Kayıt Ol

İletileri Göster

Bu özellik size üyenin attığı tüm iletileri gösterme olanağı sağlayacaktır . Not sadece size izin verilen bölümlerdeki iletilerini görebilirsiniz


Konular - dirock

Sayfa: [1] 2
1
Düşler Limanı / Yaşamak Artık Zor...
« : 04 Haziran 2009, 23:13:48 »
Yaşamak artık zor geliyor…

Nedendir bilmiyorum ama sensiz yaşamak, sensiz nefes almak zor gelir oldu artık bana. Sana bu kadar çok alışmışken bir anda bırakmak bana zor gelmeye başladı.

Sensiz söylediğim şarkıların, izlediğim kız kulesinin ve boğazın artık tadı çıkmıyor…

Her şeyin seninle birlikte tadı vardı. Ve o tat şimdi damağımda kaldı. Her gece damağımda kalan o tatla uyur oldum ben. Boğaza karşı oturup, seninle beraber kız kulesinin o eşsiz manzarasını izlemeyi özledim daha şimdiden…

Ama sen yoksun…! Sen başkasıylasın… Zaten hiçbir zaman benim olmamıştın ki…! Beraber geçirdiğimiz onca zaman bile sen benim yanımda değildin…

Sadece, boğaza karşı oturduğumuzda, o eşsiz manzarayı seyrederken yanımda olurdun… Sadece ama sadece o anda… Kendimi o zaman senin yanında hissederdim, güvende olduğumu anlardım. Çünkü sana inanılmaz ve sonsuz güvenim vardı. Ta ki sen o güveni yıkana kadar…

Şimdi her gece boğazdaki o yerimize tek başıma gidiyorum. Sensiz izliyorum, kız kulesini ve boğazı… Sensiz izliyorum, denizdeki küçük balıkçı teknelerini…

Ve şimdi sensiz hayal kurmaya devam ediyorum… Kız kulesi manzaralı bir evde oturuyoruz. Her gece kahvelerimizi alıp terasa çıkıyoruz. Bütün günün yorgunluğunu atıyoruz, iş yerinde yaşadığımız stresleri anlatıyoruz birbirimize. Gün içinde yaşadıklarımıza gülüp geçiyoruz. Mutluyuz beraber…

Sonra bir ses duyuyorum… Neden sonra anlıyorum ki gitme vaktinin geldiğini ve hatta geçmekte olduğunu… Yarın görüşmek üzere veda ediyorum kız kulesine…
Ve yavaş yavaş uzaklaşırken içimden diyorum ki; “keşke yarın gece sende gelebilsen bi’tanem…”


20 Nisan 2009



Öylesine Kız Kulesini seyrederken içimden gelip yazdığım bi' yazı, umarım beğenirsiniz... =)



2
Güncel / İstanbul'da Olaylı 1 Mayıs
« : 01 Mayıs 2008, 12:25:25 »
İstanbul’da olaylı 1 Mayıs
1 Mayıs’ı kutlamak için İstanbul Taksim Meydanı’na çıkan gruplara, polis gözyaşartıcı gaz ile müdahale etti. DİSK, İstanbul’daki olaylarda 900’ü aşkın kişinin gözaltına alındığını bildirdi.


İSTANBUL - 1 Mayıs’ı Dolmabahçe’de kutlamak isteyen bir gruba polis tazyikli su ve biber gazı ile müdahale etti. Kabataş’ta toplanan ve ellerinde “Sine-sen” pankartı taşıyan bir grup, “Yaşasın 1 Mayıs” sloganları atarak Dolmabahçe’ye gelmek istedi. 

Geniş güvenlik önlemi alan emniyet güçleri, gruba önce tazyikli su ile müdahale etti. Ardından da grubun dağılması için biber gazı kullandı. Bu sırada bazı göstericiler gözaltına alındı.

Dolmabahçe’de İnönü Stadyumu önüne toplanan ve aralarında sanatçı Nur Sürer’in de bulunduğu bir gruba da polis tarafından izin verilmedi. Sürer ve grup, daha sonra gözaltına alındı.

Beşiktaş Ihlamurdere Caddesi ve Barbaros Bulvarı üzerinde toplanan gruplar, İnönü Stadı’na gitmek üzere Dolmabahçe Caddesi’ne doğru slogan atarak yürüyüşe geçti. Gruba polis ekiplerince biber gazı da kullanılarak müdahale edildi. Gruptakiler ara sokaklara girerek kaçmaya çalışırken, polis ekiplerinde taş ve şişe attı. Olaylarda çok sayıda gösterici gözaltına alındı.



Ortabahçe Caddesi üzerinde toplanan başka bir grup slogan atarak Taksim’e çıkmak üzere Dolmabahçe’ye yürümek istedi. Polis, grubun yürüyüşüne izin vermezken, biber gazı sıkarak müdahalede bulundu ve çok sayıda eylemciyi gözaltına aldı.


Taksim’e çıkmak üzere Tophane ve Kabataş’ta toplanan gruplara da polis izin vermedi. Gruplara müdahale eden güvenlik güçleri, çok sayıda kişiyi gözaltına aldı.

Taksim Meydanı’ndan Tarlabaşı, Kazancı Yokuşu ve Gümüşsuyu’na doğru ayrı ayrı yürüyüşe geçen gruplara müdahale eden polis, biber gazı atarak grupları dağıttı.

Taksim Meydanı’nda toplanan bir grup, polisin müdahalesi üzerine Tarlabaşı yönüne doğru kaçtı. Daha sonra tekrar toplanan grup, İstiklal Caddesi girişindeki Fransa’nın İstanbul Başkonsolosluğu önüne geldi.

Öte yandan, Taksim Meydanı’nda özel bir televizyon kanalının röportaj yaptığı bir vatandaş, polisin müdahalesi ile gözaltına alındı.

OKMEYDANI’NDA GÖSTERİ
Okmeydanı Fatma Girik Parkı yakınında toplanan “1 Mayısta Taksim’e”, “1977 katliamının suçlularını istiyoruz” yazılı pankart taşıyan grup, ara sokaklardan Piyalepaşa Bulvarı’na indi.

Havadan helikopterle, yerden de çevik kuvvet ekipleriyle takip edilen grup, cadde üzerinde konuşlandırılan güvenlik güçleriyle karşı karşıya geldi.

Gaz bombalarıyla polisin müdahale ettiği gruptan ellerinde sapanlar bulunan, yüzlerini maskeler ile örten bazı kişiler polise taş attı.

Müdahale üzerine gruptakiler, geri dönerek ara sokaklara girdi.

POLİS UYARI ATEŞİ AÇTI
Bu arada, Taksim’de çıkmak isteyen gruptan birinin taşlı saldırısına uğrayan polis, Harbiye Orduevi önünde grubun dağılmasını sağlamak amacıyla havaya “uyarı ateşi” açtı.

Divan Oteli yakınlarında ortaya çıkan ve polisin müdahale ettiği bir gruptakiler, yeniden toplanarak Harbiye istikametine doğru yürüyüşe geçti. Harbiye Orduevi önüne gelen gruptakiler, burada bekleyen polis ekiplerine taşlı saldırıda bulundular.

Bunun üzerine polis tarafından grubun dağılmasını sağlamak amacıyla havaya bir çok kez “uyarı ateşi” açıldı.

ÇELEBİ: VALİ İSTANBUL’U HAPİSHANEYE ÇEVİRDİ
DİSK, SHP, ÖDP, SODEV, Eğitim-Sen temsilcileri ve üyeleri, Kazancı Yokuşu’na kırmızı karanfiller bırakarak saygı duruşunda bulundu. Grup, “Yaşasın 1 Mayıs”, “İşte 1 Mayıs, işte Taksim” şeklinde slogan atarak bir süre alkışlı protestoda bulundu.

Burada bir konuşma yapan DİSK Genel Başkanı Süleyman Çelebi, “İstanbul’da ve Türkiye’de olağanüstü hal, sıkıyönetim dönemlerinde bile görülmeyecek bir uygulamayla kitlesel olarak alanlara girişimiz engellenmeye çalışıldı” dedi.

Tüm engellemelere karşın alana ulaştıklarını kaydeden Çelebi, “Burada yitirdiğimiz arkadaşlarımız adına yaptığımız bu anmaya, herkesin duyarlı davranmasını istiyoruz” dedi.

“Biz karanfille bu alana gelebildik. Bir çiçeğe bile tahammül edemeyenlerden demokrasi beklenemez. Bu vali, İstanbul’u bir hapishaneye çevirdi” diyen Çelebi, güç birliğini kırarak Kadıköy’e gitme kararı alan sendikaları da kınadığını sözlerine ekledi.

KESK Genel Başkanı İsmail Hakkı Tombul ise “O gün burada karanlık eller vardı. O karanlık eller Çorum’da, Kahramanmaraş’ta, Bahçelievler’de ve Sivas’ta da vardı. Buna boyun eğmeyeceğiz” diye konuştu.

Konuşmaların ardından SHP Genel Sekreteri ve İstanbul Milletvekili Ahmet Güryüz Ketenci, Süleyman Çelebi, İsmail Hakkı Tombul, ÖDP Genel Başkanı Ufuk Uras ve SODEV Başkanı Ercan Karakaş ile bazı sendika temsilcilerinin polis çemberine alınan gruptan çıkarak, Taksim Cumhuriyet Anıtı’na çelenk bırakmalarına izin verildi.

Türk-İş Başkanı Salih Kılıç ile 1 Mayıs Kadıköy Açık Hava Toplantısı Tertip Komitesi üyesi ve TÜRK-İŞ 1. Bölge Başkanı Faruk Büyükkucak ve beraberindeki yaklaşık 100 kişi de, Kazancı Yokuşu’nda saygı duruşunda bulundu.

SENDİKA YÖNETİCİLERİNE GÖZALTI
DİSK’ten yapılan yazılı açıklamada, 1 Mayıs Tertip Komitesi Başkanı ve DİSK Genel Sekreteri Musa Çam, KESK Genel Sekreteri Abdurrahman Daşdemir, KESK Yönetim Kurulu Üyesi Sevgi Göğçe, Nakliyat-İş Sendikası Genel Başkanı Ali Rıza Küçükosmanoğlu, Dev Sağlık-İş Sendikası Genel Sekreteri Arzu Çerkezoğlu, ÖDP İstanbul İl Başkanı Alper Taş, TMMOB Yönetim Kurulu Üyesi Hüseyin Yeşil ve bir grup sendikacının İnönü Stadyumu önüne geldiklerinde, Çevik Kuvvet polisi tarafından gözaltına alındığı belirtildi.

KADIKÖY’DEKİ MİTİNG OLAYSIZ SONA ERDİ
Öte yandan, Türk-İş tarafından Kadıköy İskele Meydanı’nda düzenlenen ve yaklaşık 1.5 saat süren mitinge, Türk-İş ve bağlı sendikalar ile CHP İl Başkanlığı, İşçi Partisi ve Emek Partisi’nin yanı sıra çeşitli sivil toplum örgütleri katıldı.

Mitingde, Türk-İş Başkanı Salih Kılıç, CHP Genel Sekreter Yardımcısı Mehmet Sevigen, CHP İstanbul Milletvekili Ali Rıza Gülçiçek, CHP İl Başkanı Şinasi Öktem ve İP Genel Başkanı Doğu Perinçek de hazır bulundu.

Miting dolayısıyla Kadıköy’de güvenlik ekiplerince geniş güvenlik önlemleri alındı. Miting alanına giden yollar trafiğe kapatıldı.

Mitingin sonunda Grup Çığ ve Mustafa Özaslan konser verdi. Bu arada, değişik gruplar halay çekerek 1 Mayıs’ı kutladı. Miting, olaysız sona erdi.

TGC’DEN ‘SANSÜR’E TEPKİ
Mayıs etkinliklerinin televizyonlardan naklen yayınının engellenmesini kınayan Türkiye Gazeteciler Cemiyeti, yaptığı yazılı açıklamada, “Televizyon kanallarının naklen yayın araçlarının Kasımpaşa’da bir otoparkta toplanarak görevden alıkonulmaları, tipik bir sansür uygulamasına dönüşmüştür. Geçici bir süreyle sınırlı kalsa da araçların ve meslektaşlarımızın engellenmesi, hem halkın bilgilenme hakkına, hem de ifade özgürlüğüne yönelik bir sansür niteliğine bürünmüştür. İstanbul Valiliğini, Anayasa’ya da aykırı düşen bu uygulamayı gerçekleştiren gayretkeş görevliler için idari soruşturma açmaya çağırıyoruz” dedi.

TGS: DEMOKRASİ KÜLTÜRÜ HENÜZ GELİŞMEDİ
Türkiye Gazeteciler Sendikası tarafından yapılan açıklamada, “İstanbul’da Taksim Meydanı’nda gösteri yapmak isteyenler güvenlik güçlerinin engellemeleriyle karşılaştı. 50’şerli, 100’erli toplanan gruplara, henüz toplanma bölgelerindeyken güvenlik güçlerince biber gazı ve tazyikli suyla müdahale edildi. Gösterilere katılmak isteyenleri taşıyan feribotların iskeleye yanaşmaları engellendi. 1 Mayıs gösterileri için İstanbul’a gelen emekçiler, henüz şehir girişlerinde otobüslerden indirildi ve yürüyerek alanlara gitmek zorunda bırakıldı” denildi.

Açıklamada, “İstanbul’da 1 Mayıs dolayısıyla düzenlenen gösterilere güvenlik güçlerinin müdahale etmesinin halkın sahip olduğu demokratik olgunluk ve demokrasi kültürünün devleti idare edenlerde henüz gelişmediğinin göstergesi olduğu” savunuldu.

VALİ GÜLER: 900’E YAKIN GÖZALTI VAR
İstanbul Valisi Muammer Güler, 1 Mayıs dolayısıyla kentteki izinsiz gösterilere müdahaleler ve denetimler sırasında 900’e yakın kişinin gözaltına alındığını bildirdi.

Vali Güler, yaptığı açıklamada, İstanbul’da hareketli bir gün yaşandığını belirterek, Türk-İş’in Kadıköy’deki izinli gösterisinin olaysız sona erdiğini kaydetti.

Taksim Meydanı’nda, kanunsuz bazı toplantı ve yürüyüşlerin yapılacağının öğrenilmesi üzerine kamuoyuna gerekli uyarıları yaptıklarını kaydeden Güler, “Toplantı ve Gösteri Yürüyüşleri Kanununa göre, toplantı alanı olarak tespit ve ilan edilen yerlerin dışında olan Taksim’de böyle bir şeye izin vermemiz mümkün değildi” diye konuştu.

Güler, DİSK yöneticileri ve bazı sivil toplum kuruluşu temsilcilerinin Taksim Meydanı’nda saygı duruşunda bulunmaları, çelenk bırakmaları ve basın açıklaması yapmalarına engel olmadıklarını anımsattı.

Sabahın erken saatlerinden itibaren birçok yerde toplanan bazı grupların, kendilerine, “toplantının ve yapmak istedikleri yürüyüşün kanunsuz olduğu belirtilmesine rağmen polise direnç gösterdiklerini” kaydeden Güler, Taksim civarında 14 ayrı yerde müdahale yapılmak zorunda kalındığını anlattı. Vali Güler, şöyle konuştu:

“Tabii ki bu müdahaleler ve ayrıca İstanbul dışından provokatif eylemler için gelen veya yola çıkan yaklaşık 158 araç, 73 otobüsle ilgili, şehre girmelerine ve bu konuda gerekli kontroller yapılmasına yönelik tedbirler trafikte de belli sıkıntılar yarattı. Hatta biz, dün, İstanbullulara bu konuda alınan tedbirleri de açıklamıştık. Fakat maalesef bu yoğun tedbirlerin alınması zorunluluğu trafikte sıkıntılara yol açtı.”

Müdahaleler ve denetimler sırasında 900’e yakın kişinin gözaltına alındığını ifade eden Güler, 2 tabanca, 68 molotofkokteyli, çok sayıda sopa, gaz maskesi, meşale, sprey, biber gazı, sapan ve bilye ele geçirildiğini söyledi.

Güler, bu kişilerle ilgili işlemlerin devam ettiğini ve gözaltındakilerden 192’sinin mevcutlu olarak adliyeye götürülmesi talimatının Cumhuriyet Savcılarınca verildiğini dile getirdi.

“Kanunsuz bir eyleme izin verilmesinin kesinlikle söz konusu olmadığını” anlatan Güler, birçok yerde “illegal toplantılara ve provokatif eylemlere hazırlanan kişi ve grupların polisle çatışmaya girdiklerini” kaydetti.

Söz konusu önlemlerin alınmaması durumunda olabileceklere de değinen Güler, sözlerini şöyle tamamladı:

“Eğer böylesine bir tedbir alınmasaydı, çok daha farklı, geçmişte yaşanan o provokasyonlarla da dolu, bundan daha büyük eylemler, Allah korusun can ve mal kayıplarının yaşanması muhtemeldi. Bunların önlenmesi anlamında çok yoğun bir gayret sarf edilmiştir.”



1 Mayıs fotoğrafları için yıklayın
http://www.ntvmsnbc.com/modules/gallery/070501mayis/

3
Şişedeki Mısralar / Daha az seviyorum seni
« : 30 Mart 2008, 16:50:23 »
Daha az seviyorum seni…
Unutur gibi seviyorum…
Azala azala…
Aramızdaki uzaklığın karanlığında
Geceler kısalıp gündüzler uzuyor öyle olunca
Daha az seviyorum seni
Kendini iyileştiren bir yara gibi
Daha az….
Ve zamanla…
Sen geceyi tutuyorsun
Ben nöbetini…
Uzak dağ kışlalarında
Görmüyoruz birbirimizi
Usul usul sis iniyor
Kopmuş yollara…
Işığı hafif
Uykusu ağır koğuşlarda üzerini örtüyorum senin
Bir çığ gibi büyüyorsun rüyalarımda
Yıldızları daha büyüktür bazı gecelerin
Nöbet kadar yalnızken öğreneceksin bunu da
Artık daha az seviyorum seni…
Unutur gibi…
Ölür gibi daha az…
Yeniden öğretiyorum kendime
Onca aşkın öğretemediğini
Kolay değildi…
Yalnızca sevgilimi değil
Evladımı da kaybettim ben
Kaç acı birden imtihan etti beni
Bir tek gece vardır insanın hayatında…
Ömür boyu sürer nöbeti…
Bu da öyleydi…
İyi ol,
Uzak ol,
Ama bir daha görme beni…!!!

4
Şişedeki Mısralar / Aşkın Hediyesi
« : 16 Mart 2008, 18:39:36 »
Aşkın Hediyesi
Aşk bu olsa gerek,
Çünkü, hayat bana,
Senin gibi dünyanın,
En saf, en temiz kalpli
Birini çıkardı.
Aşk bu olsa gerek,
Çünkü kalbimi ilk defa,
Senin gibi birine kaptırdım.
Aşk bu olsa gerek,
Çünkü hayatın bana sunduğu,
En güzel hediyesin....

5
Şişedeki Mısralar / Mahkum
« : 16 Mart 2008, 18:33:15 »
Sevgili olmayı başaramadık biz
Ama ayrı kalmayıda
Birbirimizin yüreiğini acıtırdık hep
Ve o yüzden uzak durduk birbirimizden
Olmayacak dedik ya olmadı.
Sen güneyde bn kuzeyde
Yüreğimiz acımadan yaşarız dedik
Ama başkaları bizim canımızı acıttı bu kez
Ve can havliyle birbirimize koştuk
Sarmak için yaralarımızı
Ben senin yaralarını sardım ama
Benim yüreğim hala kanıyor sevgilim
Seni bensizliğe kendimi sana mahkum ediyorum....

6
Şişedeki Mısralar / Yalnızım
« : 16 Mart 2008, 18:29:48 »
Yalnızım....
Her zmankinden daha yalnızım...
Herkes benden nefret ediyor.
Bu hayatta yaşamak istemiyoruö.
Bu hayattan nefret ediyorum...
Bu yalancı insanlardan, yaşamaktan...
Kırıla kırıla tuz buz haline geldim...
Ama hala kırılmaya devam ediyorum...
Hiç beklemediğim kişiler tarafından.
Yalnızım...
Ve bu yalnızlığımı paylaşacak kimse yok
Hiç birşey, hiç kimse yok
Sadece tek başıma...
Yalnızım...
Hemde çok hemde çok....
Yalnızım...
Hayata karşı, insanlara karşı,
Sadece bir başımayım...
Ve yalnızım....

7
Şişedeki Mısralar / Gözyaşlarım Anlatır
« : 16 Mart 2008, 18:22:09 »
Gözyaşlarım Anlatır
Zamansız bir günde,
Zamansızca kalbime girdin.
Her defasında unuttum desemde,
Bir başkasıyla seni gördüğümde,
Hala seni sewdiğimi anladım.
Her gözümü kapatışımda
Gözlerinin hayali hep,
Gelir gözümün önüne,
Nezman yağmur yağsa,
Seni düşünürüm...
Zamansız gidişini düşünürüm.
Ama biliyorum ki,
Her yağmur yağdığında,
Her yağmur damlasının,
Benim gözyaşlarımın,
Üzerine düşmesini dilerim...
Çünkü o damlalar,
Sana olan sevgimin simgesidir....

8
Şişedeki Mısralar / Ölseydim
« : 16 Mart 2008, 18:15:31 »
Ölseydim
Gecenin en karanlık,
Vaktinde aklıma geldin.
Sebebini hiç bilmiorum,
Neden seni birden hatırladım,
Neden eski günler aklıma geldi,
Keşke o günlerde kalsaydım...
Işık saçan gözlerine,
Bakarken ölseydim...
Böyle hergün ölmektense
Seni özleyerek hergün ölmektense,
Senin varlığını sensiz yaşayarak ölmektense
Gözlerine bakarken
Tek kurşunla ölmek isterdim...

9
Güncel / Bir Son Dakika Haberi Marmara'da Deprem!!!!
« : 12 Mart 2008, 21:20:02 »
Marmara sallandı



Saat 20.53'te meydana gelen hafif şiddetli sarsıntıyla Marmara Bölgesi sallandı. Sarsıntı, İstanbul, Adapazarı, İzmit ve Yalova'da hissedildi.

Depremin merkez üssünün Çınarcık olduğu ve 4.8 büyüklüğünde olduğu belirtildi.

Saat 20.53'de meydana gelen ilk belirlemelere göre can ve mal kaybsına neden olmayan deprem, Marmara Bölgesi'ndeki yerleşim merkezlerinde hissedildi.

Rasathane yetkilileri, depremin merkez üssünün İstanbul'a uzaklığının 50 km. olduğunu söyledi. Orta büyüklükteki deprem, ilk berlilemelere göre herhangi bir can kaybına veya hasara yol açmadı. Uzmanlar, bunun beklenen bir deprem olduğunu, Çınarcık'ın Doğu Marmara'daki aktif fay hattını oluşturduğunu belirtti.

Kandilli Rasathanesi uzmanlarından Prof. Dr. Gülay Altay, "Deprem Çınarcık'ta 4.8 şiddetinde meydana geldi. İstanbul başta olmak üzere civar illerde de hissedildi. Depremin öncü ya da artçı olduğunu henüz belirlemediklerini ifade eden Altay, her zaman depreme hazırlıklı olmamız gerekiyor." dedi.

Altay, beklenen 'Büyük İstanbul Depremi'ni tetikleyecek bir unsur olabilme ihtimalinin çok düşük olduğunu ifade ederek, kendilerine herhangi bir hasar bilgisi ulaşmadığını kaydetti.

 


kaynak:milliyet.com

10
Düşler Limanı / Gidiyorum =(
« : 19 Şubat 2008, 17:29:16 »
Gidiyorum

Gidiyorum işte ardıma bile bakmadan…
Gidiyorum; hepinizi arkamda bırakarak…
Gidiyorum; bir daha geri dönmemecesine…
Gidiyorum elimde olmadan, hepinizi özleyerek…

Ben sizlersiz ne yaparım orada. Herkes yabancı, herkes soğuk… Ben sizin gibi arkadaşları orada bir daha nasıl bulacağım… Bir tanecik kardeşim, ben senden nasıl kopacağım? Seni buralarda bırakıp ben nasıl giderim kilometrelerce uzağa… Ya Gamze seni, nasıl unuturum her kantine gittiğimizde “ooooo ne yiyoruz?” deyişlerini,
Ya Ayşegül seni, ya seni nasıl unuturum ben! Bana sürekli animatör gitaristlerin videolarını yollamanı! Ya Her fırsatta makara yaparken Arcan ile birlikte “Hay Allah kahretmeye!” demelerinizi… Hele Ayşıl ya seni unutmak imkânsız mı? Her kötü esprinin ardından bir "ööööwwwww" çekmen! Ya Damla sen her defasın "Didoş aynan yanında mı versene bi" demelerin.  Ya Uğurkan ile Arcan sizin yapışık ikiz gibi dolaşmalarınızı her defasında bizi kırıp gülmekten geçirmeleriniz unutulur gibi değil ki! Ya sınıfın kapısının kolunu kırıp sonrada bütün camları açıp içerde tek bir kişi bırakmayıp dersi kaynatmalarımız… Her inkılâp dersinde hocaya ders işletmeyişlerimiz… O kadar çok hatıralarım var ki şu koca 3 sene içinde anlatmaya yetmiyor vakit. 
Dolu dolu sayfalarca yazmak isterim sizlere bunları ama yazmaya gücüm yok. Gidiyorum artık arkama bile bakmadan… Eğer bakarsam, sizin gözyaşlarınızı görürsem gidemem ki. Gitmeliyim çünkü buna mecburum. Belki sizleri yarı yolda bırakıp gidiyor olabilirim ama belki diğer yandan da uzakta olan arkadaşlarıma yaklaşıyorumdur… Kendimi böyle avutmaya çalışıyorum ama biliyorum ki olmayacaklar. Onlarda eskisi gibi bana uzak kalacaklar.
Ağlıyorum yine, her gece yatağıma yattığımdaki gibi ağlıyorum. Hıçkırıklara boğularak. Siz olmadan orasının tadı nasıl çıkar ki!
Beni affedin ne olur. Sizi yarı yolda bıraktığım için affedin. Hayallerimizde kendimi eskittiğim için… O hayalimizdeki dünya turuna 5 kişi değil de 4 kişi gittiğiniz için…
Affedin beni gidiyorum artık! :( :( :( :'( :'( :'(


Gidiyorum işte ardıma bile bakmadan…
Gidiyorum; hepinizi arkamda bırakarak…
Gidiyorum; bir daha geri dönmemecesine…
Gidiyorum; yepyeni bir hayata....!!!!
İSTANBUL GİTMEME İZİN VERME BIRAKMA BENİ

11
Genel Kültür / Şehirlerimizin Anlamları....
« : 16 Şubat 2008, 00:25:41 »
Van
Van’ı Asur kraliçesi Semiramis kurdu. Bundan dolayı şehre “Şahmirankent” adı verildi. Daha sonra Persler döneminde buraya Van adında bir vali geldi ve şehri bayındır hale getirdiğinden şehre onun adı verildi.

Yozgat
yozgat isminin kaynağına ilişkin değişik söylentiler vardır. yozgat sürü veya otlak kent anlamına gelir. bozok yaylası eskiden beri hayvancılığın gelişmesinde önemli yer tutmuştur.
yozkent, sürüleri bol olan şehir anlamına gelmektedir. daha sonra bu ismin yozgat olarak değişikliğe uğradığı ileri sürülmektedir.
yozgat adı yabancı tarih kitaplarında "uskat, juskat, yougat, yüz-kat, yozhourt" şeklinde geçer.
bir söylentiye göre; yozgat sözcüğünün aslı "yüzü yoz" (koyun sürüsü memleketi) olduğundan "yozkent" veya rakımın yüksek oluşundan dolayı da "yüz-kat"tır.
cumhuriyet döneminde tbmm birinci dönem milletvekillerinden süleyman sırrı içöz'ün 4 kasım 1922 tarihli teklifi üzerine bozok ismi kaldırılarak 1923 senesinde itibaren ilin adı yozgat olmuştur.


Uşak
Çocuk veya genç adının halk dilinden söylenişidir. Bazı rivayetlere göre ise uşak (ayınla söylenişi) kelimesinin aşık kelimesinden geldiği söylenmiştir.

Urfa
Eski adı “Orhoe veya Orhai”dir. Daha sonra Araplar tarafından “R”ya çevrilmiştir. Bir diğer rivayete göre ise eski dilden gelmekte olup R yani güneş demektir.Şehir Babil hükümdarı Ramis-Nemrut tarafından kuruldu.

Tekirdağ
Adını, kıyı boyunca uzanan Tekirdağlarından almıştır.

Tokat
Eski adı “Komana Pontika”idi. Tokat adının Pontika adının halk arasından değişmiş şeklidir.

Trabzon
“Trapezus” sözcüğünden gelir. Anlamı dörtköşe’dir.

Tunceli
Burada bazı maden yataklarının bulunmasından dolayı şehre Tunceli adı verilmiştir. Yani tunçülkesi demektir.

Sakarya
Adını sınırları içinden geçen Sakarya nehrinden alır

Samsun
Eski adı “Amisos”dur. Samsun ismi bu kelimenin halk arasından değiştirilmesidir.

Sivas
Adının nereden geldiği konusunda her hangi bir kayda rastlanmamıştır.

Siirt
Siirt adının Keldani aslından geldiği ve şehir anlamına geldiği söylenir. Diğer bir ravayete göre ise Sert kelimesinin bozulmuş şeklidir.

Rize
Kafkas kökenli bir kelime olduğu sanılmaktadır.

Ordu
Eski adı “Kotyora”dır. Halk tarafından bu isim değişikliğe uğramıştır.

Niğde
İlkçağda bölgede Nagdoslular adlı bir kavim yaşadığından bu şehre isimlerini vermişler. Arap kaynakları şehre “Nekide veya Nikde” demişlerdir. Halk ise şehre Niğde adını vermiştir.

Nevşehir
Onsekizinci yüzyıla kadar şehir bir köydü ve adı “Muşkara” idi. Daha sonra Nevşehirli Damat İbrahim Paşa köyünü geliştirdi ve yeni şehir anlamında Nevşehir adını verdi.

Malatya
Hititler döneminde buranın adı “Meliddu”dur. Halk tarafından Malatya olarak değişmiştir.

Manisa
Yunanca Magnesya’dan gelmiştir. Türkler burayı alınca Manisa olarak şehrin ismini değiştirdiler.

Mardin
Mardin adı Süryanice’de Marde’den geldiği rivayet edilir. Romalılar “Maride” Araplar ise “Mardin” adını vermişlerdir. Diğer bir rivayet göre ise kürtçedeki Mer-din yani erkek, yiğit –görmek kelimesinden geldiği söylenmiştir.

Muğla
Eski adı “Mobolla”’dır. Türkler buraya daha sonra Muğla demişlerdir.

Muş
Bir rivayete göre süryanice’deki suyu bol anlamına glene Muşa’dan diğer bir rivayete göre ise Şehrin kurucusu “Muşet’den gelmiştir

Karaman
İlk ismi Laranda’dır. Selçuklu ve Osmanlılarda ki ismi Larende idi. Karamanoğullarının başkenti olduğundan buraya daha sonra Karaman adı verildi.

Kahramanmaraş
Asıl adı Markasi’dir. Halk dilinde Maraş olarak değişmiştir. Kurtuluş savaşında Fransızlara karşı şehirlerini kahramanca savunduklarından meclis tarafından ll Şubat 1922’de kahraman ünvanı verildi.

Kars
MÖ: 130-127 yılında buraya yerleşen Karsak oymağından dolayı şehre kars adı verilmiştir. Kars kelimesinin anlamı ise deve ya da koyun yününden yapılan elbise veya şal kuşağı anlamına gelir.

Kastamonu
Şehrin eski adı “Tumana”dır. Buraya daha sonra Gas-Gas isimli bir kavim yerleşti. İşte Kastamonu Gas ve Tuman’ın birleşmesinden meydana gelmiştir.

Kayseri
Romalılar Mazaka adlı şehri alınca buraya Kaysarea adını verdiler. Yani İmparator şehri anlamına gelir. Daha sonra Kayseri olarak halk arasında yayıldı

Kırşehir
Kır ve Şehir kelimesinin birleşmesinden oluşmuştur.

Kocaeli
Orhan gazi döneminde bu bölgeyi feth eden Akçakoca isimli komutandan dolayı buraya Kocaeli denildi.

Konya
İsa’dan önce 47-50 ve 53 yıllarında Hıristiyan azizlerinden St. Paul burayı ziyaret etti ve şehir önemli bir dinsel merkez olarak gelişti. Bu nedenle Hıristiyanlar ona, “İsa’nın tasviri” anlamına gelen “ikonyum” adını verdiler. Abbasiler burayı alınca “Kuniye’ye” çevirdiler. Türkler bu ismi Konya olarak değiştirdi.

Kütahya
Frigler buraya “Katyasiyum veya Katiation” adını vermişlerdir. Daha sonra yöre halkı buraya Kütahya demiştir

İstanbul
MÖ. 658 yılında Megara kralı Byzas tarafından kurulduğundan bu şehre kurucusundan dolayı Bizantion adı verilmiştir.
Roma imparatoro Marcus Avrelius döneminde imparatorun manevi babasının adıyla “Antion” olarak anıldı.
Bizans İmparatoru Konstantin bu şehri yeniden kurunca buraya kendi adını verdi. Şehre “Konstantin veya Konstanpolis” adı verildi. Araplar “Kostantiniye, Romalılar Konstantinopolis” demişlerdir. Daha sonra bu ismin kısaltılmış şekli olan “Stin-polis” deyimi kullanıldı. İşte İstanbul bu “Stin-Polis” şehrinden türetildi.
Türkler burayı alınca Müslüman şehir anlamında “İslambol” adını verdiler. Fakat daha sonra İstanbul olarak değiştirildi.

İzmir
Şehrin asıl adı “Smyrna”dır. İzmir kelimesi smyrna’nın halk arasındaki kullanış şeklidir. Homeros destanlarında bu kent ismini Kıbrıs Kralı Kinyras’ın kızı Smyra’dan alır ve tanrıça Artemis İzmirli’dir. Kimi kaynaklara göre de, İzmir şehrini ilk kuran Hititler değil, Amazonlar’dır. (Hititler de buraya Navlühun adını vermişlerdir.

Gaziantep
Şehrin eski adı Ayıntab’dır. Kelime anlamı, pınarın gözü demektir. Halk bunu Antep olarak değiştirmiştir. Halk Kurtuluş savaşında Fransızlara karşı başarılı bir savaş verince 6 Şubat 1921’de çıkartılan bir yasayla Gazi ünvanı verildi.

Gümüşhane
Burada daha önceleri gümüş madenleri olduğundan, bu şehre Gümüşhane denilmiştir

Edirne
Romalılar döneminde imparator Hadrianus tarafından kurulduğu için şehir “Hadrianopolis” dını alır. Hadrianus’un şehri anlamına gelen bu sözcük, sonradan değşimlere uğrayarak Edirne halini aldı.

Elazığ
1834 yılında Mezra denilen yerde kuruldu.1862 yılında buraya o sıradaki padişah Abdülaziz’in onuruna “Mamuretülaziz” adı verildi. Bu ismi uzun bulan halk onu Elaziz olarak kısalttı. 1937 yılında Elazığ’a çevrildi.

Erzincan
Erzincan ovasından adını alır. Ezirgan diye halk tarafından söylenir. Buranın eski adı Eriza’dır.

Erzurum
Ardı Rum kelimesinden gelir. Yani Rum toprağı demektir. Diğer bir rivayete göre de Selçuklular buraya Erzen-Rum demişlerdir. Erzen darı demektir. Şehir o zamanlar bir tahıl ambarı olarak kullanılmıştır.

Eskişehir
Eski adı Doylaion’dur. 1080 yılında Türkler burayı ele geçirdi. 1175 yılında burasını Bizans geri aldı. Kılıçarslan bu şehri daha sonra geri alınca, ona “Bizim eski Şehrimiz” anlamına gelen Eski Şehir adını verdi.

Diyarbakır
Bakır ülkesi anlamına gelmektedir. Bu ismin kaynağı Diyar-ı Bekir’dir. Bekir’in memleketi anlamına gelir. Bunun nedeni de Bekir b. Va’il adlı Arap göçebe boyunun buraya yrleşmiş olmasından kaynaklanır. Diyarbakır’ın eski adı Amid veya Amed’dir. Gelen veya bizim anlamına gelir. Dede Korkut kitabında Amid’e Hamid de denilmiştir.

Denizli
Deniz-ili kelimelerinin birleşmesinden oluşmuştur. İl eski Türkçe’de ülke, memleket anlamına gelir. Yani deniz memleketi denilir.Bir diğer rivayete göre de kelimenin aslı domuz-ili'dir. Bu da bölgede domuz çokluğundan kaynaklanmaktadır.

Çanakkale
Marmara ve Ege denizlerini birleştiren Boğaz’daki şehir ve kasabaların en büyüğü ve il merkezidir. Boğazın doğu kıyısında ve en dar yerinde kurulmuştur. Burada denizini şekli tıpkı bir çanağı andırır. Bugünkü ismini buradan alır.

Çankırı
İlkçağda “Gangra” kalesinin eteğinde kuruldu. İsmini Gangra kalesinden alan Çankırı’ya yakın zamana kadar Çangırı ve Çenğiri deniliyordu.

Çorum
Rivayete göre Çoğurum kelimesinden türetilmiştir. Bu da bölgede zamanında Rumların çoğunluğu oluşturmasından kaynaklanmaktadır.

BURSA
Eski çağlardaki Bitinya bölgesinin başkentidir. Buraya kurucusu Bitinya kralı Prusias’ın adı verildi. (MÖ:ll.yüzyıl)

BURDUR
Eski adı Askaniya’dır. İsmini yanında kurulmuş olduğu Burdur gölünden alır.

BOLU
Önceleri Bithynion Romalılar döneminde ise Claudiopolis adı verildi. Türkler burayı alınca Claudiopolis sözcüğünü kısaltıp sadece polis dediler. Daha sonra bu da halk dilinde değişerek Bolu oldu.

BİTLİS
Kimi tarihçilere göre, “Bageş” ya da “Pagiş” sözcüklerinden türemiştir. Kimilerine göre de Büyük İskender’in komutanı “Lis” ya da “Badlis” burada bir kale kurmuş. Bitlis sözcüğü bu komutanın isminden kaynaklanıyormuş.

BİNGÖL
Buradaki bir çok göllerden dolayı bu isim kendisine verildi.

BİLECİK
Bizanslılar döneminde burada Bilekoma adlı bir kale vardı. Osman bey burayı alınca bu adı Bilecik olarak adını verdi.

BAYBURT
Eldeki kaynaklara göre kasabanın ortaçağdaki adı “Paypert” ya da “Pepert” idi. Bayburt adı buradan gelmektedir.

BALIKESİR
Şehrin adının eski hisar anlamına gelen Paleokastio’dan türediği sanılmaktadır. Halk arasında dolaşan bir söylentiye göre de balı çok anlamına gelir. Çünkü Kesir Arapça’da çok anlamına gelmektedir.

AĞRI                                                                                                                                      İsmi sınırları içindeki “Ararat” dağından alır. Çok eski çağlarda yeryüzü korkunç bir su baskınınına uğradı.(Nuh Tufanı) Nuh peygamber bütün canılardan bir çifti alarak bir gemiye bindirdi. Gemi Cudi (İslam kaynaklarına göre) (Hristiyan kaynaklarına göre de Ararat – Ağrı) dağına kondu. Ararat, önce aran sonra da Ağrı adını aldı.

AKSARAY
Selçuklu Sultanı İzzettin Kılıçarslan, şehirde cami, medrese, kümbetler ve büyük ve beyaz bir saray yaptırdı. Şelir “Aksaray” adını işte bu beyaz saraydan aldı.

AMASYA
Amasya şehrini tarihçi Strabon’a göre Amazon karalı Amasis kurdu ve ona Amasis kenti anlamına gelen “Amasesia” ismini verdi.

AYDIN
İlk olarak Argoslar tarafından kuruldu. Anadolu beylerinden Aydınoğlu Mehmet bey’den aldı. Aydın, Mehmet beyin babasının ismidir.

ARTVİN
İskitler tarafından kuruldu. Artvin sözü iskitçe’dir.

ANTALYA
MÖ ll.ci yüzyılda Bergama karalı Attalos ll tarafından kuruldu. Şehir önceleri ismini kurucusundan aldı ve Attaleia adıyla anıldı. Daha sonra bu isim Adalia, Antalia ve en son Antalya şekline dönüştü.

ANKARA
İslam kaynaklarında Ankara’nın adı Enguru olarak geçer. Kimilerine göre Ankara sözü Farsça “Üzüm” anlamına gelen Engür’den, ya da Yunanca’da Koruk anlamına gelen”Aguirada’dan türemiştir.
Bazılarına Hint-Avrupa dillerindeki “Eğmek” anlamına gelen Ank ya da Sankskritçe de; “Kıvrıntı”,, anlamına gelen ankaba’dan veya Latince’den çengel anlamına gelen uncus’dan türediği ileri sürülmektedir. Frig dilinde Ank “engebeli, karışık arazi anlamına gelir.” Şehrin diğer isimleri; Ankyra, Ankura, Ankuria, Angur, Engürlü, Engürüye, Angare, Angera, Ancora, Ancora ve son olarak Ankara şeklini almıştır.

ANTAKYA
MÖ 300 yıllarında Makedonya Kralı Seleukoz bu yörede Antakya’yı kurdu ve şehre babasının ismi olan Antiokhia adını verdi. Zamanla büyüyen kent, başkent halini aldı.

AFYONKARAHİSAR
Afyon türkülerinde sık sık “Hisar” sözcüğü geçer. “Hisarın bedenleri çevirin gidenleri” Bu hisar sözcüğünün Afyon türkülerinde sık sık yinelenmesi nedensiz değildir. Eski adı Akroenos olan şehri Selçuklular uzun süren bir kuşatmadan sonra ele geçirdiler. “Hisar” kuşatma anlamına gelir. Acılarla elde edilen yere “Karahisar” dediler ve orada, kara taşlardan bir kale kurdular. Onaltıncı yüzyılda bölgede afyon yetiştirlmeye başlayınca, Karahisar’ın başına bir de Afyon eklendi ve şehir “Afyonkarahisar” adını aldı.

ADAPAZARI
Bu ilimize Adapazarlılar kasaca Ada der. Çünkü Sakarya ve Çark suyu arasında yer alan şehir, tıpkı bir adayı andırır. “Pazar sözüne gelince: Burası onyedinci yüzyılda yörenin Pazar yeriydi. İşte, Adapazarı bu iki sözcüğün “Ada” ve “Pazar” sözcüklerinin birleşmesinden oluştu. Adapazarı, Sakarya ilimizin merkezidir.

12
Düşler Limanı / Korku Sokağı ( Gizemli Sokak 2)
« : 04 Şubat 2008, 20:31:29 »
Korku Sokağı


Her şey için sıradan bir gündü, o gün. Aslı her zamanki gibi okula gitmişti. Ama o gün okulda olacaklardan hiç haberi yoktu. Sokaklar ıssızdı. Sanki sadece kendisi okula gidiyordu. Okula varmıştı. Arkadaşlarını görünce içinden “oh be” demek geldi. Hava kurşuni rengindeydi. Yağmur neredeyse yağacakmış gibi duruyordu. Aslı öyle havalardan kötü şekilde etkilenirdi. Sanki o gün onun için kâbus gibi gelirdi. Ama bu sefer o kâbus gerçekleşecekti. Dersler geçmek bilmiyordu. Arkadaşlarına bakıyordu, ama onlar için her şey doğaldı. Derslerine bir türlü adapte olamıyordu. Neyse ki son 3 dersi boştu da kafasını dağıtabilecekti.

Son 3 ders gelmişti nihayet. İlk boş derste biraz kendi başına kalıp müzik dinledi. Arkadaşları arkada köşeye çekilip hararetli şekilde konuşmaya başladılar. Aslı onları öyle görünce merakına yenildi ve Ipot’unu kapatıp onların yanına bir sıra çekti; oda sohbetin içinde bulunuyordu. Ama bu sohbet Aslı’nın ruhunu sıkıyordu. Birden gök gürültüsü duyuldu ve Aslı dâhil bütün arkadaşlarının yürekleri ağızlarına gelmişti. Aslı, “Yeter artık, bu kötü şeylerden konuşmayalım.” Dedi. Fakat hiç kimse ona kulak asmadı. Tekrar konuşmaya başladılar. Birden Görkem, ”Hadi ruh çağıralım!” dedi. Aslı, ”Hayır!” diye bağırdı. Hepsi birden Aslı’ya; saçmalama bir şey olacağı yok diye üstüne gittiler. Ve “Sadece biraz adrenalin olacak o kadar.” Dedi Görkem. Aslı kabul etmemekte ısrarlıydı. Fakat Barış’ın kabul et lütfen diye bakan gözlerine yenik düştü. Sonra Duygu hemen deftere harfleri hazırladı. Elbirliği ile harfleri ayırıp dizdiler.
    Yalnızca bir şey eksikti. Fincan! Zilin çalmasına 1–2 dakika kalmıştı. Berk atıldı hemen; “Zil çalar çalmaz kantinden fincanı ben alırım.”dedi. Hepsi bir ağızdan “Tamam olur!” dediler. Fakat Aslı’nın hiç sesi çıkmıyordu. Çünkü o bir şey söylese de ona karşı çıkacaklarını biliyordu. Bu arada hava iyice kararmıştı. Zil çalmıştı. Berk kantine koşmuştu hemen. Aslı pencerenin önüne gitmişti. Bahçeye bakıyordu. Ve birden gözü mezarlığa takıldı. Birisi ölmüştü ve o mezarın başı kalabalıktı. Mezarlığa dalmış bakarken birden omzunda bir el hissetti. Çok korkmuştu. Eli hissetmesiyle arkasına dönmesi bir olmuştu. Karşısında Barış’ı görünce bir an olsun rahatladı. Barış, “Hadi gel Aslı, Berk fincanı getirdi.” Dedi. Aslı, ” Ben gelmesem…” diye cevapladı Barış’ı. Barış, “ Olmaz, benim için gel korkmana gerek yok, ben varım yanında.” Dedi. Aslı yine kabul etmek zorunda kaldı. Sonra masanın etrafında 7 arkadaş yerlerini aldılar. Görkem, “Eeee hadi kim başlıyor? Kim çağırıyor?” diye atıldı ortaya. Duygu, “ E kızım sen attın fikri ortaya sen başlayacaksın.” Dedi. Görkem, “Tamam o zaman başlıyorum, elleri alıyım.” Dedi. Herkes ellerini birleştirdi. Aslı’nın yüreği çıkacakmış gibi atıyordu. Görkem sesleniyordu. Herkes birbirinin elini sıkıyordu korkudan. Birden bir ses geldi. Hiç kimseden çıt çıkmıyordu.  Aynı ses arka arkaya 2 kez geldi. Görkem elini bıraktı ve fincana koydu. Sonra hepsi birden fincana koydu ellerini. Fakat Aslı koymadı. Görkem ile Ahmet, “Hadi Aslı koysana elini!” dediler. Aslı tereddüt ediyordu. Barış’ta “Hadi Aslı ya!” deyince Aslıda elini koydu. Fincan hızlıca hareket etmeye başlayınca herkes birden bağrışmaya başladı. Aslı korkudan ağlıyordu. Barış, “Korkma ben yanındayım, sana bir şey olmasına izin vermem!” diyerek Aslı’ya sarıldı. Sonra Görkem’e bakarak; “Artık gönder şunu! Çağırmamız büyük bir hataydı.” Dedi.

Gamze, Duygu, Berk, Ahmet ve Görkem bildikleri bütün duaları okumaya başladılar. Görkem korkudan tirtir titriyordu. Çünkü daha öncede denemişti bunu ama gelmemişti. Yağmur sesinin yanı sıra uğultularda geliyordu. Gamze, Duygu, Berk ve Ahmet dua okumaya devam ediyordu. Görkem fincanı masanın üstünden kaldırmadan kırdı. Kırmasıyla uğultuların kesilmesi bir oldu. Hava gittikçe kötüleşiyordu. Güneş yavaş yavaş batmaya başlamıştı. Hava iyice kararıyordu. 7 arkadaş eşyalarını toplayıp eve gitmeye hazırlanıyordular. Bahçeye çıkmışlardı. Yarın görüşmek üzere vedalaştılar ve evlerinin yollarını tuttular. Barış Aslı’yı yalnız bırakmak istemedi. Ama Aslı “ben giderim merak etme, hadi sende evine git.” Dedi.  Barış’ın aklı Aslı’da olmasına rağmen oda evinin yolunu tuttu. Aslı evinin sokağına girdiğinde yine sabahki gibi ıssızdı. Ama bu sefer tek bir fark vardı. Sokak karanlıktı ve apartmanlarda hiçbir evin lambası yanmıyordu. Sadece o uzun sokağın sonunda bir sokak lambası yanıyordu. Aslı hızlıca lambaya doğru yürümeye başladı. Sonra arkasından birisinin yürüdüğünü hissetti. Ayak sesleri geliyordu. Birden durdu. Arkasına baktı. Ama hiç kimse yoktu. Yüreğini tekrar korku sarmıştı. Bu sefer koşar adımlarla yürümeye başladı. Kedi ya da köpektir diye kendini avutmaya çalıştı.

Aynı şeyleri tekrar duydu. Ama bu kez ardına bakmadan koşmaya başladı. Koştukça ayak sesleri de hızlandı. Lambanın orda birisini gördü. Arkasından gelen sesler bu sefer kesilmişti. Arkasındakinin karşıda gördüğü adam olduğunu sanıyordu. Korkudan neredeyse ölecekti. Sonra sol tarafına baktı ve ara sokakta ona doğru koşan birini gördü. Arkasındaki duvara yapıştı. Gözyaşları sicim sicim süzülüyordu yanaklarından. Yukarıdan gelen adam birden yolun ortasından durdu. Aslı gözlerini ara sokağa dikmiş bakıyordu. Ara sokaktan çıkan kişi artık Aslı’ya çok yakındı. Birkaç adım sonra Aslı’nın yanındaydı. Aslı’ya, “Aslı iyi misin?” dedi. Aslı daha çok ağlayama başlamıştı. Çünkü karşısındaki Barış’tı. Her şeyden çok sevdiği insandı. Sonra Barış Aslı’ya sarıldı ve beraber sokağı yürümeye başladılar.

Ama küçük bir ayrıntıyı atladılar. Sokağın başındaki adam büyük bir ateş topuna dönüşüyordu.  Bundan 3 yıl önce esrarengiz bir şekilde ölen kızın katiliydi. İblisti! Bütün binalar kanla kaplandı. Barış ve Aslı neye uğradığını şaşırdılar. Barış karşı koymak istedi ama Aslı bırakmadı. Hiç aldırmadan koşmaya başladılar. Ve artık sokak lambasının yanındaydılar. Aslı hala ağlıyordu. Orada biraz durakladıktan sonra beraber eve gittiler. Ertesi gün o sokakta yaşayan insanlar binalarının duvarlarında kanları gördüler.

O gün anladı Aslı; arkasından gelenin bir ruh olduğunu ve iblisin onu kurtardığını…!

Unutmayın ki; her kötünün içinde bir iyilik vardır. Yeter ki onu sevginizle ortaya çıkartın….!!!!!!



coming soon :D

13
Düşler Limanı / Ayna (tünele girince korkma!)
« : 03 Şubat 2008, 19:26:20 »
Korkmaya ihtiyacı vardı. Yemeğini yemiş, suyunu içmiş ve uyumuştu. Artık filmler yetmiyor, insan yiyen böcekler, dinozorlar, vampirler, uzay yaratıkları ve zombiler heyecanlandırmıyordu onu. Mısırını yerken perdeden pençeler fırlıyor, gazozunu içerken kan fışkırıyordu. Zarar vermeyen korku, ne gÜzel korkuydu.
İşte emniyet içinde koltuğunda oturuyordu. Birazdan film bitecek, sinema, kalabalığı damperli bir kamyon gibi caddeye boşaltaca ktı. Korkmak için para ödüyordu sinemalara. Korkmaya ihtiyacı vardı.

Yeni açılan bir lunaparktan sözetmişlerdi. Korku tüneli müthişmiş. Bayılanlar oluyormuş heyecandan.
Abartıyorlardır, dedi kendi kendine. Seyrettiği filmlerdeki en korkunç sahneler bile kılını kıpırdatmıyordu.
Alışkanlığın elleri boğuyordu heyecanını. Yine de denemeye değerdi. Yemeğini yemiş, suyunu içmiş ve uyumuştu. Korkmaya ihtiyacı vardı.

Lunapark rengarenk ışıklarıyla şehrin ortasında devasa bir gecelambası gibi yanıyordu. Bir balerin kulak
zarlarını titreten müziğin eşliğinde dansediyor, uçuşan eteklerinden çığlıklar yükseliyordu. Donuk gözleri
döndükçe kah bir palyaçoya, kah çocuğunun elinden tutmuş bir babaya, kah bir baloncuya değiyordu.

Aynı müziği dinlemekten, aynı şekilde dansetmekten bıkmış gibiydi. Yüzünde korkunç bir ifade vardı.
Eteğindeki insanları silkelemek havalara fırlatmak geçiyordu içinden. Ama kumanda odasındaki adam
izin vermiyordu ona. Bir düğmeye basınca hızlanıyor, bir düğmeye basınca yavaşlıyordu. Durması
için bir düğme yetiyordu.

‘Bu kez dinlemeyeceğim,’ dedi balerin. ‘Yavaşla’ düğmesine rağmen dönüşünü hızlandırdı. Kumanda
odasındaki adam şaşırmıştı. Balerin gittikçe hızlanıyordu. ‚çığlıklar birbirine karıştı. ‘Yavaşla’ düğmesi çalışmıyordu. Operatör bütün gücüyle basıyordu düğmeye. Balerin deli gibi eteklerini savuruyor, imdat sesleri yükseliyordu.

Korkmaya ihtiyacı olan adam, bu işte bir tuhaflık olduğunu düşündü. Balerinin asit dolu gözleri üzerine
değince yandığını farketti. Kendi etrafında bir tur daha atar atmaz gözünün içine bakmalı ve ‘Hadi ama yeter!’ diye azarlamalıydı onu.

Birden kumanda odasındaki ‘yavaşla’ düğmesi Çalıştı. Balerin yavaşladı ve durdu. İnsanlar korku ve isyan içinde kumanda odasına doğru yürürken, balerinin dudaklarında hınzır bir gülümseme belirdi.

Korkmaya ihtiyacı olan adam, ‘Bu lunaparkta bir gariplik var,’ dedi. Balerin ‘Hadi ama yeter!’ sözüyle
yavaşlamIş olabilir miydi? Tesadüftü elbette. Ya gülümseme... ‘Bu kadar Çok korku filmi izlersen böyle olur,’ dedi kendi kendine.

Korku tüneline doğru giderken atlıkarınca çıktı karşısına. ‚çocuklar atlara binebilmek için sıra bekliyordu.
Siyah, beyaz, kırmızı, mavi, yeşil, mor, rengarenk atlar yükselip alçalarak dönüyorlardı. Kalabalığın arasına karışıp çocukları seyretmeye başladı.

Neşeyle atların kafalarını sallıyorlar, Çayırlarda dağlarda koşturuyorlardı. İnsanı yere atmayan at, ne güzel attı. Çocuklardan sadece biri gülmüyordu. Neredeyse ağlamak üzereydi. Dikkatle baktığında bir tek onun atının başını sallamadığını gördü. Çocuk başın iki yanındaki kulpları itmeye çalışıyor, ama at inatla kafasını sallamıyordu.

Başını sallamayan atı incelemeliydi. Döndüğü için sadece önünden geçtiği anlarda bunu yapabilirdi. Anneler, kendi Çocukları önlerinden geçtikçe el sallıyorlardı. işte onun atı da geliyordu. Çocuk hala başını sallamaya uğraşıyordu. Tam önünden geçerken atın başına eliyle hafifçe vurup ‘Aptal şey’ dedi.

At aniden başını çevirdi. Garip bir ses çıkartarak elini ısırmaya çalıştı. Sonra dişlerini göstererek uzaklaştı. Adam ‘Abarttın’ dedi kendi kendine ‘Abarttın’. O sırada bir palyaço yaklaştı yanına.
Kocaman kırmızı burnu ‘Gondolu gördün mü, gel!’ derken bir aşağı bir yukarı oynuyordu.

Gondol şeklindeki bir salıncaktı bu. Kayığın uçları sırayla gökyüzünü yokluyordu. Her inişte yere bir parça karanlık indiriyor, her yükselişte göğe bir parça çığlık taşıyordu. Palyaço ‘Sen de bin!’ dedi. O, lunaparka sadece korku tüneline girmek için gelmişti. Hesapta ‘gondol’ yoktu. Palyaço ‘Hadi!’ diye ısrar etti. Kıramadı. Gondol boşaldıktan sonra ucunda kaptan heykeli bulunan tarafa yerleşti. Bakalım yanına kimler oturacaktı. Hayret! Hiç kimse gondola binmek istemiyordu. Aşağıda biriken meraklı kalabalık, gondolun hareket etmesini bekliyordu. Tedirginlik içinde ‘Başka yolcu yok mu?’ diye sordu. Palyaço ‘Hayır!’ dedi.

Gondol hareket etmeye başladı, önce ağır ağır, sonra hızlı hızlı sallandı. Daha sonra uçarcasına gidip gelmeye başladı. Bir önceki seferde yolcular beraber çığlık atarak heyecanlarını bölşüyorlardı. Korkuyu bile paylaşmak güzeldi. Oysa şimdi... Palyaço aklından geçenleri anlamış gibi elini havaya kaldırdı.
Bunun Üzerine aşağıda biriken kalabalık ‘Heey!’ diye bağrıştılar. Artık kayığın her düşüşünde el kalkıyor,
aşağıdakiler hep birlikte çığlık atıyordu.

O kadar hızlanmıştı ki bir an yerinden fırlayacağını zannetti. Elleriyle yapışmıştı önündeki demire. Başı dönüyor, midesi bulanıyordu. Palyaço elini artık kaldırmıyor, kalabalıktan çıt çıkmıyordu. Ay ışığı gondolu ve yüzünü yalıyordu. Sarı bir yüzdü bu. aniden sırtında bir şey hissetti. Sırtına dokunuluyordu.
‘Yok canım!’ dedi. ‘Gondolda benden başka kimse yok’. Ancak arkadaki hareket Israrlıydı. Dürtükleme, neredeyse tekmeye dönüşecekti. Arkasına dönmeye cesaret edemiyordu.

‘Hey baksana buraya!’ diye bir fısıltıyla ürperdi kulağı ve vücudu birden buz kesti. Arkaya hala bakamıyordu. ‘Kimsin sen!’ dedi kendi kendine ‘Kaptan!’ dedi arkadaki ses. ‘Gemimde ne işin var?’
Bütün cesaretini toplayarak arkaya döndü. Tahtadan bir kaptan heykeli... Hiçbir hareket yoktu. ‘İnmeliyim!’ diye bağırdı palyaçoya ‘İndir beni!’. Palyaço elini kaldırdı. Seyirciler son kez ‘Heey!’ diye bağrdılar. Gondol durdu. Fena halde dönüyordu başı. Hemen eve gitmeliydi. Vakit geç olmuştu.

Palyaço: ‘Ya korku tüneli,’ dedi. ‘Oraya girmeyecek misin?’ ‘Nereden biliyorsun?’ diye sordu ürpererek. ‘Korku tüneli için geldiğimi nereden biliyorsun!’ Palyaço bu soruyu; ‘Bildiğim bir şey yok. Lunaparka gelen herkes korku tünelini görmek ister.’ diye cevapladI.

RaylarIn Üzerinde yürüyen arabalar, yolcusunu alır almaz hareket ediyor, korku tünelinin kapısına çarpıp içeri dalıyordu.

Sonunda sırası gelmiş, arabası hızla karanlığa karışmıştı. Hiçbir şey görünmüyordu. Yağlanmamış tekerleklerin raylar Üzerinde çıkardığı metalik ses sinir bozucuydu. Çok geçmeden sirenler çalmaya, çığlıklar yankılanmaya başladı.Kendisinden öncekilerin çığlıkları olmalıydı. Demek sürprizler yaklaşıyordu.

Arabası tam bir virajı alıyordu ki aniden yavaşladı. Karşısına, ağzını açıp kapayan ve pençesini sallayan bir ayı Çıktı. Kırmızı ışıkla yüzü aydınlatılmıştı ve garip sesler çıkarıyordu. Klasik korku tüneli numaraları,
diye düşündü. çok geçmeden kervana başka vahşi hayvanlar da katıldı. Peşi sıra mumyalar, başına balta, göğsüne bıçak saplanmış adamlar, cadılar, hortlaklar, cüzzamlılar sökün etti. İskeletler ona el sallarken, gülüyordu. Aman ne korkunç! Niye girmişti ki tünele? aniden boynuna sarkan yılan dışında, hiçbir şeyden ürpermemişti.

Araba hızlanmaya başladı. Artık garip yaratıklar çıkmıyordu karşısına. Demek tünel yolculuğu bitiyordu.
İşte kendinden önceki araba da tünelden Çıkıyordu. İçeriye sızan ışık çıkış kapısını aydınlatıyordu.

Tam kapının önüne gelmişti ki araba aniden durdu. Elektrikler mi kesilmişti acaba? Hayır! Araba geri geri gitmeye başladı. Ne oluyordu? Sistemde bir arıza mı vardı? Ya kendisinden sonra tünele giren arabalarla Çarpışırsa! Belki onlar da geri geri gidiyordur, diye düşünürken, araba daha önce yanından geçtiği bir mağaranın içine dalıverdi. Korkunç bir hızla yokuş aşağı gidiyordu. Siren sesi kesilmişti. Sadece tekerleklerin gıcırtısı duyuluyordu. Zifiri karanlıkta hiçbir şey görünmüyordu.

Gözlerini yumup tünelden Çıkıncaya kadar açmamaya karar verdi. Ancak şiddetli bir gökgürültüsü, bu kararını bozmakta gecikmedi. Şimşekler Çakıyor, mağaranın duvarını yer yer aydınlatıyordu. Aydınlanan yerlere fotoğraflar yapışıyor ve düşüyordu...

Caddenin ortasında kan kaybediyordu adam. Görünürde ambülans yoktu. Bir başka adam tezgahta böbreğini satıyordu. Vitrin camlarına gözler yapışmıştı. Adama bak! Evini yıkmasınlar diye elini doğruyordu. Ya mavi elbiseli kız, neden okula alınmıyordu? Bir dede torunlarını boğuyor, bir Çocuk babasını tokatlıyordu. Beyaz, kanı ne çabuk sarıyordu! İlanlar yapıştırılıyordu duvarlara. Kasap Çengelleri
için kuzu aranıyordu. Kapsama alanı dışındaydı herkes. Bütün tuşlardan aynı ses geliyordu.

Sonunda fotoğraflar düştü, gökgürültüsü kesildi, şimşekler söndü Karanlık hakim oldu mağaraya.
Yine hiçbir şey görünmüyordu. Araba hızla devam ediyordu yoluna. Ya bu ıslaklık? Yağmur mu yağıyordu? Ellerine, başına, yüzüne damlalar düşmeye başladI. Sık sık eliyle yüzünü siliyordu. Araba uçuyor, rüzgarı yüzündeki ıslaklığı soğutuyordu.

Ve Durdu... Evet araba durdu!

Karşısındaki duvarda cılız bir ışık yandı. Aman Allah’Im! Bu nasıl bir adamdı? Elleri, yüzü, her tarafı kan içindeydi. Kolunun biri kopmuş, gözleri oyulmuş, kalbi sökülmüştü. Hayır, bu bir oyun olamazdı.
Kan kokusu duyuyordu. Bu kadar doğal bir maket olamazdı! Olabilir miydi yoksa? Ona dokunmalıydI. Korkudan kalbi yerinden fırlayacaktı. Dokunmalıydı ona. Elini yaklaştırdı. Titriyordu. Loş ışıkta duran adama dokundu. Kanın sıcaklığını neden duymuyordu? Etin yumuşaklığını neden hissetmiyordu?
Soğuk, parlak bir yüzeydi dokunduğu.

Biraz daha dikkatli baktı: AYNA!

14
Düşler Limanı / Gizemli Sokak
« : 28 Ocak 2008, 22:47:18 »
Gizemli Sokak

Yine o günlerden bir gündü. Karanlık sokakta tek başına yürüyordu, etrafına bakmadan… Birden kendisine ulaşan ılık bir rüzgâr hissetti. Başını kaldırıp karşısına baktığında ateşten tarifi olmayan bir varlık ile karşı karşıya idi. Ne ile karşılaştığını anlayamadı birden. Karşısında duran varlığı çözememişti. Karşısında duran varlığa baka kalmıştı. Birden kendisine geldi ve etrafına bakınmaya başladı. Ona yardım edecek hiç kimse yoktu. Sadece etrafında olan şey simsiyah bir boşluktu. Bu boşlukta sadece kendisi ve karşısındaki “İblis” vardı. Evet, anlamıştı artık; karşısında duran iblisti. Dünyada yaptığı bütün kötülüklerin cezasını çekme zamanı gelmişti. Gözyaşları yanaklarında sicim sicim dökülüyordu. Ne olur bana bir şey yapma diyen gözlerle iblise bakıyordu. Fakat nafileydi. Artık zamanı gelmişti.

Bütün yaptığı kötülüklerin hepsini görüyordu. Yanaklarından süzülen yaşlar daha çok çoğalmıştı. İblis: “Artık ağlamanın bir faydası yok!” dedi. Kız birden ağlamasını kesti ve “ Ne yapacaksan yap!” diye bağırdı. İblisin karşısında çaresizce ağlayan kız gitmişti; yerine ona meydan okurcasına bağıran bir kız gelmişti. İblis onun bu halini görünce; ona daha çok acı çektirmek istedi. Ve bunu yaptı da! Bütün kötü anılarını ona göstererek artık daha çok acı çekiyordu. Kız iblisten uzaklaşmaya başladı. Kız bir adım geriye atsa ibliste bir adım ileri geliyordu. Ölmek istemiyordu. Fakat gecenin karanlığı içinde yürüdüğü sokak yoktu. Onun yerine simsiyah uçsuz bucaksız bir boşluk vardı. İblisten başka kimse yoktu. O ve İblis… İblis yaklaştıkça daha fazla acı çekiyordu. Çünkü ölümün soğuk elini göğsünün üstünde hissediyordu. Birden boşlukta şimşekler çakmaya başladı; gök gürültüsü duyuldu. Kız ölüm vaktinin geldiğini anlamıştı artık….

İblis kızı boynundan tuttu ve yukarıya doğru kaldırdı. Kız soğukkanlılığını hala koruyordu. Sessizce ölümünü bekliyordu. Her gece rüyalarında gördüğü ölüm şekliyle mi öleceğim diye düşündü. Ve iblis onun düşüncelerini görebiliyordu. Ona; “ Evet doğru düşünüyorsun, düşlerinde gördüğün gibi, teninin bedeninden ayrıldığı gibi öleceksin.” Dedi. Kız bu sözlerin üzerine havada çırpınmaya başladı. Çünkü nasıl öleceğini, ölürken ne kadar çok acı çekeceğini çok iyi biliyordu. Diğer öldürdüğü insanlarınkinden daha beterdi bu ölüm. Çırpındı, bütün gücüyle çırpındı. Fakat boşuna çırpındığını ve ölümden kaçamayacağını anladı. Kız göğsünün üstünde dayanılamayacak bir acı hissediyordu. İblis ilk önce kızın kıyafetlerini tuttuğu gibi çıkardı. Kız çırılçıplak kalmıştı. Hemen ardından tekrar aynı acıyı duydu. Bu kez teni tamamen iskeletinden ayrılmıştı. Her yer kana bulanmıştı. O simsiyah boşluk artık kan kırmızsıydı.  Artık genç kız ölmüştü. Ve iblisin ateşi yavaş yavaş kayboluyordu. O simsiyah boşluk artık eski haline gelmeye başlıyordu. Yeniden ıssız karanlık bir sokak olmuştu.

Ve İblis; bu sokakta ateşi sönmüş olarak zifiri karanlıkta gözden kaybolmuştu……..!!!!

15
Düşler Limanı / Gitmek Kolay
« : 27 Ocak 2008, 15:50:26 »
Kalmak Geçmişe Mecbur Yaşamaktır

Gitmek.. Güneş vakti toprağa yağmur bırakıp, sabırla hüznü birbirine karıştırıp emanet etmek yüzlere. Gitmek, ağıtlara binmek, “havar”larda saklı sitemi açığa vurmak, hasretleri alevlendirmek...

Kalmak en zoru... Ardına bakmadan çekip gitmek, gözyaşı damlalarına bütün özlemleri sığdırabilmek kadar kolay. Daha düşünceye “gitmek” fikri düşmemişken, “ayrılıkla” bezenmemişken cümleler, bir anda kapı önünde elinde bavullarla buluverirsin kendini. Hiçbir şey düşünmeden, gitmeye şartlanmış, uzayan ayrılığın kederinden solgun, düşersin yollara. Gitmek o kadar kolay... Yollar yaklaştırırken yeni yaşamına, uzaklaşmakta bütün hüzün bulutları. Üstünden atarcasına emanet edilen anlar, zamana hükmeden boşlukları getirir.. Ve bu yüzden kalmak, geçmişe mecbur yaşamaktır.Gitmek bir seçim değil elbette.Yaşamın uzantılarında kesişen hayatları iç içe geçiren bir felsefe. Kelimeleri kayıp kentin, kaybolan öyküsü. İzlenmekten bıkılan filmi izletmekten bıkmayan filmci. Doğrusu kötü bir senaryo, ama hazin, kırıcı...

Kalmak en zoru... Çünkü kalmak, geçmişe mecbur yaşamaktır. Onun kokusu, onun terlikleri, onun ayısı, onun yağmurları... Her hatırlayışta titrer yürek, rüzgara tutulan yaprak misali. Hazırdır gözyaşı yağmaya, yeter ki gök gürlesin... Kalmak da bir seçim değildir.Kesişen hayatların kısalan gölgeleridir kalanlar. Kısaldıkça silikleşen hayatları. Geride kalanlar emanet edilen anlarda sıkışmış birer yer cüceleridir..

Gitmek kolay, gözyaşı damlalarına özlemleri sığdırabilmek kadar. Sancıları doğurmak, yollara düşmenin gereği. Ve yanmaksa kalmanın doğası... Yollar uzar, gitmeler uzar, sancılar uzar... Kalmanın yanmak olduğunu ancak yolların başında anlarsın, ve son gitmeyi göze almaktır, geride bırakılan olmanın verdiği acıda... Her giden, hayatının bir yerinde kalan olmuştur bu yüzden... Ve her kalansa, giden...

Gitmeler, kalmalar, yanmalar... Hepsi bir dengede, hayatı idame ettirebilmenin doğası belki de...

“G.i.t.m.e.k k.o.l.a.y...” diyebilmek kadar zordur aslında gitmek... Bir paradoks, bir yanılgı, bir yanlış değil bu... Kandırış, teselli ediş, unutuş belki de... Gitmek en az kalmak kadar zor.. Gözyaşının toprağa değdiği yerde bulutları bilmek, sabırla hüznü iç içe yaşayan yüzleri hatırlatır.. Ve anları, ve günleri, ve yolları....

“Ne işim var benim burada...?” Mutluluklarını bıraktığın yerde kaldın aslında sen... Ve şimdi tortularıyla avunuyorsun geçmişin...

Sayfa: [1] 2