler neden hala hayatta?
- Durumu tam olarak anlayıp adil bi karar vermem için. Sana verilen emirlere karşı geliyorsun çocuğum ve bu beni üzüyor.
- Hayır! Bize dış dünyada hiçbir şeyin olmadığını söylemiştin. Ölü annemin üzerine yemin etmiştin. Ama ben orada çok şey gördüm. Ağaçların tepesindeki sonsuzluğu gördüm, sapsarı parlayan o ışığı gördüm hepsinden önemlisi bu şeylerle karşılaştım. Söyler misin baba bunların hepsinden haberdar mıydın?

O sırada Piehes bu güne kadar hiç yapmadığı bir şeyi yaptı. Düşünmeden hareket etti ve baba ile oğulun arasına girerek konuştu.

- Efendim biz kimseyi öldürmedik ve karnımız da çok aç. Lütfen bizi bırakın. Kimseye burası ve sizler hakkında bir şey anlatmayız. Zaten biz gezginlerin saçma hikayelerine de kimsecikler inanmaz.

Kralın olğu bir hışımla bağırarak konuştu.

- Biz boynuzu olmayan hiçbir şeye güvenmeyiz!

Kralın ayağa kalkmasıyla da susuverdi. Kral bir elini omuzlarına götürerek bir hareket yaptı, prens de başını eğerek arkasını döndü ve geldiği yoldan dışarı çıktı. Sonra kral Piehes’e seslendi.

- O dediğin mümkün değil, size ne olacağına yarın meclis karar verecek. Çok uzun zamandır toplanmayan bir meclis. Kadim olanlar kouşacak ve genç olanlar da dinleyecek. Her şeye rağmen oğlum bir konuda haklı. Biz boynuzu olmayan hiçbir şeye güvenmeyiz...

DEVAM EDECEK

5
Merhaba beyler bayanlar. Bu gün başıma bir olay geldi, ben de sizlere anlatmak ve danışmak istedim.

Başlayayım anlatmaya: Bir arkadaşım tarafından bir kafeye çağırıldım ve ne kadar ısrar ettiysem edeyim nedenini bir türlü söyletemedim. Ben de kırmamak için buluştum. Kısa bir sohbet ve hoşbeşden sonra baktım hala beni neden çağırdığını söylemiyor. Ben de biraz üsteledim. Sonra beni bir iş görüşmesi için çağırdığını söyledi. Doğrusu hiç anlam veremedim, öncesinde neden söylememişti ki, bu kadar gizeme ne gerek vardı? Daha sonra, birazdan arkadaşım gelecek, ben konu hakkında pek bilgi sahibi değilim o sana ayrıntılı bir şekilde anlatacak dedi. Bir de, bende işin içindeyim diyerek aklı sıra güven vermiş oluyor. Bu arada bu arkadaşımla iki yıldır tanışıyoruz ve ilk defa mesaj atıyor!

Bekledik bir beş dakika, bunun arkadaşı geldi ve bana network marketingden, mega holdingden ve daha bir sürü şeyden bahsetti. Yaklaşık 30 - 40 dakika konuşmuşuzdur. Sonrasında, işte bu işe girmek için önce bir eğitim almam gerektiğini ve eğitim masrafının 930 dolar olduğunu söyledi. İnanın tüm anlattıkları içerisinde çok daha saçma ve anlamsız şeyler de vardı. Ha bir de bu arkadaşım para sorun olmaz ya diyerek bir kahkaha attı ki ben de yavaş yavaş sinirlenmeye başladım.

İşte efendim, bu işe dahil ettiğim her insan için bir miktar para kazanacağımdan ve onların davet ettiklerinden de ayrıca kazanacağımdan ve bunun böylece devam edeceğinden bahsettiler. Kulağa güzel geliyor, yani bana ait bir internet sitem olacak, bir ton para kazanacağım, eeee bir sürü arkadaşlık kurup kendimi geliştireceğim sonuçta!

Bunlar süsleyerek püsleyerek bana olayı anlattılar ve bir de üstüne, yarın içinde bir randevu verdiler. Neymiş, arkadaşım bana bazı videolar yollayacakmış ve yarın biraz daha konuşup aklımdaki soru işaretlerini halledermişiz. Bana olayı anlatan kişi, yani arkadaşımın arkadaşı çok yoğun olduğunu ve başka görüşmelerinin de olduğunu söyleyerek kalktı gitti. Sonra ben biraz arkadaşımın ağzını aradım ve işte şok olduğum an tam da bu andı.

Kız bana ailesinin bu işe girdiğinden haberleri olmadığından tutunda, bahsi geçen 930 doları toplayabilmek için iki tane kredi kartı aldığını ve bazı arkadaşlarından da borç para aldığını anlattı. Ben şoke olmuş biçimde dinlerken, kızın ağzından çıkanların farkında bile olmadığını fark ettim. Beyni yıkanmış ve tam anlamıyla bir robota bir kuklaya dönmüştü.

Üstelik bana işi (lafın gelişi söylüyorum) anlatan kız da öncesinde; bana bunlar anlatıldığında hiç soru sormamıştım, sen iyi soruyorsun vallahi demişti. Ve ona anlatan kişinin 3 - 4 yıl içerisinde bu işten kazandığı parayla lüks bir araba aldığını anlattığını söyledi. Benim fikrimce onun da beyni yıkanmıştı. Az evvel, bana bahsettiğim videoları yolladılar. Ve ben de kibarca reddederek konuşmayı sonlandırdım.

Doğrusu ilk başta, anlatılanlar her ne kadar saçma da gelse ben de etkilenmiştim biraz. Sonuçta sana vadettikleri şey, hızlı ve kolay yoldan para kazanmak ve bunu öyle bir anlatıyorlar ki tamam ya ben bu işi yaparım diyorsunuz. Ki ben aşırı sorgulayıcı bir yapıda olmama rağmen etkilendim. Sonra eve gelip biraz araştırdım, bir arkadaşımla da konuştum ve ortada dönen sahtekarlığı daha iyi anlamış bulundum.

Malesef bu gibi yollarla gençleri soymakla kalmıyor, kandırıp beyinlerini yıkıyorlar. Sizler bu konuda ne düşünüyorsunuz?

Bana yollanan videoların linklerini de paylaşayım buradan.

https://www.youtube.com/watch?v=FN008xyApnE

https://www.youtube.com/watch?v=9aRwmz6U1a4

https://www.youtube.com/watch?v=igXmxOvltDQ

6
Şişedeki Mısralar / Viran Şurası
« : 28 Şubat 2015, 00:09:39 »
Ne bir ejderhanın nefesi,
Ne de bir anka kuşunun kanatlarının yakan rüzgarları.

Ne bir unikornun narin boynuzu,
Ne de bir pegasusun güçlü kanatları.

Ne bir grifonun keskin gagası,
Ne de bir deniz kızının göz yaşları.

Ne bir santorun efsunlu kılıcı,
Ne de bir elfin geniş yayı.

Ne bir orkun demir pençesi,
Ne de bir goblinin zehirli mızrağı.

Ne bir satirin sihirli fülütü,
Ne de bir valanın kudretli bakışları.

Ne bir vampirin arzulu sırıtışı,
Ne de bir kurtadamın dolunaydaki haykırışı.

Ne bir meleğin sürgünü,
Ne de bir minotorun haşin gücü.

Bir insanın kalbi, bir canlının kalbi ;D ;D.

7
Şişedeki Mısralar / Bitmeyen Şiir
« : 14 Şubat 2015, 22:55:09 »
Efendim bu konuyu Kurgu İskelesi'ndeki Bitmeyen Öykü başlığından esinlenerek açıyorum. Burada tüm yaratıcılığımızı kullanarak şiirin devam etmesini sağlayacağız. Şiirin belli bir türü olmak zorunda değil, bizler yaratıcılığımızı kullanarak onu fantastik bir şiire bile çevirebiliriz. Hayal gücünüzün bol olması ve edebi kişiliğizle aranızda olan kapıyı ardına kadar açmanız dileğiyle.

Bitmeyen Öykü'deki bazı kurallar burada da geçerlidir. Bunlar;

I - Bu başlığa yorum eklemek hikayenin okunuş düzeninde okuyucuya sorun çıkaracağı için istenmeyen bir durumdur.

II - Yazılanların editlenmesi, yazım kurallarının düzenlenmesi haricinde istenmeyen bir durumdur çünkü sonradan yazanların, yazdıklarını anlamsız kılabilir.

III - Burada amaç tüm yaratıcılığımızı kullanarak şiirin devamlılığını sağlamaktır.

 
Ben bir örnekle başlatıyorum;

Gözlerinin leylası mıydı yüreğine vuran,
Yoksa viran olmuş zihinler miydi medeniyeti yok sayan?
Tanrı bizi kalan tek dişin çürümüşlüğüne mi terk etti,
Yoksa cehalet hep içimizde miydi...


8
Efendim Nightmare ve benim aramdaki öykü düellosunun anketini açıyorum :P Bizler oy kullanmayacağız ve anket iki gün açık kalacak, bu süre içerisinde oyunuzu kullanabilirsiniz ve aynı zamanda hikayelerle ilgili yorum ve eleştirilerinizi yazmaya devam edebilirsiniz.

Not: Öykülere buradan ulaşabilirsiniz :).

9
Tartışma Platformu / Ses Tonlarındaki Sihir
« : 29 Ocak 2015, 22:41:24 »
Selamlar;

Az evvel Robot Giskard'ın Galaksi Rehberi'ni dinlerken aklımdan geçirdiğim bir konu var. İnsanların seslerinin tonlarını duymak bana gerçek anlamda çok ilham veren bir şey. Radyoyu dinlerken de keşke karşılıklı konuşarak tartışabilseydik dedim. Bilmem sizlere de oluyor mu öyle? Şahsen ben insanların seslerindeki sihirden çok etkileniyorum. Özellikle yazdığım hikayelerde kendini olukça belli ediyor. Mesela bir hikaye yazarken; karakterlere çeşitli oyuncuların seslerini yakıştırıyorum, böyle olunca hikaye uzuyor gidiyor. Sizlerin de bu konudaki düşüncelerinizi merak ediyorum.

10
Eğlence & Mizah / Nuri anlatıyor
« : 09 Ocak 2015, 14:35:15 »
Arkadaşımla lise anılarımız hakkında konuşuyorduk. Bana bir anısını anlattı ve kelimenin tam anlamıyla gülmekten bir hal oldum. Ben de sizlerle paylaşayım dedim.

Bir gün arkadaşım Nuri okulda bir arkadaşıyla sohbet ediyormuş. Arkadaşı saatinin çok güzel göründüğünü ve yeni alıp almadığını sormuş. Bizim Nuri de kardeşinin hediye ettiğini söylemiş. Bunun üzerine çocuğun sorduğu soru: "Kardeşim dediğin bir arkadaşının mı hediyesi yoksa özüvey kardeşin mi hediye etti?"

Spoiler: Göster
"Özüvey" kelimesinin yazımında bir yanlışlık yoktur. Lakin çocuk öz ve üvey kelimelerinin birbirlerinden farklı anlamlarda kelimeler olduğunu bilmiyor.


Arkadaşım Nuri bu olayı yaşadığından beri hayata bakışının çok değiştiğini söylüyor. Artık her şeye karşı çok karamsarmış. Sanırım geçmişe bir bazuka sıkması gerek, sünger çekmesi yetmez :).

11
Eğer Hobbit 3 dakika 45 saniye olsaydı nasıl olurdu?

Buyrun; buradan izleyebilirsiniz

12
Kurgu İskelesi / Yaratılış Öyküsü Sihrinme
« : 07 Ocak 2015, 20:50:48 »
Yaratılışa dair...

Zamanın başlangıcından önce sadece boşluk vardı. Sınırsız sonsuzluk. Bir gün karanlıkların içinden bir ışık belirdi ve şekillendi. Sonunda yuvarlak bir ateş topu haline bürünüp karanlıkta salındı. O kadar büyük, o kadar parlaktı ki ışığı karanlığı yırtarak ve adeta yakarak, gücünün ve kudretinin hıncını dört bir yana salıverdi. Ve etrafında binlerce farklı ışık hüzmesi doğurdu.

Bu ışıklardan en parlak olanı Dünya' yı oluşturdu bir diğeri Ay' ı. Kalan binlerce ışık hüzmesiyse yıldızları oluşturdu. Işığın kaynagı olan devasa ateş topuna Güneş denildi. Güneş sonsuz kudretiyle parladı ve Dünya’ da yaşam baş gösterdi.
Işığıyla dünyayı bir cennet haline getirdi. Ovalar boyunca boy gösteren nehirleri, dağları yarıp çığlık atarcasına çağlayanları, delice kahkaha atarcasına dört bir yanda ormanları, hüngür hüngür ağlarcasına yağmurları, her birşeyi yerinden oynatırcasına rüzgarları, dört bir yanda koşuşturan, zıplayan, yüzen, sürünen ve uçan hayvanları var etti.

Dünya’ da kırılgan ve nazik bir düzen kurdu. Kendi yarattığı esere hayran kalmıştı ve izleyeme doyamıyordu. Zamanla, bu onun en büyük zevki haline geldi. Dünya basit fakat büyüleyici bir döngü halinde sürekli kendini tekrarlıyordu. Güneş eserinin mükemmel olmasını istiyordu; böylece tüm ihtişamıyla tekrar parladı.
Bu sefer öyle hırslı parladı ki; kendinden onlarca parça parlak ateş topu kopup dünyaya düştü; ateş toplarından bilinen altı ırk var oldu. Bu ikinci parıltı bazı hayvanları da etkiledi; Anka kuşları ve ejderhalar akılsız hayvanlar olmaktan çıkıp zeki ve düşünen yaratıklar haline geldiler.

Kadim Hikayeler...

Güneş gayesine ulaşmıştı, artık her şey mükemmeldi, tıpkı onun istediği gibi. Lakin zaman akıpta bu ırkların kültürleri ve birbirleri ile olan ilişkileri geliştikçe savaşlar baş göstermeye başladı.
Bu savaşların çeşitli sebepleri vardı. Bazıları güç, bazıları toprak ve bazıları da intikam için yapılan savaşlar. Güneş bunun olmasından hoşlanmamıştı, kendi yarattığı eseri, kendi kendini bozuyordu. Ancak bunu engellemek için elinden gelen bir şey de yoktu.

Çünkü her şeyin bir sınırı vardır, Güneş'in var olması çok sihirli bir olaydı ve Dünya’ yla beraber içindeki varlıkları yaratmasıysa başka bir sihirli olay. Böylece Güneş’ in enerjisi tükenmiş oldu ve engelleyemeden, yarattığı mükemmel güzelliğin ve saf iyiliğin günden güne daha da bozulmasını izlemek zorunda kaldı.
Aradan uzun yıllar geçti fakat Güneş' in tekrar parlayabilmek ve dünyada işleri yoluna koyabilmek için çok çook daha fazlasına ihtiyacı vardı.

Sonunda Dünya’ da ki ırkların birbirlerini, hayvanları, ve doğayı katletmesini izlemeye dayanamaz hale geldi; denilir ki, bu da Güneş' in lanetidir. O kadar potansiyel güce rağmen hiç birşey yapamadan sadece izlemek.
Ve Güneş kararını verdi, tekrar gücünü toplayıp parlayabildiğinde bu dünyayı iyileştirmek için olmayacaktı... Ve bu tabuya da kıyamet denildi. Güneş çok büyük bir özlem ve acı içerisinde, dünyanın ırkları yaratmadan önceki halini düşünmeden edemiyordu. Henüz şimdi anlıyordu ki dünyanın asıl mükemmel hali oydu. Kıyametten sonraysa tekrar öyle olacaktı.
 
Sonra güneş Ay'a seslendi ve kendisi için parlamasını ve derin, sihirli ışığıyla parlayarak insanlar ve dünyanın diğer ırkları tarafından henüz kirletilmemiş, ayak basılmamış, balta girmemiş yerlerini koruyan ruhlar var etmesini diledi. Bunu duyan Ay da ona itaat etti ve gücünün yettiğince efsunlu ışığını dünyaya saldı. Böylece Orman Ruh' ları var oldu, devasa büyüklükte ve de kudretteydiler.

Güneş bu sefer tüm yıldızlara seslendi ve onlara da parlamalarını ve bu korunaklı toprakları hayallerin ötesinde, kimsenin düşünmeye dahi cüret edemeyeceği güzelliklerle doldurmalarını istedi. Yıldızlar bunun ardından var güçleriyle parladılar ve bu toprakları insan ve diğerlerinin alemlerinin diyarlarından ayrı, apayrı muhteşem orman ve canlılarla doldurdular.

13
Şişedeki Mısralar / Obbu'nun Çocukları
« : 05 Ocak 2015, 00:30:46 »
Sevgili Fırtınakıran'ın isteği üzerine gelsin fantastik bir şiir.


                                                    Dört gözlüyüz dört kolluyuz,
                                                    Şanlı ve şendir ordumuz.
                                                    Vurur kırar yıkar döker,
                                                    Sonra yine dikeriz.

                                                    Azdır çoktur vardır yoktur,
                                                    Bizde öfke ve keder.
                                                    Altıncı parmağını bükmüş,
                                                    Tüttüren dağlarda gezeler.

                                                    O mağara senin bu mağara benim,
                                                    Kavgası var başta gecenin.
                                                    Işık bitti otlar tükendi,
                                                    Ağaç kalmadı kökleri gitti.

                                                    Yokuş aşağı koştur koştur,
                                                    Göremezsin takılır ayağına bir kavuk,
                                                    Dağın sisi parlak pusu derin,
                                                    Viran oldu kadim toprak eskilerin.

                                                    Kır kemiği sök ciğeri,
                                                    Berteraf et düşmanı.
                                                    Kandır hepsini paldır küldür,
                                                    Saldır hışımla ve esnek.
                                                   
                                                    Kayanın ucu keskin uçurum yüksek,
                                                    Ama kaymaz ayağın nede aksar.
                                                    Sürgünü biz seçtik savaşın buğusundan kaçtık,
                                                    Korkak sanmayın geceden kaçtık.

                                                    Onlar bilmez eski sırrı,
                                                    Biz Obbu'nun çocuklarını!

14
Kurgu İskelesi / Vahşi Rıhtım Kısa Öykü Düelloları
« : 04 Ocak 2015, 14:05:31 »
                      
 
Görsel için Bahri Sertkaya'ya teşekkür ederim :).


Vahşi Rıhtım; kalemine güvenen her kovboyun bir diğerine düello teklif edebileceği bir arenadır. Düellonun kabul edilmesinden sonra - red de edilebilir :) - yazılan öyküler paylaşılır ve biz üyecanlar, bu öyküleri bir güzel yerip överiz. Bunun ardından, yapılacak bir anket ile düellonun kazananı belirlenir.

Unutmayın ki bir kovboy her an hazırlıklı olmalıdır. Bu yüzden, kaleminizin kurşununun bitmesi ihtimaline karşın yanınızda yedek bir tükenmez bulundurmanızı tavsiye ederim :). Uçlu takılanlar buralara uğramaz, burası en babayiğit kovboyların mekanıdır :).

Kurallar

I - Yazacağımız öyküler olumlu olumsuz eleştirilere maruz kalacaktır, bunu göz önünde bulunduralım.

II - Bir sayfayı aşmayan öyküler yazmaya özen gösterelim.

III - Efendim bundan sonra atılacak düellolarda, silahşörler kendi aralarında bir tür kararlaştırıp o tür hakkında yazacaklar.

IV - Düello yapacak kovboylar - öykülerinin tek bir başlıkta paylaşılabilmesi adına - yazdıkları öyküleri bendenize özel mesaj yoluyla göndermeliler.

V - Ayrıca paylaşılan öykülerin kimlere ait oldukları ilk etapta söylenmeyecek. Anket sonuçlandıktan sonra açıklanacak.

Sevgili Fırtınakıran ve Magicalbronze'a desteklerinden dolayı çok teşekkür ederim :).

15
Kitaplar / Gandalf'ın Geri Dönüşü
« : 16 Ağustos 2014, 14:50:17 »
Arkadaşlar Gandalf'ın Moria'da Balrog'la savaşıp öldükten sonra geri dönmesi, Lothlorien'de onun adına yapılan ağıt sayesinde mi mümkün oldu acaba? Bu konuyu çok merak ediyorum.

Sayfa: [1] 2