Kayıt Ol

İletileri Göster

Bu özellik size üyenin attığı tüm iletileri gösterme olanağı sağlayacaktır . Not sadece size izin verilen bölümlerdeki iletilerini görebilirsiniz


Konular - Sayhh

Sayfa: [1]
1
Çizgi Roman & Manga / Okuduğunuz ve Önerdiğiniz Webtoonlar
« : 27 Ağustos 2017, 23:50:34 »
Teknoloji ilerledikçe okuma alışkanlıklarımız da değişiyor. E-kitap sevmeyen bir okur olarak webtoonların hayatımıza girişini son derece olumlu buluyorum. Çünkü doğrudan cep telefonu, tablet vb. aracılığıyla okunabilecek şekilde üretiliyorlar. Çizimler en baştan buna göre tasarlanıyor, boyutlar buna göre ayarlanıyor. Bazıları müzik, ses ve ışık efektleri, hatta kısa animasyonlar da içerebiliyor.

Hoşuma giden bir diğer nokta da interaktif olmaları. Kurgular genellikle haftada bir yayınlanan bölümlerle ilerliyor. Dolayısıyla yazarlar  üretim aşamasında okurdan aldığı yorumlara göre içerikte değişiklikler yapabiliyor.

Hızlı bir tüketim için sunuldukları için yüzeyseller de elbette. Ama bu yönleri de onları dikkat gerektirmeyen okumalar için son derece uygun kılıyor. Otobüste, trafikte, bir yerlerde sıra beklerken...

Şu anda sadece Line Webtoon uygulamasını kullanıyorum ve önereceğim webtoonların tamamı da oradan. Farklı uygulama/sitelere de göz attım ama alışamadım henüz.

Bu arada İngilizce olarak paylaşıyorum ama önemli bir kısmını hayran çevirileri kısmına girerek Türkçe okumak da mümkün.

Abouth Death

Sadece 22 bölüm sürmüş ve bitmiş bir seri. Hikayeler genel olarak çeşitli insanların ölüm anlarını ve ardından Tanrı ile karşılaştıklarında yaptıkları konuşmaları içeriyor. Ölümler renkli, ölüm sonraları siyah beyaz çizilmiş. Tanrı istediği herhangi bir şekle girebilse de genellikle Güney Koreli genç bir erkek olarak görünmeyi tercih ediyor.

Kurgu biraz karışık ve diğer serilere göre daha derin. Ne olup bittiğini anlamak için okur yorumlarına baktığım çok oldu. Ayrıca müzikli ve son derece hüzünlü.

Adventures of God

Hrisriyanlıkta tasvir edilen Tanrı'nın günümüz Batı insanının perspektifindeki hali tatlı tatlı ti'ye alınıyor. Bu platformda karşılaştığım en komik iş bu.

Eski bölümlere göndermeler vb. olsa da bölümler genellikle birbirinden bağımsız. Olaylar God, oğlu Jesus, Lucy (ve saçları <3), Gabe, Noah ve karısı gibi karakterlerin çevresinde şekilleniyor.

(Ananaslı pizza güzeldir! >:()

Cooking Comically

Daha yeni pizzadan bahsetmişken sırada yemek webtoonu var. Adından anlaşılacağı üzere bu serinin her bölümünde farklı bir yemek tarifi veriliyor ve tarifler çizgi roman görünümündeler. Anlatım, fotoğraf destekli çizimlerle yapılmış.

Her bölümde yemeklerin kolaylık dereceleri de belirtiliyor. Ben şimdiye kadar sadece 5 numaradaki Very Lazy Berry Bread'i pişirdim. Çok pratik ve lezzetliydi. Tavsiye ederim. Becerikliyseniz diğer tarifler de güzel görünüyor. :)

Dice

Kesinlikle okuduklarım arasında en iyisi bu. Nasıl ayarlamışlar bilmiyorum ama birkaç dinlenme bölümü hariç sürekli artan bir temposu var ve son derece sürükleyici ilerliyor. Güncel bölüme kadar çok hızlı bir şekilde okudum. Kurgu sanırım on beş, on altı yaşlarındaki gençlere göre oluşturulmuş ama çıkış fikri o kadar ilginç ki her yaşa hitap ediyor bence.

Konu, oynanan bir tür zar oyunuyla ilgili. Bir şekilde elinize oyun zarları geçer ve onları atarsanız oyuna giriyorsunuz. Telefonunuza bir karşılama mesajı geliyor ve oyun kurucu sizinle tanışıyor. Sonra oyun kurucu gönderdiği mesajlarla bazı görevler veriyor ve her bir görev karşılığında kazanacağınız zar miktarını söylüyor. Kazanılan zarlarla dış görünüş, zeka, hız, yetenek, maddi durum vb. gibi özellikleri iyileştirmek mümkün. Oyun, bildiğimiz kuralların ötesinde ve gerçekliği değiştirebiliyor.

Olaylar bir lisede başlıyor. Ana karakterler liseli. Ebeveynler de dahil yetişkinler neredeyse hikayeye hiç dahil edilmiyor. Bu duruma kurguda verilen güzel bir cevap da var.

Oyuna dair bazı açıklamaları tatmin edici bulmasam da kendi içinde tutarlı ve mantıklı diyebileceğimiz bir kurgu.

Hooky

Bu webtoonu okumaya yeni başladım ve mevcut bölümlerini okumayı henüz bitirmedim. Hikayesine daha ısınamadım ama mekan çizimleri şahane. Sırf o görsellerdeki mekanlar zihnime kasınsın diye okuyorum. ;D

Hikayede bir yanda krallıklarda yaşayan sıradan insanlar, öbür yanda cadı ve büyücüler var. Bu iki taraf içinde de karşı tarafa tamamen düşman ve onları yok etmek isteyen kişiler bulunuyor. Birdenbire kendilerini bu çatışmanın ortasında bulan iki çocuk ise bizim ana karakterlerimiz. Dani ve Dorian...

Büyücülük okulunun ilk günü okul servisini kaçırıyorlar ve okulun yerini birinin rehberliği olmadan bulma şansları yok ne yazık ki. Geri dönüp ebeveynlerine servisi kaçırdık demeye korkuyorlar henüz anlamadığım bir şekilde ve kendilerine bir yıl boyunca kalabilecekleri bir yer aramaya başlıyorlar. Sonra da hikaye kopuyor.

Pek çok okur Harry Potter evreni ile benzerlik kurmuş. Ben bu benzerliği sadece ilk bölümde hissettim. Yine de Harry Potter hayranlarının bu seriyi sevebileceğini düşünüyorum.

Lars
The Awkward Yeti

Bitmiş bir başka webtoon. Ama okumak isteyenler için 234 bölümü hazır bulunuyor. Mutluluğu kovalayan ve anksiyete ile mücadelesini sürdüren Lars üzerinden işlenen günlük hayattan sıkıntılar... Durum tespitleri çok başarılı. Gerçekleri kendine konu edindiği için de komik. Yani şunu diyorum:
En sevdiğim bölüm.
İkinci en sevdiğim bölüm. :)

My Giant Nerd Boyfriend

Hem seviyorum, hem de o burun çizimleri yüzünden çok itici buluyorum. Anlatamayacağım. Malezya kökenli ufak tefek bir kızın 1.90 üzeri boyu olan nerd sevgilisiyle ilişkisi...

Nicholalala

Veee burada da biraz otobiyografi...  Ama onu ilginç kılan fantastik bir bakışla... <3

Yazar ve çizer olan Nichola evliliği sebebiyle eşinin ülkesine, yani Güney Kore'ye taşınmış Avustralyalı bir kadın. Küçük bir köydeki yaşantısını ve o bölgeye ait inanışlardaki korkutucu yaratıklarla kendi hayaletlerini anlatıyor çizimlerinde. Çok da sevimli bir şekilde yapıyor bunu. Mulgwishin, gwishin, çorap canavarı, aynadaki Bob, vampirler, Dokkaebi eşlik ediyor bize.

Okurken yer yer duygulandığımı da söylemeliyim, çünkü fena halde Catherynne Valente'nin Ölümsüz adlı eserindeki bir durumu hatırlatıyor. Nichola, gwishin ve Dokkaebi'nin arkadaşlığı romandaki Marya ve Buyan'daki arkadaşlarının arasındaki ilişkiye çok benzer kurulmuş. :klp

Biraz eğlence, biraz da genel kültür için okunabilir.

Super Secret

Her ne kadar klişelerden bir demet olsa da sıcak ve sevimli bulduğum bir çalışma. Kurt adamlar, vampirler, cadılar, iki aşk arasında kalan masum ve şaşkın kızlar hep bu webtoonda. Ama hakkını vermeliyim ki yazan iyi yazmış, kendini okutuyor. Yeni bölüm geldiğini görünce seviniyorum. Kurgunun tamamını istila eden ilişki yumaklarından hoşlanmasam da buradaki arkadaşlık ilişkileri tatlı. :)



Henüz çok yaygın değil ama siz de okuduklarınızı paylaşırsanız pek bir güzel olur. Okuyacak yeni webtoonlar arıyor fakat sevebileceklerime denk gelemiyorum.

2
Çizgi Roman & Manga / Monsters! and Other Stories
« : 22 Ağustos 2017, 00:11:31 »

Adı: Monsters! and Other Stories
Yazar ve Çizer: Gustavo Duarte
Sayfa Sayısı: 168

Bu kitap, sanatçının farklı zamanlarda yayınladığı Có!, Birds ve Monster! adlı öykülerini bir araya topladığı eser.

Çizimler basit, arkaplanlar kalabalık değil. Yalın bir anlatım dili var. Hatta eser o kadar yalın ki bir tür fazlalık(!) olarak konuşma balonları da yok. Kimse konuşmuyor! Ses efektlerine bile gerek duyulmamış. İlk öyküde adamımız (böyle diyorum çünkü adını hiç öğrenemiyoruz) bir ses duyduğunda biz bunu takip eden karelerdeki hareketlerinden anlıyoruz, bağırdığını ise ağzını kocaman açışından...

İçindeki öyküler çok sıcak ve tatlı gibi görünüyor ilk bakışta. Ama tek kelimeyle ürperticiler. Çizimler de bu anlamda hikayeyle uyumlu. Karakterler yuvarlak hatlarla çizilerek önce sevimli gösterilmiş, sonra üzerlerine eklenen kıl, yağ birikintisi, vücut sıvısı gibi unsurlarla rahatsız edici hale getirilmişler. Her bakımdan okuyucuyu rahatsız eden bir eser yani, ama olumlu anlamda.  :)

Bu kitapta yavan bulduğum tek şey renklendirmeler oldu. Siyah beyaz çalışmaların görsel gücü yüksek olsa da araya kirli sarı, soluk yeşil ya da gri gibi üçüncü bir renk girince büyü bozuluyor. Renkli kapak sizi aldatmasın. Kitap siyah, beyaz ve gri! Kitaba dair söyleyebileceğim tek olumsuzluk da budur.

3
Çizgi Roman & Manga / Kırlangıç Oyunu - Ölmek Gitmek Dönmek
« : 11 Ağustos 2017, 20:58:24 »

Adı: Kırlangıç Oyunu - Ölmek Gitmek Dönmek
Orjinal Adı: Mourir, partir, revenir - Le Jeu des hirondelles
Yazar ve Çizer: Zeina Abirached
Sayfa Sayısı: 192


Zeina Abirached, 1981'de Beyrut'ta doğmuş ve çocukluğunda Lübnan İç Savaşı'na tanık olmuş bir sanatçı. Otobiyografik olduğunu söyleyebileceğimiz bu eserinde 1984 yılının Doğu Beyrut'unu anlatıyor.

Abirached, tek bir günü açıklıyor kitap boyunca ve bunu yaparken farklı noktalarda parantezler açarak geçmişe ve geleceğe gidiyor, o günü onunla paylaşan diğer insanların hayatlarından kesitler sunuyor.

Kurguda, olay örgüsü yerine durum tasviri özellikle öne çıkartılmış. Kitabın referans verdiği yılda yazarın üç yaşında olduğunu düşününce bu hiç de şaşırtıcı değil. Abirached'in eserini anı kırıntıları, bu anılara dair hissettikleri ve sonradan dinledikleri ile oluşturduğunu tahmin ediyorum. Nitekim kitaptaki kendi tarif ettiği hali de etrafta olup bitene biraz kayıtsız kalan, oyunlar oynamayı sürdüren ve izleyici olmaya bile uzak bir çocuk profili çiziyor.

Eseri okuyanlar, Chucri'nin gülümseyişindeki masumiyeti ve çocuksu karakterini, Ernest'in hüzünlü gözlerini ve bir kabullenişle acısını yaşayan ağırbaşlı hallerini sözcüklerle değil resimlerle hatırlayacaklar. Sanatçının anlattığı her şey, çizimlere altlık olarak yazılmış oryantalist bir dekor görünümünde ne yazık ki. Çizimlerdeki ifade dili o kadar güçlü ki hikaye, resimlerin çok gerisinde kalmış.

Bu grafik romanı, savaş temalı iyi bir otobiyografik eser okumak isteyen birine kesinlikle tavsiye etmem, bu anlamda çok yetersiz. Ama grafik tasarıma ve çizime ilgi duyan kişilerin uzun uzun ve keyifle inceleyebileceği bir eser olduğunu düşünüyorum. Şimdiye kadar karşılaştıklarım arasında siyah beyaz çizim tekniğinin en iyi kullanıldığı grafik romanlardan biriydi. Hele bazı sayfalar duvar resmi olarak kullanılabilecek güzellikteler. Sayfa düzenlerindeki kompozisyon ve çizim tekniği son derece iddialıyken seçilen kapak görseli ise son derece sıradan.

Yine de farklı bir kültürü (kısıtlı da olsa), farklı bir ifade tekniğiyle tanıdığım bu kitabı sevdim ben. Eleştirilerim daha fazlası olabilecekken olamadığı için sadece... İmkan bulursam sanatçının başka kitaplarını da okuyacağım.

Spoiler: Göster

4
Etkinlik kapsamında fantastik bir eseri tartışmayı uzun süre beklemiştik hepimiz. Sonunda seçtiğimiz eser, bir süredir kitapçılarda bulunamayan ve 10. yıl özel baskısı ile geri dönen, Neil Gaiman imzalı Amerikan Tanrıları olmuştu.

Tartışma başlığı Goodreads'de de açıldı. Şuradan ulaşabilirsiniz. Konuya atılan mesajların her iki başlıkta da bulunmasını istiyoruz. Başlıklardan birine mesaj yazdığınızda diğerine de sizin adınızla taşıyacağız. Her iki site için hesabınız varsa bunu siz de yapabilirsiniz. :)

Kitabın tanıtımına buradan bakabilirsiniz.

Kitaba dair tüm düşüncelerinizi paylaşabilir, üzerinde tartışılmasını istediğiniz noktaları öne çıkarabilir ve sorularınızı diğer okuyuculara yöneltebilirsiniz.

Etkinlik, dileyen herkese açıktır.

5
Saatlerle başımızın dertte olduğu, saat ayarlarının her zamankinden fazla bozuk olduğu bugünlerde, bu konu etrafında şekillenmiş güzel bir eseri tartışacağız.

Anketler aracılığıyla temamızı, Türk Edebiyatı olarak belirlemiştik. Durum böyle olunca da edebiyatımızın önemli isimlerinden Ahmet Hamdi Tanpınar'ın kaleme aldığı Saatleri Ayarlama Enstitüsü'nde karar kılmak kaçınılmaz olmuştu. :) Kitabın ciddi bir oy çoğunluğuyla seçildiğini hatırlatmakta yarar var.

Tanpınar'ın hayatına dair bilgi edinmek için şuraya bakabilirsiniz.

Kitaba dair düşüncelerinizi bu başlık altında paylaşmanızı bekliyoruz. İyi tartışmalar. :)

6
Geçtiğimiz tartışmada ele aldığımız eser, güçlü bir yazar olan Le Guin'e aitti. Onun yazmış olduğu Karanlığın Sol Eli üzerinden hep birlikte cinsiyet meselesini tartışmıştık.

Şimdi yolumuza cinsiyet konusunu çok farklı bir şekilde ele almış bir başka kitapla devam ediyoruz. Türümüzü "distopya" olarak belirlemiş ve buna uygun olarak "feminist distopya" olarak adlandırılan Swastika Geceleri'ni okumak üzere seçmiştik. Swastika Geceleri, Katharine Burdekin imzalı bir eser, ancak Burdekin hayatta olduğu süre boyunca bunu gizlemiş ve kitap yayınlanırken Murray Constantine takma adını kullanmayı tercih etmiş.

Forum çapında feminizmin tartışıldığı bu günlerde konuyu bir de bu kitap üzerinden tartışmanın ilginç olacağını düşünüyorum. Buna karşın kitabı sadece cinsiyet meselesi üzerinden değerlendirmek haksızlık olacaktır. Üzerine konuşabileceğimiz çok fazla şey var.

Sözü daha fazla uzatmıyorum. Tartışmaya başlayalım. :fight:

7
(Takas sona ermiştir.)

(Klasikler gibi herkesin okuyacağı türden kitaplar getirileceğini düşünüyordum, bunun yerine varlıklarından pek de haberdar olmadığım ama içerik olarak çok hoşuma giden kitaplar getirildi. Şu anda büyük bir keyifle okuyorum. Teşekkür ederim yeniden.)

Merhabalar,

Takasla vermek istediklerimi hemen aşağıda sıraladım.

1. Eski Bilimkurgu Dergileri

- Atılgan, Sayı 5, 1996
- Nostromo, Sayı 1, 1997
- Nostromo, Sayı 3, 1998
- Nostromo, Sayı 4, 1999

Dergilerin hepsi eski ve yıpranmış durumda, fakat nadir bulunuyorlar. :)

2. Abdülcanbaz, Amatör ve Conan

- Abdülcanbaz, Bayanlar ve Baylar (3 cilt)
  Eski ve yıpranmış durumda ama sanırım ilk baskı.
- Amatör, iyi durumda.
- Conan'ın eski sayıları, sıralı değil.

3. Haftalık Karikatür Dergileri

2006-2015 yılları arasında topladığım Uykusuz ve Penguen'in çeşitli sayıları. Toplamda 100 tane kadar var. Dergilerle birlikte verilen eklerden bulabildiklerimi de ekledim.

4. Çeşitli Başka Dergiler

Satın aldığım, içerik olarak birbirinden farklı, çeşitli dergilerin yanı sıra ücretsiz olarak elime geçen ve biriktirdiğim dergileri de ekliyorum.

5. Resimler ve Süs Eşyaları

Resimler eski ve zarar görmüş durumda. Bazılarının sağını solunu düzeltmek gerekebilir.

Bonus: Bazı Araç-Gereçler ve Eski Defterler

Araç-gereç ve malzeme kutum ile kullanılmış sayfaları koparılmış eski defterler.


Eklediğim her bir maddenin karşılığını bir adet kitap olarak belirledim.

Getireceğiniz kitabın seçimini size bırakıyorum. Okunabilir durumda olması (sayfa sayısı tam olacak, ciddi imla hataları bulunmayacak) ve diğer ciltlerini aramak zorunda kalmamam için seri olmaması benim için yeterlidir.

Bonus olarak eklediğim maddeye karşılık bir şey istemiyorum, diğer maddelerden biriyle veya ayrı olarak alabilirsiniz.

Takas, İstanbul içinde elden gerçekleştirilecektir.

8
Hepinizin bildiği gibi Rıhtım Okuma Etkinliği uzun bir aradan sonra yeniden başladı. Etkinlik sürecinde yedinci kitaba kadar gelinmiş olsa da pek çoğumuz bu kitapla birlikte etkinliğe ilk kez katılmış olacak.

Okuyup tartışacağımız kitabın türünü "bilimkurgu" olarak belirlemiştik. Türün en güçlü temsilcilerinden biri olan Ursula K. Le Guin'in yazdığı Karanlığın Sol Eli'ni tartışıyoruz şimdi de. Pek çok yönden okuyucuyu zorlayan bir kitap olmasına rağmen birlikte en iyi şekilde çözümleyeceğimize inanıyorum.

Mesajlarınızı bu başlığın altına göndermeye başlayabilirsiniz.

Herkese iyi tartışmalar.

9
Kurallar

Kurallar mevcut işleyişi açıklamaktadır. Etkinlik sırasında ortaya çıkacak ihtiyaçlara ve katılımcılardan gelecek geri dönüşlere bağlı olarak değişiklikler yapılabilecektir.  

1. Tür Seçimi

Okunacak kitabın türü aşağıda sıralanmış olan türler arasından anket yolu ile belirlenmektedir.

- Fantastik
- Bilimkurgu
- Tuhaf Kurgu
- Ütopya/Distopya
- Yeraltı Edebiyatı
- Türk Edebiyatı
- Çağdaş Dünya Edebiyatı
- Klasik Dünya Edebiyatı
- Çizgi Roman
- Deneme
- Polisiye
- Araştırma-İnceleme

Her katılımcının bir (1) oy hakkı bulunmaktadır.

Anket sonucunda seçilen tür, takip eden dört (4) ankete alınmayacaktır. Bu şekilde üst üste aynı türlerin seçilmesi engellenecektir.

Anket için tanınan süre bir (1) haftadır.

2. Kitap Seçimi

Tür seçiminin ardından katılımcıların Tür ve Kitap Seçimleri başlığına yazarak okumayı istedikleri kitapları önermeleri beklenmektedir. Uygun görülen kitaplarla yeniden anket açılacak ve okunacak kitap oy çokluğuyla belirlenecektir.

Kitap önerirken göz önünde bulundurulması gereken durumlar aşağıda sıralanmıştır:

-   Öneriler seçilen türe göre yapılmalıdır. (Bazı kitaplar seçenek olarak sunduğumuz birden fazla türe girebilir. Bu gibi durumlarda düşünülen kitabın, daha az örneği bulunan tür için saklanması söz konusu olabilir.)
-   Tartışılabilir kitapların önerilmesi gerekmektedir.
-   Konu bütünlüğü olan öykü kitapları önerilebilir.
-   Seri olan eserler önerilebilir.
-   Baskısı bulunmayan kitaplar kabul edilmeyecektir.

Kitap önerileri için ayrılan süre bir (1) haftadır.

Kitap seçimi için açılacak ankette her üyenin, iki (2) oy hakkı bulunmaktadır.

Anket için ayrılan süre bir (1) haftadır.

3. Okuma Süresi

Okumak için verilen ana süre iki (2) aydır. Kitap temini için ayrı bir zaman belirtilmeyecektir.

4. Tartışma

Tartışmalar, kitap için açılmış başlığın altında yapılacaktır.

10
Güncel / Radyoda Masal Yayını: Masal Bu Ya!
« : 29 Ocak 2015, 20:12:07 »

Kayıp Rıhtım sayesinde radyo yayını dinleme alışkanlığı edinip, daha fazlasını istemeye başlamışken bu programla karşılaştım.

Judith Liberman, bir masalcı. Uzun süredir Türkiye'de yaşıyor ve hem kendisinin hem de katılımcıların masallar anlattığı etkinlikler düzenliyor, masal anlatıcılığı eğitimleri veriyor. Sürdürdüğü etkinliklerin yanı sıra bir de radyo yayını yapmaya başlamış şimdi. :) Ne kadar heves etsem de masallarını daha önce dinlemeye fırsat bulamamıştım, ilk kez radyo yayını kaydından dinledim ve kendisine hayran kaldım.

Merak edenler, NTV radyoda, pazar günleri 18:15 ve 22:15'te dinleyebilir. İlgili haber ve ilk yayının kaydı burada.

11
Kurgu İskelesi / Ziliane
« : 10 Aralık 2014, 02:39:22 »

Güneş, tepelerdeki çam ormanlarının ardında, göğün rengini saydam bir pembeye boyayarak batmaya hazırlanıyordu. Gölgeler uzamış, öğle saatleri boyunca serinlere sığınmış kuşlar yeniden cıvıldayarak etrafta uçmaya başlamıştı.

Uzandığı divanda, ağır bir el hareketiyle başının yanında gezinen sineği kovmaya çalıştı Tuğrul. İçeri biraz esinti girsin diye iki pencerenin de ikişer kanadını açmış; güneşten yanmış, yer yer yırtılmış dantel perdelerin sakin hareketlerini izliyordu.

Gözleri, uzakta, masanın ucunda duran radyoya takıldı. Bir tamir edebilseydim şunu diye geçirdi içinden. Radyoya bakarken dinlediği şarkıları, okula gitme telaşı yüzünden o şarkılardan aslında hiç keyif almadığını, sabah saatlerinde evin ne kadar soğuk olduğunu ve tadını her şeyden çok sevdiği, şerbet gibi tatlı hazırlanan ıhlamur çayını hatırladı.
 
Bir kıskançlık büyüdü içinde. Nesneler oldukları yerde durmaya devam ediyordu ama onları kullanan insanlar çoktan göçüp gitmişlerdi bu dünyadan.  Geçmişine, ailesine duyduğu özlemi en derininde hissetti. Kendini iyileştirmek ister gibi elini kalbinin biraz üzerine koydu.

Ailenin geri kalanı başka yerlere taşındıktan sonra inatla orada kalan ve evi yaşatmaya devam eden babaannesinin ölümünden çok sonra onun görevini teslim almak için gelmişti buraya. Tek başına başka şehirlerde, başka ülkelerde geçirdiği yıllardan sonra yalnız olmadığı tek yere, yuvasına geri dönmek istemişti. Evine dönebilmiş ama avunamamıştı, ailesi burada değildi artık.

Çelimsiz, kamburlaşmış bedeniyle evin etrafında gezinen babaannesini anımsıyor, bir yandan onun alışkanlıklarıyla yaşayıp ona dönüşmeye çalışırken öte yandan da yeniden çocuk olmayı arzuluyordu.

Yaşadığı ev, altmış yetmiş yıllık eski bir yığma binaydı. Oturduğu zemindeki iki metrelik kot farkından yararlanılmış, eve iki ayrı giriş verilmişti. İlk yapıldığında dört odalı olan ev, aile büyüdükçe büyümüş, sağından solundan eklenmiş odalarla genişletilerek biçimsiz bir hal almıştı. Tuğrul bu odaların kullanımında değişiklik yapmak istememiş, alt kottaki iki odalı evi hayat ve başoda olarak kullanırken, üst evin ferah odalarını yatak odası olarak bırakmıştı.

Kuzey cephesi komşu evin duvarıyla sınırlanan evin kalan cephelerini saran, çitlerle çevrilmiş üç ayrı bahçesi vardı. İçinde çeşitli meyve ağaçları ile ıhlamur ve leylak ağaçları da bulunan bu bahçelerden en genişi güneye bakıyordu. Onun bitişiğindeki ön bahçenin devamında da sebze yetiştiriyordu Tuğrul.

Domates ve biberleri kurumasın diye bahçesini iki günde bir sulaması gerekliydi. Gün içinde dolaşsınlar diye serbest bıraktığı hindilerini eve getirmek üzere dışarı çıktığında havanın açık olduğunu görüp, beklediği yağmurun yağmayacağını ve sebzelerin önceki günden ne kadar susuz kaldığının farkına vardı.

Hindi ve tavuklarına yem verip, onları kümeslerine kapattıktan sonra bahçesindeki çeşmenin yanına gittiğinde suyun kesik olduğunu gördü.Karşı tepedeki ormanın bitiminde bulunan meşe ağaçlarına kadar ulaşıp, oradaki pınarlardan su taşıması gerekecekti.

Çeşmenin gerisindeki çiçek tarhlarının yanında duran, beyaz üzerine kırmızı desenli iki çinko kovasını alıp, ıslık çalarak meyve ağaçlarının arasından geçti. Yaprakları diriliklerini kaybetmiş, sıcakta yumuşamış ebegümeçleri sandaletlerinin açıkta bıraktığı ayaklarını gıdıklıyordu.

Pınarların yanına varana kadar eskiden tütün tarlası olan ama artık kuru otlarla çevrili araziden yürürken, kınalı elleriyle katranlı tütünleri kıran akça pakça kadınlar ve onların gücü kuvveti yerinde erkekleri geldi gözünün önüne. Şimdi hatırladığı bu yüzlerin neredeyse tamamı, evlerin biraz uzağındaki mezarlıktaydı, henüz mezara girmeyenlerse çoktan başka topraklara gitmişlerdi.
 
Akşamüzeri daldığı düşünceler, göçüp gitmiş ailesine duyduğu özlem onu bitkin düşürmüş, tembelliğe sürüklemişti. Pınara ulaştığında hava neredeyse kararmak üzereydi. Soluklanıp, oraya bırakılmış kenarları paslı, metal bardakla soğuk sudan bir bardak içerken tekrar su almaya geldiğinde havanın kararmış olacağını düşünüp hayıflanırken bir ses duydu.

“Ziliane.”

Ses meşe ağaçlarının gerisindeki dikenli, kuytu yerden gelmiş gibiydi ama orada birinin olabileceğine ihtimal vermedi. Hemen hemen terk edilmiş bu yerde sadece yaşayan dört hane vardı artık ve ziyaretlerine gitmediği müddetçe evlerinde ölümü bekleyen yaşlı komşularıyla pek karşılaşmıyordu.

İlk kovayı suya daldırıp hızla doldururken fısıltı halinde aynı sesi yeniden duydu.

“Ziliane, ziliane.”

“Ziliane.”

Kovayı çamurlu toprağa bırakıp ürkek ve kafası karışmış bir halde sesin geldiği tarafa yöneldi. Meşe ağaçlarının son güneş ışıklarını da kestiği çalılık ışık almıyordu. Karanlığın içinde aniden bir şekil hareket etti ve kulak tırmalayan bir çığlık yükseldi.

“Ziliaaane!”

Sesi duyan Tuğrul şaşkınlıkla geri doğru sıçradı ve onun gerilemesinden cesaret alan karartı biraz öne doğru çıkarak kendini gösterdi.

“Ziliane,” dedi yeniden tıslayarak. Karmakarışık ve keçeleşmiş uzun siyah saçları boynunun iki yanından dökülen, beyaz ve solgun, çıplak teni killi yosunlarla örtülü bir kadın duruyordu karşısında. Bedeninin geri kalanının aksine capcanlı parlayan gözlerini kocaman açmış, doğrudan Tuğrul’a bakıyordu.

Tuğrul beti benzi atmış bir halde, olduğu yerde hareketsiz kaldı. Onun korkusunu sezen kadın, kendinden emin adımlarla ona yavaşça yaklaştı ve işaret parmağıyla nazikçe dokundu omzuna.

“Ziliane,” diyerek başını salladı ve Tuğrul’un yanından geçerek onun bıraktığı biri boş diğeri suyla dolu kovalarının yanına gitti. Tuğrul, kadından gelen çürümüş yosun kokusunu hiç almamış olmayı dilerken, kadın su dolu kovaya eğildi ve tükürdü. Ağzından çıkan siyah şeyin ne olduğunu başta anlayamayan Tuğrul da kadının yanına geldiğinde suda yüzmekte olan balığı şaşkınlıkla gördü. Kadın “Ziliane” dedi tekrar ve bir kez daha tükürdü suya, tükürüğüyle birlikte bir balık daha düştü ağzından.

Tuğrul’un şaşkınlığı onu eğlendirmiş olacak ki, adamın yüzünün her balıkla birlikte daha çok çarpıldığını fark etmesiyle birlikte suya peş peşe balıklar tükürmesi bir oldu. Sekizinci balıktan sonra nefes alamadığını belli eden hırıltılar çıkarmaya başlayınca Tuğrul kendini de şaşırtan bir güvenle kadına yardım ederek bir taşa oturmasını sağladı. Kadın gülümsedi onun bu davranışına.
 
Biraz kendine gelen Tuğrul:

“Ziliane senin adın mı?” diye sormayı başarabildi ve değişmeyen cevabı aldı.

“Ziliane.”

“Başka bir kelime söyleyebiliyor musun?”

“Ziliane.”

“Söylediklerimi anlayabiliyor musun?”

“Ziliane.”

“Peki Ziliane. Ben eve dönmeliyim. Hava tamamen karardığında burada olmayı istemiyorum.” Bu sözleri olabildiğince yumuşak bir sesle söyleyip, kovaları ne yapacağını düşündü bir an. Balıklı olanı kadına bırakıp, boş kovayı yerden aldı ve pınarda doldurduktan sonra başının hareketiyle nazikçe hoşça kal diyerek koyuldu yola. Arkasını dönüp yürümeye başladığı anda kadın hayal kırıklığına uğramış bir inilti çıkardı.

Tuğrul adımlarını hızlandırmıştı.

“Ziliane, ziliane.” dedi kadın telaşlı bir şekilde. Sözlerinin bir değişiklik yaratmadığını anlayınca o da içine balık tükürdüğü kovayı kaptı ve Tuğrul’un ardı sıra yürümeye başladı.

Sık meşe ağaçlarının arasından çıkıp nispeten daha aydınlık olan düzlüğe vardıklarında biraz rahatladığını hissetti Tuğrul ama bu rahatlık çok kısa sürdü, varacağı evde kendinden başka insan bulunmadığını hatırladı. Dünyada sadece kendisi kalmış gibi hissetti bir an, karamsarlığa kapılmamak için çamlarla kaplı tepelerin üzerinden uzaktaki diğer yerleşim alanlarına doğru baktı. Hemen hemen boşalmıştı oralar da ama tek tük de olsa ışıklı evler vardı. Tepelerden gözlerini indirince arkasında durmuş, nefes alışverişini düzenlemeye çalışan kadınla göz göze geldi tekrar. Yavaşça döndü ve onu hiç görmemişçesine yeniden yürümeye başladı.  Kadın da hareketlenmişti hemen. Anlık bir kızgınlıkla arkasına dönüp uzaklaş işareti yaptı eliyle, yapar yapmaz da pişman oldu. Kadının gözleri öfkesinden alev topları gibi parlıyor ama davranışlarında bir değişiklik meydana gelmiyordu.
 
Kalan yolu sessizce yürüyerek eve ulaştılar. Tuğrul kadının izleyen bakışları altında normalde yapacağı işleri yaptı. Hızlıca hazırladığı patates çorbasını ocağa bıraktı ve bahçesini sulamaya girişti. Taşıdığı ilk kovayı tükettikten sonra, istemeye istemeye depodaki sudan da dört kova daha alarak işini bitirdi.

Ziliane onu takip etmeyi sürdürürken sofrayı kurdu ve oturması için ona da işaret etti.

Ziliane bir süre önündeki çorbaya sessizce bakmasının ardından ağzına götürdüğü kaşığa balık tükürdü usulca. Sonra da kaşığı kaseye yaklaştırıp ters çevirerek düşmesini sağladı onun. Balığın sıcak ve kıvamlı çorbada ağır hareketlerle batıp çıktığını gören Tuğrul, midesinin bulandığını hissetti ama yemek yemeyi sürdürdü. Karnını doyurduktan sonra konuşmadan masayı topladı ve Ziliane’ye ait içi balık dolu su bardağıyla çorba kasesini pencerenin önüne bıraktı. Üst evdeki odasından getirdiği eski minder ve yorganlarla yemek yedikleri odada bir yer yatağı hazırladı onun için, minderler güveler tarafından kısmen yenmişti. Yatağı gösterip uyu işareti yaptı ve yaşadıklarına inanamayarak kendisi de uyumaya gitti.

Kabuslarla geçen bir gecenin ardından uyandığında, Ziliane’nin de bu kabuslardan biri olduğunu umdu. İlk ışıklarla birlikte kalkıp tavuklarını ve hindilerini yemledi ve gezinmeleri için serbest bıraktı. Akşamdan kalan bulaşıkları yıkamak için sobayı yakarak su ısıtması gerekliydi. Yemek de pişirebildiği fırınlı sobası Ziliane’nin kaldığı alt evdeydi. Onu orada görmemek için dua ederek yavaşça içeri girdi.

Girdiği gibi dualarının hiç de işe yaramadığını anladı. Görünen o ki Ziliane bulduğu tüm kap kacakları suyla doldurmuş ve hepsinin içine de balık tükürmüştü. Öfkeden titreyerek iç odaya geçtiğinde de durumun aynı olduğunu gördü. Cam, bakır ve porselen ayırt etmeden tüm kapların içine balık tükürülmüştü. Gözleri kadını aradı ve onun masanın yanında, bir sürü minik siyah balığın arasında yerde baygın yattığını fark etti.
Ağzından ve çenesinden aşağıya çamurlu yosunlar sarkıyor, kustuğu bu yosunların arasında ölü balıklar leş gibi kokuyordu.

Tuğrul bir anda öfkesini unutarak kadına yardım etmek istedi. Boynunu hafifçe tutarak kaldırdı ve yüzündeki yosunları temizledi, üzerindeki balıkları düşürdü ve onu kucaklayarak dışarı gün ışığına çıkardı.

“Ziliane”, dedi kadına.

Kadın gözlerini açmaya çalışarak fısıldadı:

“Ziliane.” Tuğrul’a bakıp derin bir nefes aldı ve devam etti. “Ziliane zare. Mokritoa koe vezzemna. Ziliane. Ziliane.”

“Konuştuğun bir dil var,” dedi Tuğrul mırıldanarak.

“Ziliane.” dedi yine kadın. Sayısız kere daha “Ziliane” diye sayıklamaya devam etti ardından. Bir yandan balık tükürmeye devam ediyor, suya düşemeyen balıkların can çekişip öldüğünü görünce gözyaşı döküyor ve yaşadığı panikle daha çok balık tükürmeye başlıyordu.

Durumu kavrayan Tuğrul kadının depodaki ve mutfaktaki tüm suyu tükettiğini anlayınca koşup odasındaki sürahiyi getirdi ve içine tükürmesi için kadına uzattı. Kadın minnetle gülümseyerek peş peşe birkaç balık daha tükürdü ve onların suyun içinde süzülüşü görünce sakinleşti.

Kadının var olabilmek için fazla miktarda suya ihtiyaç duyduğu açıktı. Onu pınarlara ulaştıran bu yoksunluktu belli ki. Çam ormanlarının biraz aşağısından geçen ve yazları kuruyacak kadar azalan nehrin kollarından birini takip ederek buraya kadar gelmiş olmalıydı.

“Ziliane,” dedi şefkatle. “Doğduğun yeri neden terk ettin? Neden dönemeyeceğin kadar uzaklara geldin?”

“Ziliane,” dedi kadın yine sadece, gülümsüyordu. Gözlerinde kabulleniş vardı.

Tuğrul da gülümsedi. Acı bir gülümsemeydi bu. Vazgeçti çabasından. Dönemeyeceği kadar uzaklardaydı kendisi de.

Kısa bir süre sonra kadının yeniden suya ihtiyaç duyacağını, her seferinde daha fazla su bulması gerekeceğini hatırlayınca düşüncelerinden sıyrıldı. Bir kez daha yazgısı için gülümsedi.

“Nehirler boyunca yürüyeceğim seninle Ziliane. Seni denizlere, okyanuslara götüreceğim.”


12
İya, yeryüzünde yaşayan bir kadındı. Ellerinin etrafında küçücük bir gökyüzü vardı. Parmaklarını beyaz, köpük köpük bulutlar sarmıştı. O bulutların arasında saçılıydı yüzlerce yıldız ve kocaman, parlak bir ay dönmekteydi sol avucunda. Bu ona verilmiş bir armağandı. Bir de hiç bilemediği bir nedenden dolayı cezalandırılmıştı. Büyük bir delik açılmıştı önce karnında. O delik kenarlarından yana yana büyümüş, zamanla gövdesinde kocaman bir kül çukuruna dönüşmüştü. Bu yüzdendir ki korlar alevlenmesin diye hiç koşmazdı İya, ama hep yürürdü. Yürürdü çünkü gökyüzüne çıkabileceği bir yol arardı. Denizleri, okyanusları boydan boya geçer, yorulmazdı.

Bir gün çöle vardığında buldu aradığını. Gökyüzünden sarkıtılmış upuzun bir ip merdiven… Tırmanmaya başladı. Bulutsuz göğün altında, sıcaktan bunalarak ama kararlı bir şekilde hava kararana kadar uğraşını sürdürdü. Gece olunca da iplere sarılarak uyudu yıldızların altında. Sonraki günleri de aynı şekilde geçirdi. Günlerce, aylarca tırmandı bir değişiklik olana dek. Sonunda ta yukarda, mavinin ortasında bir karaltı gördü. Yaklaşınca onun bir insan olduğunu anladı. Yaşlı bir bilgeydi iplere asılmış duran. İya onun karşısına gelip de gözlerine bakınca anladı bilgenin tüm sırrı bildiğini. Bakışlarında ışık vardı ve sağ elini uzattı bilge. Sıcak, sarı bir güneş dönüyordu avucunda. İya  seçtiği bu yolda devam edebilmesi için güneşi alması gerektiğini anladı, ama güneşe bakarken bile kendi bedeninden uçuşan küllerin ve ateş tutabilen insanlardan olmadığının farkındaydı. Nazikçe geri çevirdi onu. Yeni bir yol bulması gerekliydi. Bir karar verdi. Merdiveni bırakan kişinin yukarı doğru da düşebileceğini hatırladı ve bilgeye veda edip merdiveni bıraktı. Umduğu gibi gökyüzüne doğru düşmüyordu ama yine de gördüğü her yer sadece maviydi. Gözlerinin gördüğüyle kendini kandırmayı seçti ve aksi yöne düştüğünü hayal etti. Sonsuz maviliğe düştüğü bir düşe uyandı.

13
Kurgu İskelesi / Sarı Şehir
« : 21 Eylül 2013, 22:26:00 »
1

"Beni bağışlayacaklar mı? Siz beni bağışladınız mı? Yoksa hükmümü vermeniz için mi beni size gönderdiler? Umurumda değil ki… Hayatımda bir kez bir şeye sahip olmuştum. Efendilerden biri gibi, insanlardan biri gibi… Onu kaybetmek istemedim ben. Hepinizden hür olmak istedim Ermiş. Sizden bile hür olabilirdim…"

Yaşlı adam, yüzünde hiç kırılmayacak gibi duran gülümsemesiyle onu izlemeyi sürdürdü. Derisi tamamen beyaza dönmüştü. Tüm cildi kırışmıştı ve yaptığı her mimikle yüzündeki çizgiler derinleşiyordu. Dünyada yaşayan herkesle aynı yaştaydı o da. Hatta karşısında duran genç kız görünümündeki kadınla bile. Kadının gençliğine ve çevikliğine karşın o yürümekte güçlük çekiyordu. Altında oturdukları nar ağacının yanına bile onu ipeksavarı taşımıştı. Bu da onun esaretiydi. Bedeni onun için yetersizdi. Ama karşısında durmuş ruhunun kurtuluşunu arayan Köle bunların farkında mıydı acaba?

Ermiş bana duyduğun öfkeyi anlat demişti ona. Kadın da yoruluncaya kadar anlatmıştı olan biteni ve kendinden başka yaşayan herkese duyduğu kızgınlığı. Köle sonunda sustuğunda konuşmaya başlamıştı Ermiş.
 
“Tanrının adını daha önce duydun mu?”

“Başefendi,” dedi Köle kendinden emin. “ Kazaya kadar hep ona itaat ettim ve tüm diğer efendilere.”
Ermiş gülümsedi. Yedi şehrin insanları birbirinden ne kadar da habersizdi.

“Ermişler şehrinde onun adı İnanç’tır,” dedi. “Bir tanedir ama her birimize başka görünür. Hiç kimsenin inancı aynı değildir. Sen ölmek istediğinde Efendi’nin inancı ikinizi de kurtardı. Basit olan zordur. Sen bir kez kolay olanı seçtin ve gözlerine mal oldu. Yedi rengi göremeyeceksin artık. Kardeşlerin ve efendilerin seni bağışladı. Sana bunu yaptıran inancının ışıksız yüzüydü, bu nedenle bağışladık biz seni. Burada, Ermişler şehrinde inancın ışıklı yüzünü dinlemeyi öğreneceksin yeniden. Çünkü kardeşlerin var olmayı seçti, yok olmayı değil. Bugün Cennet’teki ilk kuralı tekrar öğreneceksin: Ölemezsin!”

Köle sıkıntıyla yerinde kıpırdandı. Ölemeyeceğini biliyordu zaten. Hep biliyordu. Ne zamandan beri yaşadığını hatırlamıyordu o da diğerleri gibi. Başlangıçlarını yalnızca ermişler anımsayabilirdi. Cennette yaşayanların hepsi yaşadıkları son yüzyılı hatırlayabilirdi sadece. Belki ölmeyi daha önce de denemişti. Bundan birkaç yüzyıl önce… Yine aynı adam için… Belki yine denerdi bunları unuttuğu zaman. Ürperdi. Lanet değil miydi bir döngüye sıkışıp kalmak. Sonra birden aklına başka bir şey takıldı.

“Başefendi… İnanç yani… O bunları yapmama kızmamış mıdır?”

“Tanrı, senin inandığındır. İyi ve kötü yoktur İnanç için. Onun iki yüzü vardır. Biri karanlıktır ve diğeri de aydınlık. İyi olarak isimlendirdiğimiz bizim seçimimizdir.”

“Öyleyse ölmeme izin vermeyen sizlersiniz. Kardeşlerim!”

“Ya da sen, var olmak isteyen bizleri yok etmeye kalkışmış kişisin. Sen de diğerleri gibi bire aitsin ama asla tek başına bir değilsin. Tek bir parçanın eksikliği bile bizi çözer… Bunu unutma.”

Görmeyen gözleri düşünceliydi Köle’nin. Ermiş ona hem haklı hem de haksız olduğunu söylemişti. Oturdukları kat Siyah Geçit’e yakın yerlerden biriydi. Elips planlı yapı yüzlerce kat yükseliyordu okyanusun içinde. Diğer altı şehir ile komşuydu ve her birine siyah geçitlerle bağlıydı. Okyanusa değil de iç havuza açılan odalardan birinin bahçesindeydiler. Burada oturmaları tüm diğer Ermişlerin dilerlerse onları görmelerine izin veriyordu.
Ermiş varlıklarından emin olamadığı izleyiciler için de konuşarak devam etti sözlerine.

“Sen de bizler gibi Tanrının iki yüzünü gördün. Bu nedenle buraya getirdiler seni. İnancın için sana öğretilen en büyük günahı işleyebildin. Bizim seçmediğimiz yüzü için de olsa tüm kalbinle itaat ettin ona.  Bunun için sana yaradılışımızı anlatacağım. Konuştuklarımızı unutacağın güne kadar bu sana huzur verecek. Şimdi ayağa kalk ve bana ağaçtan en olgun meyveyi koparıp getir.”

2

Mavi şehir, yedi şehir arasında en resmi olandı. Efendilerin yaşadığı Kızıl Şehir bile ona göre daha neşeli sayılırdı. Uçsuz bucaksız mavi okyanusu olduğu gibi ele alan tek şehirdi o belki de.

Şehir üçgen biçimliydi. Tanrının onu Melek Pythagoras için yarattığına inanılırdı. Bir efsaneye göre Mavi şehirdeki insanların hepsinin ruhunda meleğin bir parçası vardı, başka bir efsaneye göre ise Tanrı bu meleğe bir beden vermiş ve insanlarının yanına göndermişti. Kimse bilmiyordu, ermişlerden başka.

B. İ. 1406000 şehrin en tepesinde durmuş yüzenuçağına binmek için yeni kölesinin gelmesini bekliyordu. Nemli saçları hafif hafif dalgalanıyordu rüzgârda. Uçuşlarda giydiği mavi tulumu vardı üzerinde. Yedi şehrin en iyi pilotlarından biriydi. Pek çok insan saygıyla yaklaşıyordu ona. Oysa o halinden hiç de hoşnut değildi. Görevi cennette kendi şehirlerinden başka yaşayabilecekleri yerler olup olmadığını araştırmaktı ama bugüne kadar hiçbir bulgu elde edememişlerdi.

“Ben yeni Kölenizim,” dedi onu bir süredir gülümseyerek izleyen kız. “Köle 6087. En son İnsanlar şehrindeydim.”
Sonunda eski ve yeni kölesi B.İ.’nin karşısında duruyordu.

“Gidebilirsin Köle 50806,” dedi eski kölesine. Sonra diğerine dönerek sordu.

“Buraya daha önce gelmiş miydin?”

“Hatırlamıyorum,” diye karşılık verdi Köle. “Buraya dair bildiklerimi yeniden öğrenmeliyim.”

B.İ. de öyle olduğunu düşünmüştü zaten. Köle’nin aslında çok heyecanlı olduğunu, uyum sağlamak için hızla veri toplamaya giriştiğini, duyduğu gördüğü her şeyi beynine kaydetmeye başladığını görebiliyordu. Buna karşın onu rahatlatmak için bir şey söylemeyecekti. Karşısında durmuş tedirginliğini neşeli görünerek ört bas etmeye çalışan kızın aksine kendinden emin olarak ciddiyetle konuştu.

“Sanırım şehri tanımak için vaktin olmadı. Bir hafta eğitim vereceğim sana. Bu sürede dinlendiğim zamanlarda şehri dolaşabilirsin. Eğitimin bitince ilk keşif gezimize çıkacağız. Üç ay sürecek. Umalım da bu sürede denizde beden aramak zorunda kalmayalım. Çok zahmetli bir iştir. Yüzenuçağı sana tanıtmadan önce sormak istediğin bir şey var mı?”

“Şey… Sanırım evet… Buradaki görevim ne kadar sürecek?" Köle bunları söylerken bir yandan da sorup sormamak konusundaki tereddüdünü belli ettiği için kendine kızıyordu.
 
“Şimdiden sıkılmadın değil mi? Yoksa eski görevinde mi kalmak istemiştin?”

“Yoo… Elbette hayır,” dedi Köle panikleyerek.

“Öyleyse sorun yok. Burada bulunmaya gönülsüz olsaydın seni başka göreve vermelerini talep edecektim. Sicilinde daha önce görevden alınmalar var, ilk olmazdı senin için. Şaşırdığını görüyorum. İki yüzyıl önce yaşanmış en son. Kendini savunmana gerek yok. Bu arada görev süren on beş yıl. Başka soru?”

“Görev tanımımda beden aramak yoktu? Nedir o?” B.İ. gülümsedi. Gerçekten can sıkıcı bir görevdi bu.

“Asıl işimiz bu değil. Ama nadiren de olsa okyanusta kaybolan insanlar oluyor. Tamir edilmeleri için bedenleri bulmak bizim görevimiz. Çok sık olmuyor merak etme. Şimdi gel bakalım. Öğrenecek çok şeyin var.”

Üçgenin bir kolu tamamen yüzenuçaklar, taşıyıcılar, kurtarıcılar ve tamircilerle doluydu. Köle ona eşlik eden görevin eskisi Köle 50806 olmasa B.İ.’nin yüzenuçağını kesinlikle bulamazdı.

Yüzenuçak bütünüyle beden ve makinenin bütünleştiği bir sistemdi. Pilot, bedenini saran yoğunlaşmış hava tabakasıyla yönlendiriyordu uçağını. Komutlar, düşünceler olarak diziliyordu karşısına. Otomatik pilot ise dokunmatik ekranla veya ses yardımıyla devreye giriyordu.

Kontrol odası, laboratuar, depo, açılır kapanır seyir mekanı ve iki yatak odasından oluşuyordu uçak. Şehirlerden uzak aylarca yaşayabilecekleri şekilde düzenlenmişti her şey.

Bir hafta sonra yola çıktılar. İlk uçuşları üç ay sürdü ve uçuşun ardından B.İ., Köle’nin başka bir göreve verilmesini talep etti ancak bu talebi reddedildi.  Kölenin göreve başlamasının ikinci yılında yüzenuçakta oluşan bir arıza nedeniyle okyanusa çakıldılar ve başka bir yüzenuçak onları gelip bulana kadar ölü olarak kaldılar orada.

3

“Görme duyusunu tamamen mi yitirmiş?”

“Evet, efendim.”

“Peki yerine cisim algılayıcısı yerleştirilmiş mi?”

“Yerleştirilmiş. Gören bir insan kadar rahat hareket ediyor. Hatta efendiler rahatsız olmasın diye karşısındakinin gözünü tespit edip oraya yöneliyor suni göz bebekleri.”

“Güzel. Deneye başlamadan önce onayının alındığını bildiren kayıtları doldurup Kızıl Şehre gönderin.”

Parlak duvarlı beyaz bir odada yatıyordu Köle. Beyaz bir yatakta, beyaz giysiler içindeydi. Uzun kızıl saçları omuzlarına dökülmüştü. Yüzü solgundu. Tavanda bir noktaya çevirmişti görmeyen gözlerini, öylece bakıyordu bir emir almayı bekleyerek. Etrafındaki insanların heyecanını konuşmalarından hissedebiliyordu. Deney olumlu sonuçlanırsa hepsinin kişisel bilgilerine yerleştirilecek bir başarıları daha olacaktı. Ermiş’in sözlerini hatırladı. Başlangıçta her şey fikirdi. Fikir söze dönüşünce madde oldu… Ona verilen ilaçların etkisiyle yavaşça uykuya daldı.

Melek fabrikasındaydılar. Melek fabrikası Mavi Şehirde küçük beyaz bir noktaydı. Burada bulunan her şey beyazdı ve bu merkezde talep edenlerin ruhundan melek üretiliyordu.  Melekler ışıktandı ve bulundukları yer karanlıksa görünürlerdi, o da yalnızca kendilerine ruhlarından vermiş olan kişiye.

Meleklere İnsan Şehrinde yaşayanlar sahip olabilirdi. Görme duyusunu yitirenlerin melekleri olduğunda cisim algılayıcısının çalışıp çalışmayacağını denemek için aynı uygulama Köle için de yapılıyordu şimdi.

Köle’nin kısa ölümünün ardından ilk görevi buydu. Arama çalışmaları on iki yıl boyunca sürdürülmüştü pek çok birim tarafından, sonunda efendisinin ve onun cesedini okyanusun içinden bulup çıkartmışlardı. Bilim İnsanları şehrinin kollarından biri olan Morg’un, ruhu olanlar için düzenlenen bölümünde tamir edilmişti bedenleri ve ruhları uyandırılmıştı. Kızıl şehirde yapılan sorgulamalarda B.İ. her şeyi olduğu gibi anlatmış ve Köle’yi tam da beklediği gibi yarı yolda bırakmıştı. Efendilerin verdiği hükümle B.İ. sağlıklı olduğuna kanaat getirilerek eski işine dönerken Köle ruhunun da iyileştirilmesi için Ermişlerin yaşadığı Turuncu Şehre gitmişti.

Ya fikir maddeyi bırakmak isteseydi. Öylece süzülüp gitseydi maddenin içinden geçip, madde dağılmaz mıydı? Dağılırdı elbette. Ama beden sonsuzluğu vaat ederken neden dönüşsün o yeniden?

Köle kendine geldiğinde boş bir odadaydı. Oda karanlık mıdır acaba diye düşünerek gülümsedi. Meleğiyle tanışma odası olmalıydı burası. Gözlemcilerin onu izlemekte olduklarına emindi. Ne yapması gerekliydi? Yatmakta olduğu şiltenin üzerinde doğruldu. Çıplak ayaklarının üşüdüğünü hissetti. Düz duvarlardan başka bir şey algılayamıyordu. Öfkeyle kollarını hareket ettirmeye başladı. Sen bana aitsin. Sana ruhumu verdim. Buralarda olmak zorundasın. Gerçekten de odada herhangi bir cisim yoktu, cisim algılayıcısı doğru çalışıyordu. Sonra dikkatini çevresine değil kendine yöneltti. Kendi bedenini algıladı, renklerden bağımsız ama yüzeylerin farkına vararak. Boş odada dolaştı bir süre, eline çarpan hiçbir şey yoktu. Seslendi ama meleği karşılık vermedi. Vazgeçti.

“Çıkarın beni buradan. Ona ulaşamıyorum,” dedi.

Deney başarısız olmuştu.

4

Esirler Şehri tüm diğer şehirlerden uzaktaydı. Burada yaşayanların gündelik işlerden başka yaptığı bir şey yoktu. Yaratıldığı gibi kalmıştı şehir kimse onu değiştirmeye kalkışmamıştı. Kölelerin işi başka şehirlerdeki efendiler için hizmet vermekti. Şehir halkının yalnızca üçte biri bulunurdu şehirde genelde.

Köle yeni bir göreve atanana kadar şehrine gönderilmişti. Burada hatırlamadığı insanların bulunduğu bir bölgede diğerleriyle eşit olarak yaşıyordu. Herkesle aynı giysileri giyiyor, yemeklerini herkesle birlikte bir yemekhanede yiyor ve geceleri yüz kişilik bir yatakhanede uyuyordu.  

Bir gece ateşin başında oturmuş konuşurlarken ayağının bir başkasının ayağına değdiğini hissetti ama cisim algılayıcısı orada kimseyi algılamamıştı. Kimseye bir şey söylemedi ve ilgisini ateşin dalgalanışına vererek konuşulanları dinlemeye koyuldu.

“Kadın veya erkek olmamızın ne işlevi var ki o halde,” dedi gruptakilerden biri.

“Fark haz yaratır, haz da yaşamak için gerekçe verir,” diye yanıtladı onu kısa saçlı sıska bir kız.

“Ben ermişler şehrindeyken insanların insan yarattığını duymuştum ama başka bir hayatta. Yaratabilmek için gerekliymiş iki farklı cins. Ağaçta yetişen bir meyve gibi kadının karnında insan büyüyormuş.”
 
Bunları söyleyen diğerleriyle göz temasından kaçınan ve sürekli olarak elleriyle oynayan o ana kadar hiç konuşmamış biriydi. Onun sözleriyle herkes bir an sessizleşti. Yok saymaya çalıştıkları bu kadın bakmak istemeyecekleri kadar çirkindi. Saçları yolunmuştu ve vücudunun her yerinde kesikler vardı. Bedenini parçalayarak ölmeyi denemişti daha önce. Ama işte söylediği birkaç cümleyle hepsinin dikkatini kendi üzerine çekebilmişti. Sıska kız merakını yenemeyerek sordu.

“Peki ama nasıl sığıyorlarmış cennete?”

“Ölüyorlarmış, sonsuza dek… Birileri doğdukça birileri ölüyormuş.” Bu sefer konuşan köle 3067 idi.
Ölüm ilk kez ürpertmişti onları. Sonra birden başka biri konuştu. İçlerinden orta yaşlı bir adam aniden heyecanlaşmıştı.

“Nasıl yani? Siz şimdi okyanusta yaşayacak başka şehirler de var mı diyorsunuz?”

“Bahsedilen hayat okyanusun dışındaymış, içinde değil, dedi köle 6087 umarsızca. Asıl biz o hayatın içindeymişiz.”

“Ölümlü bir hayatın içinde miyiz yani? Ölümsüz değil miyiz?”

“Ölümsüzüz. Çünkü unutuyoruz. Zaman vardır, var olanlar gibi sonsuzdur. Bizse kalkmış onun enini boyunu ölçüyoruz. Tek bir yöne doğru değil oysa, her yöne ilerliyor o. O hayattakilerden farklı bir doğrultuda bizim yönümüz. Bu yüzden durduğumuz yerde duruyoruz hep. Ama ben döngüyü kıracağım. Yanlış yöne dönmek kadar basit her şey.”

5


Ateşe verdim kendimi. Bedenim alev alev. Yanıyorum. Etlerim, kemiklerim kömür oluyor. Geri dönüşüm yok artık. Ses benim içimde mi?

Onun bedeni yok artık. Aklı, fikri, düşüncesi yok. Gülüşüm aynı, ellerim değişmemiş.


6

Yağmur yağacak gibiydi. Önce yanağına düşen damlayı hissetti. Sonra kırmızı ayakkabısına düşen damlacığa baktı. Küçük bir damlaydı, ama ölçüt aldığı şey neydi ki küçük diyordu ona. Belki de kendi okyanuslarından çok daha büyük bir su pırıltısıydı o. İçinde ışık vardı ve gökyüzünün yedi rengi. Zamanı gelince buharlaştı damlacık, bir melek doğdu.

Sayfa: [1]