Tolkien Ne Yaptı? – Bölüm 5

tolkien ne yapti

yazı dizisini ilk defa okuyanlar için
DİKKAT!

BU BÖLÜMÜ OKUMADAN ÖNCE


BÖLÜM 1BÖLÜM 2BÖLÜM 3BÖLÜM 4


 

Esen olsun.

Gerekli girişi yaptık, önbilgileri verdik, iddialarımızı sıraladık. Artık, sonucu özetleme, üç farklı boyutu ile, “Tolkien Ne Yaptı?” sorusuna tam ve açık cevaplar verme zamanı geldi.

Öncelikle şahsen Tolkien’in yapıtları, yazıları ve mektuplarından çıkardığım sonucu paylaşacak, ardından, “Tolkien alegori yaptı mı?” ve “Tolkien ırkçı mıdır?” sorularına harmanlanmış bir cevap vereceğim.

Bütün verdiğim bilgilerden hareketle ve Tolkien’in yazmış olduğu her şeyi göz önünde bulundurarak diyebiliriz ki, Tolkien “Legendarium”u yaratmakla üç şey yapmıştır:

Öncelikle Tolkien, “fantastik edebiyat kaçış edebiyatıdır” eleştirisi ile kendisi ve fikri sosyetesini sorgulayanlara, “Kaçışımızdan rahatsız olanlar ancak gardiyanlardır” cümlesiyle gayet ince bir cevap vererek, yaptığı işin şahsi boyutu ve amacını gözler önüne sermiştir: Realiteye sanatkar bir rest çekiş ve belki bir tarih ve mitoloji meftunu, Attila İlhan’ın “O Eski Adamlar” olarak andığı adamlara ve onların yeryüzünde gezdiği çağlara hasret bir adam olarak, hoşlandığı kaynaktan beslenerek, sanal da olsa güzel bir “gerçeklik” yaratmak. Tolkien’in entelektüel ve edebi kimliğinin oluştuğu çağa baktığımızda, bunun pek beklenir olduğunu görürüz, zira sürrealizm de, dadaizm de, diğer “aykırı” kabul edilen akımlar da esasında dönem Avrupa’sının kolektif bilinçaltına hakim olan bu ruhun itkilemesi ile ortaya çıkmıştır. Yani Tolkien, sözgelimi Rene Magritte ile aynı “Zeitgeist”tan beslenip, farklı bir ürün vermiştir; aynı topraktan ve sudan beslenip, biri kırmızı, biri sarı açan çiçekler gibi.

Ancak Tolkien’i diğerlerinden farklı kılan, önceki dört bölümde verdiğimiz bilgilerle ispatlamaya çalıştığımız gibi, bu “realiteyi red” işinde tuttuğu yoldur. Zira o, salt aklı ve bireysel yeteneği/birikimi ile, sözgelimi sürrealistlerin yaptığı gibi bir gerçeküstücülük yoluna gitmemiştir; o aksine, alternatif bir tarih yazmıştır, çevremizdeki her şeyden daha gerçek ve daha etkin olan, ancak gün yüzüne farklı tezahürlerle çıktığı için farkına varamadığımız “mitoloji” kaynağından beslenerek. (Birinci bölüme bakınız.) Dolayısıyla yaptığı iş, dış gerçekliği reddederken, sanal da olsa bir gerçeklik yaratmak ve buna okuyucuyu ve kendisini inandırmak olmuştur: Bilinçaltımıza hakim arketipler ve kolektif irfanımızı şekillendiren masalın biçimbilimsel ögeleri onun yapıtında mevcuttur. Dolayısıyla Tolkien’i her okuyan, kendisini; salt o an ve mekanda değil, insanoğlunun bütün serüveninin akışındaki küçük ve önemsiz, ancak aynı derecede büyük ve önemli yerini görecektir. Esasında, ileride yeniden değineceğim ama, Tolkien’in alegori yaptığının sanılmasının nedeni de budur: Mitolojik arketipler ve biçimler evrenseldir, ve biraz Foucault Sarkacı’na gönderme yaparsak, insanlar her şeyi her şeye benzetebilmekle maruf bir canlı türüdür. Tolkien’in yapıtından İkinci Dünya Savaşı’na dair göndermeler ya da Kayseri Sarız yöresinin aileleri/aşiretleri arasındaki mücadelelere benzerlikler bulabilirsiniz, ayrıca birinci bölümde de değindiğimiz gibi, insan zihni, örüntüler (pattern) ve benzerlikler aramaya meyillidir. Yapıtın başarısının da sırrı buradadır: Eğer böyle geniş bir alanda, her şeye tatbik ve teşbih edebildiğimiz bir yaratı ortaya koydu ise, Tolkien hakikaten, hiçbir zaman doğal mitolojiler gibi dinsel bir nitelik kazanmamış olsa dahi, biçimbilimsel ve belki sibernetik (fonksiyonel) açıdan bir dört başı mamur suni mitoloji yaratmıştır.

Tolkien’in ikinci yaptığı şey, dilbilimci kimliğinin rol oynadığı iştir: Tolkien, kendisinin de kimi zaman açıkça, kimi zaman dolaylı olarak işaret ettiği gibi, bir mükemmel dil arıyordu. Öyle bir dil ki, o dilde söylenen her şey, biz fanilerin kulağına şiir gibi gelmeliydi ve o dilde bir şiir yazıldığında, tartışmasız, tercihler ve beğeniler üstü bir şekilde, mükemmel bir şiir olmalıydı.

Ve Tolkien, bir dilbilimci olarak biliyordu ki, bir dile, o dile has özellikleri veren, dili konuşan toplumun başından geçenlerdir. Dolayısıyla, bütün romanları, şiirleri, efsaneleri ve metin parçacıkları ile “Legendarium”, Elfçe’nin, Quenya ve Sindarin’in tarihidir.

Tolkien başarılı olmuş mudur? Tolkien’in evreni mükemmel, iyi-kötü, güzel-çirkin motifleri, mitolojilerde öyle olduğu için, genelde keskin sınırlarla ayrılmış, gayet her şeyin yerli yerinde olduğu bir evren, bizim dünyamız gibi Heisenberg’in belirsizlik ilkesi ile Determinizm’in yağlı güreş tuttuğu gri bir çorba değil. Bu yüzden, o evrendeki bir işi bu dünyanın gerçekleri ile yorumlayamayız. Ancak bu hadsizliğe ve hataya bile bile sürüklersek kendimizi, en azından şahsım adına diyebilirim ki, Tolkien’in biraz eski İngiliz-İskandinav şiirlerinde gelenek olduğu üzere aliteratif bir tarzda yazdığı “Namarie” şiiri, ya da Elfçe’nin daha “düşük” dili Sindarin’de yazılmış “A Elbereth Gilthoniel” şiiri, anlamı “o dünya”ya ait olduğu ve doğrudan Tolkien tarafından, her ne kadar dilbilimsel kurallara sadık kalınarak verilmişse de, keyfince yüklendiği için bir tarafa bırakılırsa, salt fonetik ve müziksel açıdan, “şairim” diyen bir çok edibin bütün şiirlerinden daha kıymetli ve lezzetli parçalardır. Ki, anlamsal açıdan Tolkien dili kurgularken, kendisinden çok sonra gelen Chomsky’nin “anlam”a dair savları ve görüşlerine paralellik arz eden bir doğallık yakalamıştır, bu yüzden, şiirleri anlamlarıyla da ele alır, bu dünyadan bir şiiri yorumluyormuşçasına yorumlarsak da, az önceki övgümüzü birkaç kat artırarak Tolkien’i övmemiz gerekir.

Tolkien’in yaptığı üçüncü şey, daha önceki bölümlerde açıkladığımız “toplumsal hafızayı aktarmakta bir araç görevi üstlenen masalların örgüleşmesi, katışması ve doğurmasıyla ortaya çıkan mitoloji” özelliği kazanamayan Anglo-Sakson folklorunun, doğal yollardan değilse de, suni yollardan, bir Anglo-Sakson evladı ve uzmanı eliyle, mitoloji karakterine bürünmesidir. Tolkien’in Legendarium’unun mitolojik arkaplanını ele alırken verdiğimiz örneklerde değinmiştik Tolkien’in nerelerden beslendiğine. Bu bakışla Tolkien, mensubu bulunduğu kültür dairesine, Homeros’un Yunan kültürüne, Dede Korkut’un Türk kültürüne, Virgillus’un Aeneis’i yazarak Greko-Romen kültürüne yaptığı katkıyı yapmıştır: Kolektif bilinç ve bilinçdışında mayalanan folkloru, destansal ve mitolojik bir karaktere bürüyerek, daha sağlam bir örgü ile aktarmak. Eğer Tolkien, iki bin yıl öncenin koşulları hâlâ geçerli olsa idi, Anglo-Sakson kültürüne, gelecek binyıllar boyunca etkisini devam ettirecek bir eser kazandırmış olurdu. Her ne kadar “hayal gücü” ve “yaratım” kısmı diğerlerinde olduğu gibi kolektif değil, sadece Tolkien’e aitse de Legendarium’da, beslendiği kaynak Anglo-Sakson kültür dairesi olduğu için, bu tespitimizin haklılık payı yüksektir. Hatta bu, Tolkien’in, karşılaştırdığımız isimlerden üstün olduğunu gösterir: Sadece örgüleştiren ve bir kalıba sokan adam değil, aynı zamanda üretendir de o.

Dolayısıyla, alegori ve “ırkçılık” meselelerine gelirsek, Tolkien’in neden bugün okuduğumuz şekli ile Legendarium’u yaratmış olduğu sorusuna cevap verdik ve bu sebepler arasında “alegori yapmak” ve “ırkçılık” yoktu, zira Tolkien olmadığını söylemiştir. Eserin son haline bakıp, yukarıda değindiğimiz sebepler uyarınca yorumlar çıkarmak elbette ki herkesin hakkıdır ancak, yaratılış süreci ve arkasında yatan niyet, Tolkien’in kendisinin söylemleri doğrultusunda anlaşılmadan yorumlamaya girişmek sadece gülünçtür. Tolkien, maalesef çoğu zaman kendisini okuyanların anladığından çok daha ulvi, şaşaalı ve muhteşem bir amaç güdüyor. Dolayısıyla şaşırmamalı onun böyle anlaşılmasına. Zira Tolkien’in Legendarium’u yaratmasının sebebi tam da bu: Bu çağlarda insanlar, “o eski adamlar”ın dilinden anlamıyorlar. Çapsızlıkları, hikayesizlikleri ve sıradanlıklarının kıskacında, şişirilmiş egolarının esiri, “irfan”dan uzak bir kafayla doğaya, sanata, yaşama bakıyorlar. Tolkien, bu adamlardan uzaklaşmak ve kendisi gibi uzaklaşmak isteyenlere bir “hayır dokundurmak” için eserini ortaya koydu, gerçekten Tolkien’i anlamak için okuyan adamın, bu beş bölümde anlattığımız kafa ile okuması, büyük ustanın ruhunu şad edecek ve maksadının hasıl olmasını sağlayacaktır.

Gelecek bölümde, Tolkien’in ne yaptığını artık anladığımıza göre, Türk fantastik edebiyatı nasıl bir yol izlemelidir, kendimce ona değineceğim. Umarım zaman ve enerjiden kazanmak için yüzeysel ve savruk yapmak zorunda kaldığım bu iş, Tolkien’i anlamak isteyenlere ufak da olsa katkı sağlamıştır.

Bu bölümün Türk mitolojisi alıntısı, Dede Korkut’tan:

“Gelimli gidimli dünya

Son ucu ölümlü dünya”

ÖNERİLİR
BU BÖLÜMÜ OKUDUKTAN SONRA


BÖLÜM 6