85
Etrafı, her zamankinden büyük bir dikkatle dinlemeye başladı. Nefes bile alıp vermediği o kısa, mutlak sessizlik diliminde sanki hafif bir hışırtı ya da sürtünme benzeri bir ses duyar gibi oldu. Belki korkularının harekete geçirdiği aşırı aktif hayal gücünün bir ürünüydü. Öyle olsa bile bu, belinden ensesine doğru bir ürperti dalgasının yükselmesini engelleyemedi. İyice dikkat kesilince o kısa, meşum hışırtı benzeri sesi tekrar duydu. Ya da duyduğunu sandı. Ama bu sefer daha emin gibiydi. O; başta hissettiği, belinden ensesine doğru çıkan ani ürperti, voltajı düşüp düşüp artan bir elektik dalgası gibi neredeyse kronik bir hal aldı. Eğer önünde Veyis değil de tehlike kaynağı olabilecek biri ya da bir şey varsa seslenmesi doğru olmazdı. Yerini ve diğer kişinin varlığından haberdar olduğunu karşı tarafa belli etmiş olurdu. Tekrar geri dönüp, tüneli bitirme ihtimalini değerlendirmedi bile. Orası tamamen meçhullerle doluydu. Onun yerine; ağır adımlarla, her an bir saldırıya uğrayacakmış gibi savunma pozisyonunda, tetikte, temkinli şekilde ilerlemekte tekara karar kıldı.
İlk beş-altı metre ve iki dönemecin ardından korkusu da göreceli olarak hafifledi. Gardını indirecek kadar olmasa da en azından biraz daha nefes almasına yetecek kadar. Galiba hayal duymuştu. İnsan zihni izole ortamlarda oyunlar oynardı. Öyle bir şey olmalıydı. Bu tip mağara ve tüneller de bazı hastaları transa sokmak amacıyla kullanılan duyusal yoksunluk kabinlerine benzer etki yaratıyordu belli ki. Yoksunluk kabinlerinde görme ve duyma algılarından izole edilen süjeler, bir süre sonra transa girer ve zihinleri yoksun olduğu duyuların yerini, hayali olanlarıyla doldururdu. Kendisi de şu an buna benzer bir durum yaşıyor olabilirdi bu yalıtımlı dehlizde pekala. Hatta belki şu an farkında olmadan transa girdiği için zihni ona bilinçaltı korkularını simule ediyor bile olabilirdi. Yani belki Veyis ortadan filan kaybolmuş, kendisi de arkadaşını ararken ıssız tünellerde garip sesler duymaya başlamış olmayabilirdi. Tünelde arkadaşıyla beraber önlü arkalı yürürken, duyusal yoksunluk nedeniyle farkına varmadan transa girmiş ve denetimsiz kalan bilinçaltı, ona çeşitli hayaller gösteriyor olabilirdi. Belki şu an Veyis, başında durmuş; telaşla kendisini ayıltmaya çalışıyor bile olabilirdi… Bir an böyle olmasını bütün kalbiyle diledi… Hatta Veyis’in kendisini istemsiz uykusundan uyandırmak için “Murat! Murat! Hadi oğlum, kendine gel!” diyen telaşlı seslenişlerini duymak için dikkat bile kesildi… Hiçbir şey olmadı. Bu düşüncenin gerçek olma olasılığı, dahası daha birkaç saniye önce kendisinin, bu düşüncenin gerçek olması olasılığına dair temennisi bile sanki hiç düşünülmemiş gibi ardında çocuksu bir mahcubiyet duygusu dahi bırakmaksızın siliniverdi. İlerlemeye devam etti. Zaten şu an için yapabileceği tek şey de buydu.
Dönemeçlerin sıklaştığı bir noktaya geldiğinde, bir ara fenerin ışığının her zamankinden daha uzak bir noktaya düştüğünü fark etti. Feneri sağa sola hareket ettirerek, gördüğünün anlık bir göz yanılması olup olmadığında emin olmak istedi. Hayır! Değildi. Dönemeçlerden birinin şimdi kendisinin sağında, ama geliş yolundayken solunda kalan kısmında, çıkıntı yapmış yekpare bir kaya parçasının arkasında, küçük bir niş vardı. Geliş yolunda fark etmesi, bakış açısı nedeniyle zor olmuştu ama aynı yolu ters yönden kat ederken görmek daha kolaydı. Burası bir yol ayrımıydı… Belki de Veyis, onun görmediği bu yol ayrımını görmüş ve oraya sapmıştı. Arkasından ona seslenmiş ama Murat’ın onu duymamış olabileceğini düşünemeyerek, nasıl olsa birazdan arkamdan gelmeye başlar düşüncesiyle ilerlemiş ve bambaşka bir yer altı ağında yolunu kaybetmiş olabilirdi. Mantıklı bir açıklamaydı. O halde şimdi ne yapmalıydı? Güzergahını hiç değiştirmeden yürümeye devam mı etmeli yoksa bu yeni yola saparak arkadaşını orada mı aramalıydı? Daha tünele girerken sistemin karmaşıklaşması durumunda kaybolma riskini göze almamak için geri dönmeyi kararlaştırmamışlar mıydı? O halde bu yeni sapağa girmek işleri daha da karmaşıklaştırmaz mıydı? Sonuçta hiçbir yere sapmadan geldiği yoldan aynen geri gitmenin onu nereye çıkaracağı belli ve kesindi. Öte yandan arkadaşı bu yeni yola sapıp kaybolmuş olabilirdi ve acil yardıma ihtiyacı olabilirdi…
Bütün bu ihtimal ve düşünceler içinde hangisinin daha mantıklı olduğuna dair bocalarken aniden kırılma benzeri bir ses - kemik kırılması gibi sanki- ve ardından boğuk, acı dolu bir çığlık duydu! Tam önünde! Az önce ters yönde ilerlemekte olduğu geliş yolunda! Tam; acaba Veyis, önünde; yakınlarda biryerlerde düştü de ayağını filan mı kırdı diye düşünürken ikinci, hemen ardından üçüncü kırılma sesi ve müteakip haykırışları da duyunca benliğini ani, karşı konulamaz, dizginlenemez bir panik dalgası sardı. Hayır! Kimse düz yolsa arka arkaya düşüp kolunu bacağını üç kez üst üste kıramazdı! Bir şey arkadaşını ya da başka bir kurbanı, karşı konulamaz büyüklükte bir kaba kuvvetle koparıp, parçalarına ayırıyordu sanki! Acı dolu çığlıklardaki çaresizlik ancak böyle açıklanabilirdi! Yaşamsal tehlike!
Böyle bir durumda beyin çözümleme yapmayı bırakıp otomatik olarak çözüm safhasına geçerdi. Murat için de öyle oldu. Neden, nasıl, nerede gibi soruları bırakıp, yapabileceğini bildiğinden bile hızlı şekilde, kaçacağı, sığınacağı en yakın alternatife yöneldi. Geliş yolunda göremediği için pas geçtiği sapağa daldı umursamazca. Kontrolsüz el kol hareketleriyle elinde sallanan fenerin ışığı da sabit değildi. Bir yere, bir tavana, bir arkaya, bir öne tutulup, mekanda; disko topu benzeri bir etki oluşturuyordu. Çok da önemi yoktu gibiydi. O an için tek düşünebildiği; sesin geldiği merkezden olabildiğince hızla uzaklaşmaktı. Gerisine sonra bakardı. Dar tünellerde hızla ilerlerken sıklıkla bir o yana bir bu yana çarpıyor, panikle savruluyor ama bunlar onu yavaşlatmıyordu bile. Duvarlara çarpma ve sürtünmeleri, ellerini, kollarını, omuzlarını çiziyor hatta bazen yaralayıp çürütüyor ama o en ufak bir acı bile duymuyordu. Panik bütün vücudunu ele geçirmişti. Sesin geldiği yönden kaçmakla birlikte, sesten ne kadar uzaklaştığını kestirmesini sağlayacak beceriden de yoksundu. Çünkü o anda duyabildiği tek ses kendi panik nefesi ve kalp atışlarının kulaklarına yaptığı basınçtan kaynaklanan zonklama benzeri bir uğultuydu. O da zaten sadece kafasının içindeydi.
Tünelin içinde panik halinde ilerlerken nereye gittiğine dikkat etmiyor, karşısına çıkan dönemeçlerde başka bir sapak olup olmadığına dikkat bile etmiyordu. Böyle yaparak, geri dönüş yolunu bulmakla ilgili büyük bir risk alıyordu. Ama içinde bir şey aynı yoldan geri dönmesine gerek kalmayacağını umuyordu. Geri dönüş yolunda kaybolup, burada açlıktan ve susuzluktan ölebilirdi. Ama içinde olduğu panik hali nedeniyle karar mekanizmalarını ilkel içgüdüleri ele geçirmişti. Onların birinci önceliğiyse kısa vadede ölmeden veya ölümcül bir yara almadan tehlikeden olabildiğince uzaklaşmaktı. İnsan zaten hayatı boyunca ölümden kaçar. Hayatlarını ölüme ve ölümden sonrasına bir hazırlık olarak, ölüme adadıklarını iddia edenler bile bunu yaparlar. Her ne kadar ölümü bir kavuşma ya da yeni bir başlangıç olarak gördüklerini iddia etseler de aldıkları her nefesle, içtikleri her yudum suyla ve yedikleri her bir lokmayla ölümü uzaklaştırırlar kendilerinden. Yaşamalarına devam etmelerini sağlayacak şeyleri her yaptıklarında ölümlerinden kaçmak için bir adım atmışlardır aslında. Ama bunu bir türlü kabullenmek istemezler. İlkel içgüdülerse daha pratik yaklaşırlar konuya: “Şimdi ölme; sonrasına bakarız!” Şimdi Murat da o moddaydı. Şimdi ölmemeliydi. Gerisini sonra halledebilirdi. Zaten boku yemiş olan zaman algısı şimdi iyice sarpa sarmıştı. Ne kadar zamandır sağa sola çarpa çarpa koşturuyordu, çığlıkları duymasının üzerinden ne kadar süre geçmişti, buraya ilk gelişlerinden itibaren kaç saat geçmişti, yoksa geçenler sadece dakikalar mıydı?.. Ne panik hali biraz olsun hafiflemiş, ne de kontrolsüz nefesi azıcık düzene girmişti.
Nefesinin giderek sıklaşmasının nedeni panik değil de derinlere, aşağılara doğru ilerledikçe havanın azalması olabilirdi. Doğrudan yokuş iniyormuş hissi vermese de tüneller, çok hafif bir meyille ama istikrarlı olarak aşağı doğru akıyordu. Yükseklik seviyesi düştükçe temiz hava seviyesi de düşüyor, bu tünelde de diğerinde olduğu gibi zemin hatta duvarlar bile giderek nemleniyordu. Yakınlarda bir yerlerde bir yer altı su kaynağı olmalıydı ya da araziden geçen küçük bir dere belirli noktalarda yer altına doğru su sızdırıyor olabilirdi. Havaya karışan nem de nefes almayı güçleştiriyordu. İyice nefes nefese kalmıştı artık.