Kayıt Ol

İletileri Göster

Bu özellik size üyenin attığı tüm iletileri gösterme olanağı sağlayacaktır . Not sadece size izin verilen bölümlerdeki iletilerini görebilirsiniz


Konular - Nightmare

Sayfa: [1] 2
1
Genel Kültür / Brandon Sanderson'dan dersler
« : 04 Haziran 2016, 23:06:16 »
Arkadaşlar Brandon sanderson'un youtube'da yaratıcı yazarlık dersleri kapsamında paylaşmış olduğu videolar var. Bu videolar yazar adaylarımız için müthiş bir kaynak. Hem öğretmen, hem de usta bir yazar olan Brandon Sanderson'un ders videoları rıhtım ahalisi tarafından çevrilmeye başlandı bile. Çeviri metinleri ve çeviri durumları ile ilgili dosyalar hazırlandı. Konu ile ilgili bağlantılara aşağıdan ulaşabilirsiniz.

Siz de çeviriye katkıda bulunmak istiyorsanız
tıklayın.

Çevirileri okumak için tıklayın.

Ders videolarına ulaşmak için tıklayın.

Emeği geçen arkadaşlara teşekkürler.

2
Kurgu İskelesi / Hayal Dünyası
« : 03 Haziran 2016, 12:04:58 »
                                                                    
              

Wattpad' den okumak için tıkla.

                                                           Hayal Dünyası
                                                 Bölüm 1 - Beklenmedik ziyaret

Hayallerinde yaşayan bir çocuktum. Asosyaldim. İnsanlarla iletişime geçmemek için odamın kapısı her zaman kilitliydi. Yalnızca temel ihtiyaçlarımı karşılamak için açardım kapıyı, sonra da hızla huzura geri döner,  tuvaletim geldiğinde ya da annem kapıma kadar gelip "Yemek saati!" diye haşince seslenene kadar odamda kalırdım. Odamda kaldığım süre boyunca kitap okurdum. İsmini önemsemediğim sayısız çizgi roman okurdum. Bunların hiç birini ben almadığım için isimleri de önemsizdi benim için. Sadece karakterleri önemsiyordum. Evet, onlar olmasa bir hiçtim.

Hayallerimde yaşadığımı söylemiştim. Okuduğum sayısız romandan karakterlerle dolu bir evrenim vardı. Her geçen gün genişleyen bir evrendi bu. Babam her eve geldiğinde bana yeni bir kitap ya da ucuz çizgi romanlardan getirirdi. Ben de bu kaynaklardan karakterleri toplar, kendi dünyama götürürdüm. Genelde Çalıştığı yerdeki arkadaşlarının çocuklarından aldığını söylerdi. "Kitaba iyi davran. Sakın kenarını falan kıvırayım deme, emanet ona göre!"

Hayatımın tek neşesi olan eşyalara kötü davranmamamı her defasında tekrarlardı. Beni salak sanıyordu sanırım. Odasından çıkmayan bir psikopat olabilirdim, asosyal ve saldırgan olabilirdim (küçüklüğümde çok fazla bardak kırmışlığım vardır). Ama asla bir kitaba kötü davranmazdım. Çünkü kitabın içinde yaşayan insanlara, hatta yaratıklara, saygısızlık etmezdim. Eğer kitabında bir cüce varsa ve bu cüceye iyi davranmazsan asla hayal dünyana girmezdi. İnatçı şeylerdi bu cüceler. Dahası kitaplara iyi davranmazsam babam asla yenisini getirmezdi. Bu yüzden her gün uslu uslu oturur, kitabım geldiğinde bir çırpıda bitirir ve hayal dünyama katardım. Bir sonraki hikayeye kadar hayal aleminde dolaşır, farklı karakterleri birbiriyle tanıştırırdım. Bazen kötü yaratıklarla da karşılaştığım olmuyor değildi. Ben bunun için de etkili bir yöntem bulmuştum. Nerede kötücül bir şey bulsam onu uzaya fırlatıyordum. Mesela iki gün önce vampirlere saldıran orgların alemine mancınık koyup hepsini uzaya yollamıştım. Bu vampirler kötücül değildi, sanırım. İşin özeti, hayatım tam anlamıyla kusursuzdu.

Size anlatacağım hikaye on ikinci yaş günümde hayatımın nasıl bir anda değiştiğinin hikayesidir. Orgları uzaya yollamanın rahatlığıyla yaşarken bir anda her şeyimin  nasıl benden alındığının hikayesi.

Evet, doğum günümdü o gün. Normalde doğum günüm olduğundan bile haberim yoktu. O akşam yapılan sürpriz kutlamada haberim olmuştu. 11 temmuz 2008 sabahı erkenden kalkıp kitabıma sarıldım. Sarıldım dediysem mecazi olarak değil. Gerçek anlamda kitabımı geceliğimin içindeki kollarıma aldım ve kafamı yasladım. Çünkü babam dün akşam çok geç gelmişti ve uyuyakalmıştım. Kitabımı sabah kapının altında buldum. Bunun için kendime kızsam da yapabileceğim bir şey yoktu.

Kitabımı hemen açıp okumaya başladım. Zaman kaybetmeye tahammül edemezdim. Bir an önce hayal dünyama giriş yapmalıydım. Sayfalar hızla akıp gidiyordu. Okuduğum kitap bir hikayeler derlemesiydi. Kesinlikle ilham verici olanları olsa da hikayelerin çoğu vasattı. Çok ince bir cilt olduğu için de bitirmem çok kısa sürdü. Kitabı düzgüncü masaya yerleştirdim. Kapının kilidini kontrol ettim. Yatağıma geri döndüm ve gözümü kapadım.

Hayaller kapısı önümdeydi. Başka kimsenin benim dünyama girmemesi için kapı çok sıkı bir şekilde kilitliydi. Odamın ahşap kapısı gibi yarı kırık vaziyette de değildi. Tamamen demirden yapılmış, oymalı ve havalı bir kapı. Kilide baktım. Evet, her zamanki gibi orada duran bir yaratık vardı. Bana bir bilmece soracak, ve bilebilirsem kapıyı açacaktı. Tabii soracağı bilmece de bana ait olduğundan pek adil bir sınav sayılmazdı ama en azından yabancılara karşı bir koruma sağlıyordu. Bu bilmece sever yaratığı bir yerlerde okumuştum ama aklıma gelmiyordu. Çoğu özelliği hafızam yüzünden uzaya fırlatılmış gibiydi. Ben de onu değiştirip dünyama uygun hale getirmiştim.

"Efendi hazretleri, bugün sizler için neler yapabilirim efendim?”
"Hayal kapısını açabilirsin mesela kunduz."
Yaratık kilidin içinde kımıldandı, kilidin içine girebilecek kadar kendini küçültebilme yeteneğini vermiştim ona.
"Geçen sefer bana daha güzel bir şekilde seslenmiştiniz efendim. Lütfen bana iltifat edin ki kapıyı sizin huzurunuza açabileyim."
Bir süre hayvana baktım ve dedim ki:
"Sen nasıl bir hizmetkarsın? Hizmetkarlar iltifat beklemez, iltifat eder. Şimdi bana bildiğin en güzel kelimeleri söyle ki arkamı dönüp gitmeyeyim."
Bir süre bakıştık ve söylediğim şeyin saçmalığını o da fark etmiş olacak ki cevap vermedi. Ben de bu fırsattan yararlanarak yeni bir şey uydurdum.
"Şimdi bana öyle bir şey söyle ki senin yerine başka birini getirmeyeyim. Hatta seni mancınıkla uzaya yollamayayım."
Kızgın gibi görünmeye dikkat ettim ve o da hemen konuştu.

"Siz majesteleri, bugüne kadar dünyaya gelmiş en akıllı çocuksunuz. Bu dünyada bana bir yer vermeniz bile benim için bir şereftir. Siz bu diyarın kralı, benim efendimsiniz. Hatta eğer isterseniz size bilmece bile sormam efendim çünkü buraya sizden başka kimse gelmiyor."
"Hah, kafir(bu kelimeyi yeni öğrenmiştim)! "Hah, kafir(bu kelimeyi yeni öğrenmiştim)! Bu ne cürret! Bu diyarların değersiz olduğunu mu ima ediyorsun?”
"E, e efendim kesinlikle ima ettiğim şey bu değildi. Demek istediğim bu diyara sizden başka kimsenin girmeyi hak etmediğiydi."

Bu şekilde kıvrandırmaya bayılıyordum şu küçük yaratığı.
"Güzel, iyi kıvırdın. Şimdi sor bakalım bilmeceni."

Yaratık bir süre yere baktı. Sonra sırıtarak sarımtırak dişlerinin arasından çıkan diliyle konuşmaya başladı.
"Herkes ona tapar, göklerde yaşar, yağdırır su ve kapar havada kokuşmuş orgu."

Kendi kendime gülmeye başladım. Bu şu ana kadarki en komik bilmeceydi. Tabii ki cevabı da biliyordum çünkü soru benim hayal gücümle ortaya çıkmıştı.
"Güzel bir bilmece gergedan. Hey dur, bu isim sana yakıştı. Gergedan!"
Yaratık yüzünü astı ama ses etmedi.

"Cevap ise tanrı. Beni ve seni yaratan."

Bunları da bir kitaptan okumuştum. Her şeyi yaratan bir adam vardı. Kötülere karşı savaşanlara yardım ediyordu. Ama bu adamın kim olduğunu bilmiyordum. Anne babama sormaya çekindiğimden şimdilik kendi kaynaklarımla yetinmek zorundaydım.
"Çok iyi efendim çok iyi. Her zamanki gibi zekanıza hayran kaldım. Kapı sizin için açılıyor."
Sonra küçük canavar delikten atladı ve toprak zemin üzerine kondu. Keskin ayak tırnakları yeri kavradı ve gittikçe büyümeye başladı.

Kapı hayal dünyasına açılan bir portaldı. Bir anda dönen bir borunun içine girmiştim. Denizci kitaplarındaki deniz girdabına da benziyordu. Ama siyah beyazdı. Okuduğum çizgi romanlardan biri burada da işime yaramıştı.

Kısa sürede hayal dünyama ulaştım. Olabildiğine karışık bir yerdi. Kaybolmamak için her yere tabela asmak zorunda kalmıştım. Çimenden bir arazideydim. Burası sık ağaçlarla kaplı bir araziydi ve bol bol sincap bulunduruyordu. Orman dedikleri bu yere girdim. Kesinlikle eşsiz bir yerdi. Büyüleyici hayvanlarla doluydu. Yerde renkli kertenkeleler ayağıma dolanıyordu. Kuşların ötüşünü duyuyordum. Yeşil şekerlemelerin arasından fırlamış rengarenk şekerlemelere benziyordu burası.

Ben daha derinlere ilerlerken sağ taraftaki yabani çalılıkların arasından kükreyerek bir aslan fırladı. Kadim bir diyardan getirmiştim onu. Ama onun için hala uygun bir yer arıyordum. Okuduğum kitapların çoğunda aslanlara yer verilmiyordu. Bu yüzden onu şimdilik bekletiyordum. Aslan ayağıma sürtündü ve ben de kafasını okşadım. Sonra onu bırakıp ormanın içlerine doğru ilerledim.

İleride ormanın bittiği yerde bir göl vardı. Oraya kadar yürüdüm ve suyun dizlerime kadar gelmesine izin verdim. Su tanelerinin dizime değmek için sıraya girmesini hayal ettim ve köpürmelerini seyrettim. Bu gölü okyanusa benzeten bir kızı okumuştum. Gölünü almama kızmamasını umuyordum.

Sudan çıktım ve gölün etrafında ilerlemeye başladım. Kurbağaların zıpladığı, nilüferlerin suda salındığı yerleri geçtim. Eski bir kayıkçı teknesinin yanından geçerken ona dokunmayı da ihmal etmedim. Ona sevgiyle yaklaşan bir sahibi vardı çünkü.

"Hey, sen!"
Ses hemen ilerideki bir kulübeden gelmişti. Belinde bir kılıçla ayakta duran yaşlı bir adam, kahverenginin en koyu halindeki bir tahtadan yapılmış kulübenin önünde bekliyordu. Huysuz bir moruktu bu ama uzaya yollamaya kıyamamıştım. Bu diyarın en eskilerinden biri olduğu için saygıyı hak ediyordu çünkü.

Yaşlı adama baktım ve el salladım.
"Naber?"
"Hah, gördüğün gibi seni görmemle ekşimem bir oldu. Çürük bir sıçan eti bile senin kadar etkili değil."
"Her zamanki gibi çok kabasın dostum. İsmini unuttuğum için bağışla beni. Bir dahaki sefere isminle ilgili bir şaka ile birlikte geleceğim. Seni biraz da olsa güldürebilir belki."
"Hıh, bilmiş kerata!"

Arkasını döndü ve topallayarak kulübeye doğru yollandı. Bacaklarıyla kısa bir zamanda ilgilenmem gerekiyordu bu ihtiyarın. Yoksa yine sırtımda taşımam gerekirdi.
Biraz daha ilerledim. O kadar büyük bir yerdi ki burası bazen kendim bile şaşırıyordum. Asla sonuna kadar ilerleyememiştim.
Bir kartal uçtu, tavşanlar sıçradı ve köpek havladı.Bir sorun vardı, köpek mi?

Üzerime atılan köpekten son anda sağa doğru yuvarlanarak kaçtım. Bana havlamaya devam ediyor ve tüm salyalarını akıtıyordu. Bu sırada kulübenin önünden ihtiyarın kahkahalarını duyabiliyordum.
"Saldır oğlum! Ye onu!"
Hemen kılıcımı çektim. Suyun altında nefes alabilen bir çocuktan almıştım bunu. Yeleğimin cebinde de arkadaşının hançeri vardı. Sonra bu vahşi şeye karşı onun daha çok etkili olacağını düşünerek kılıcı sağa fırlattım ve hançeri çektim.

Köpek üstüme atladı ve salyalarını akıta akıta beni ısırmaya çalıştı. Kesinlikle izin verilemezdi. Hayvanı güçlü ellerimin arasında tuttum. Kısa bir hareketle başını döndürdüm ve hayvan hareketsizleşti.

Bu alemde istediğim şekilde olabilirdim. Şu an bir savaşçıydım. Aynı zamanda bir avcı.
Hayvanın ayağıma bir çizik attığını fark ettim.
"Hay bin kunduz!"

Bunu aşırı havalı bir şekilde söylemiş olmalıydım ki ihtiyardan alaycı bir yorum gelmemişti. Hayır, alaycı bir yorum gelmemişti çünkü ihtiyar yerinde yoktu. Onunla sonra ilgilenebilirdim. Bacağıma baktım ve iyileşmesi için büyü fısıldadım. Bir an sonra her zamanki kaslı savaşçı ayağıma bakıyordum. Bunu her zaman havalı bulmuşumdur. İstediğim her şeyi büyü yaparak elde edebiliyordum.

Cebimi yokladım, kılıç oraya kendi başına dönmüştü bile. Akıllı şey. Gökyüzüne baktım. Hava kararıyordu. Hemen kaleye gitmem gerekiyordu. Karanlık olduğunda buralar korkutucu canavarlarla dolu olabiliyordu. Bir kısmını uzaya fırlatsam da hala çoğu ortalıkta dolanıyordu.

Uçma büyüsünü fısıldadım. Her zaman bu  büyüyü unuttuğum için yenisini uyduruveriyordum. Biraz sıkıcı olsa da önemi yoktu.

Yüksek yamaçların tepesindeki kaleye baktım. Eşsiz bir manzarası vardı buranın. Keşke gece değil de gündüz gelebilseydim diye hayıflandım.

Uçarak ulu kayalıklara tırmandım. Kalenin giriş kısmına kadar geldim. Beni gören askerler hemen köprü mekanizmasını çalıştırarak bucaksız su birikintisinin üzerini kapattı. Ben de yürüyerek kaleye girdim.
"Majesteleri."

Askerlerin eğilmesine izin verdim. Bu aralar kendimi fazla şımartıyordum ama bir önemi yoktu. Kimse bana karışamazdı burada.

Fenerlerle aydınlatılmış kalenin iç kısımlarına doğru ilerledim. Duvarlarda klasik tablolar asılıydı. Sıkıcı bulsam da her kalede bunlardan olduğunu fark etmiştim. Bu yüzden hala oradalardı. Yerdeki kırmızı halı kale odalarının önünden geçip, merdivenlerde son buluyordu. Odalardan birinde çalışmakta olan bilim insanına selam verip merdivenlere doğru yürüdüm. Bu bilim insanlarına ihtiyacım vardı. Onlar bu alemi nasıl daha iyi bir şekle sokacağım konusunda bana yardımcı oluyordu.

Merdivenler dimdik bir şekilde benim odama, oradan da eşsiz manzaralı balkonuma götürdü beni. Odam her zamanki gibi dağınıktı. Kale muhafızını burada görünce şaşırdım ve durdum.
"Ne işin var burada asker? Önemli bir haber mi var?"
Kale muhafızı genç bir adamdı. Kaslı vücudunu saran bir zırhı, elinde tuttuğu mızrak ve kalkanı vardı. Tam bir muhafız gibiydi. Ayrıca suratındaki yara izleri onun çok büyük savaşlardan kalma hatıralarıydı.

"Majesteleri, ejderhalar sorun çıkarıyor efendim. Onlara verdiğimiz ganimetleri yetersiz buluyor ve cücelere saldırıyorlar. Bugün bize çok fazla cüce şikayette bulunmak için geldi ve bazıları yara bere içindeydi. Onlar aşağıda tedavi odasına alındılar efendim."

Bir süre düşünmeye zaman ayırdım. Burada bol bol zamanım vardı nede olsa.

"Onlarla daha önceden konuşmuştum. Bu diyarlar bana ait ve ben huzur istiyorum. Problem çıkaran ejderhaları son kez uyarın ve onlara eğer ölmek istemiyorlarsa sorun çıkarmayı kesmelerini söyleyin."
"Majesteleri dileğiniz yerine getirilecektir."

Adamın yanından yürüdüm ve balkona çıktım. Manzarayı seyretmeye başladım. Ne manzara ama! İnsanların yaşadığı şehri görüyordum. Orayı ziyaret etmeyeli çok olmuştu. Cüceler vardı. Onların çoğunu göremiyordum çünkü yerin altındalardı. Bazıları ise yerin üzerinde ufak bir kasabada yaşıyordu. Oradan yükselen duman karanlığa rağmen görülebiliyordu. Biraz ileride elfler görülebiliyordu. En güzel şehir onlarındı. Sorun çıkarmayan tek topluluk da onlardı nedense. Sol tarafımda kalan sıralı dağlar vardı. Ulu tepeler deniyordu oraya. Ejderhaların yuvası.

Bu kadarı yeterliydi. Şimdi geri dönmem gerekiyordu çünkü gerçek hayattaki ben, tuvaletim geldiği konusunda beni uyarıyordu. Gerekli büyüyü söyledim ve kapıya geri döndüm. Orada ufak yaratığa selam verdikten sonra odama açılan kapıya geldim ve girdim.

Yatakta gözlerimi kırpıştırdım. Çok uzun zaman geçmiş gibi değildi. Halsizce kalktım ve kapıya gittim. Kapının kilidini açtım ve koridora girdim. Ortalık sessiz gibiydi. Kimseye çaktırmadan odama dönebilirsem bir rekor olacaktı bu benim için. Yaklaşık 5 gündür tuvalete giderken kimseye fark edilmemiştim ve edilmek de istemiyordum. Ama daha iki adım atamadan arkadaki odadan gelen hışırtıyla yerimde mıhlandım.

"Nereye böyle Mert hazretleri? Odanızdan çıkmaya niye zahmet ettiniz acaba? Ben sizi alıp getirebilirdim.”
Aklıma gelen ilk şeyi söyleme huyum vardır. Sadece kimseyle konuşmadığımdan fazla dikkat edilmez.

"Çişim geldi."

Annemin suratındaki sinir damarlarını görebiliyordum. Beni sevmiyor, benim belki de hiç doğmamış olmam gerektiğini düşünüyordu. Ben de ona hiç yardımcı olmuyordum doğrusu. Kitapların çoğunda gördüğüm kötü anneler gibi değildi ama annem. En azından bana vurmuyordu. Henüz.

"Tuvaletini yaptıktan sonra salona geçiyorsun beyefendi. Seni bekleyen biri var içeride."

Kim olabileceği üzerinde kafa yorarken bir yandan da tuvalete doğru koşturdum. Kapıyı kapadım. İşimi hallettikten sonra salona doğru yürüdüm ve kapıdan baktığımda gördüğüm şey hiç mi hiç hoşuma gitmedi.

3
Kadıköy metro kitabevinde gezerken ejderha mızrağı, unutulmuş diyarlar ve ravenloft serisine ait bazı kitaplar 5 tl ye satıldığını gördüm. Kitaplar sıfır ve orjinaldi. Çoğu kitap malesef olmasa da Serilerin içindeki serilerden en az bir kitap gördüm orada. Kitaplar tükenir diye korkmayın çünkü her kitabın altında en az 10 tane aynısından vardı. Bence kaçırmayın.

Ben de aldığım bir kitabı paylaşayım:
Spoiler: Göster


Kitapların listesini çıkarmadım fakat isminden veya kapağından aşina olduklarımı soranlarla paylaşırım. Şu kitap var mı gibisinden sorabilirsiniz.

Bu arada yanlış anlaşılmasın reklam felan değil bu.

4
Kurgu İskelesi / Zaman değişkeni
« : 08 Ağustos 2015, 00:03:06 »
Wattpad:Burdan

                                                                         Zaman değişkeni
                                                                                 Bölüm 1
                                                                                   Kalkış


  

"Kalkış için geri sayım başladı; 60 59 58..."
Sanal astronun insansı sesi eşliğinde mekikteki yerine iyice yerleşti. Kemerinin her bölümünü tekrar tekrar kontrol etti. Suratında oluşan boncuk boncuk terleri elinin kenarıyla sildi. Yaşadığı stresi 37 yıllık ömrü boyunca hiç yaşamamıştı. Mekiğin kalkışı, simülasyonda yaşadığı deneyimle hemen hemen aynıydı aslında. Tek fark bu kez bir simülasyonda değildi ve bu, kalbinin yerinden fırlayacak gibi olmasına neden oluyordu.

Önüne sıralanmış karmaşık kontrol panelleri ve dev ekranda yer alan göstergelere baktı. Her şey olması gerektiği gibi ilerliyordu. Ana motor ve 3 yan motorun ateşleme sistemi düzgün işliyordu. Aşırı ısıya dayanıklı malzemeyle kaplı motor 189 dereceydi ve ısı her saniye yükselmekteydi. Ateşleme olduğunda ise bu ısı doruk noktasına ulaşacaktı.

"Astro ekrana merkezi gönder!"
Sol üstündeki ufak kutudan yanıt hızlı geldi.
"Gönderildi!"

Daire şeklinde dizayn edilmiş merkezde çevreyi bilgisayarın başına gömülmekten fıtık olmak üzere olan teknisyenler, ortada ise başkan, başkan yardımcısı ve ayakta olan bitene anlam vermekte zorlanıyormuş gibi duran güvenlik şefi vardı. Teknisyenler tartışıyor, ekranda gördükleri en ufak şeyi en yakınındakine gösteriyordu. Hepsinin ortasında yaşının verdiği kırışıklıklara rağmen her zaman dinç duran başkan tecrübeli bakışlarındaki şüpheyle birlikte önündeki ekrana bakıyordu.Onun da stres altında olduğu her halinden belliydi. Onun yanındaki yardımcıysa durumdan hiç hoşnut değilmişçesine duruyor, kendini beğenmiş bir tiple ekrana doğru dudak büküyordu.

"Hoşnut olması için bir neden yok tabi." dedi hafif bir gülümsemeyle.

"30 29 28..."
"Astro görüntüyü kaldır."
"Kaldırıldı."

Suratındaki hoşnutlukla sesin geldiği hopörlere baktı.
"Her zaman bu kadar hızlı olmak zorunda mısın Astro?"
Kulaklarının algılamakta zorlandığı bir hızda cevap geldi kutudan:
"Ben hızlı ve zeki olmak için tasarlandım Nova. Ayrıca 20 saniye sonra gerçek hız neymiş göreceksin zaten."
Suratındaki gülümseme yerini sinirli bir hale hemen ardından da dehşet dolu bir ifadeye bıraktı. Koltuğa iyice yapıştı.
İşaret parmağını suçlarcasına kaldırdı. Ardından indirdi.
"Neyle tartışmak üzere olduğuma inanamıyorum. Salak robot! Ya da bilgisayar her neysen! Nesin sen?"
"Ne istersen oyum ben dostum."

Gergin bir bekleyişe döndü. Kontrol ekranına yeniden baktı. Isı 290 dereceyi gösteriyordu.
Arkasına iyice yaslandı ve geri sayımı kalp atışlarının gürültüsü eşliğinde  dinlemeye başladı;
"10 9 8 7 6 5 4 3 2 1 Ateşlendi."

Bir anlık havada asılı kalma hissinin ardından müthiş bir hızla yükselmeye başladı. Sıcaklık buradan bile hissediliyordu sanki. Hız göstergesine baktı. 150 307 578... Hız inanılmazdı.
Sağ tarafındaki camın arkasındaki engeli kaldırmamak için kendini zor tutuyordu. Bunu yapmak demek yılların eğitimini hiçe sayıp bir anda ölmek demekti. Engelin kaldırılmasıyla aşırı ısınan cam saniyeler içinde erir Nova da atmosferi geçtikten kısa süre sonra ölürdü.
"Ufak bir manzara için ölmeye değmez."
Yerine iyice yapışıp yerçekimsiz ortama geçmeyi bekledi. Kalbi hala aşırı kan pompalamaya devam ediyordu.

"Yedek motorlar atılıyor! Atıldı."

Mekik şiddetle sarsılmaya başladı. Yerleştiği koltukta aynı şekilde sağa sola sallanıyordu. Ekrandaki göstergeden hızın 3500 km olduğunu görebiliyordu.
Atmosferden çıktıklarına dair uyarı ekranı geldiğinde vücudu havalanmak istercesine kemerini sıkıştıyordu.

"Sonunda."

Arka taraftaki mıknatıs sistemine bağlı büyük kemerin mıknatıslarını kapatarak yukarı itti. Ardından karnına bağlanmış ince kemeri de aynı şekilde açtı ve serbest kaldı. Hafifce havalanıp ana ekranın yanındaki tutacaklara tutundu.
Her şey olması gerektiği gibiydi. Ekranın arkasındaki camdan istasyon görünüyordu.

"İstasyonla aramızdaki mesafe nedir?"
"19.000 km mesafedeyiz. Tam olarak 1 saat 16 dakika sonra tutunacağız."
Bu sırada ekranda merkez belirdi. Bu kez herkes ekrana değil ona bakıyordu. Sonra herkes bir anda alkışlamaya başladı, yani başkan yardımcısı hariç herkes. Güvenlik şefi bile memnun bir tavırla alkışlıyordu.

Başkan hoşnut bir ifadeyle bakıyordu.
"Hey Nova orda havalar nasıl?"
"Havalar gayet iyi Max. Tek sorunumuz burada hava yok."
Başkan zoraki bir gülümsemeyle eşlik etti Novaya. Hala tedirgin bir hali vardı.
"Her şey çok güzel işledi. Bunun için astroya teşekkür etmelisin. Duyduğuma göre aranız pek iyi değilmiş.
"Gördüğüm en akıllı bilgisayar. Ama fazlasıyla bilmiş."
"Hey! Bunu duydum."

Herkes mutlu gibiydi.
Güvenlik şefi Frank de çok heyecanlıydı. Yıllarca uzaya giden birisini görmek için emekli olmamıştı.
"Nova sonunda gidebildin dostum. Seni havalanırken görmeseydim gözüm açık giderdim!"
"Beni gördüğüne göre emekliye ayrılabilirsin artık Frank. Gereğinden fazla çalıştın."
Frank herkesin şaşkın bakışları altında, çocuksu bir suratla söylememesi gereken bir şeyi söyledi.
"Seni ışık hızındayken görmeden ayrılmam dostum!"

Bölüm sonu
 

5
Düşler Limanı / Son Sigaram
« : 16 Nisan 2015, 19:48:39 »
Boşluk, her yer boşluk...

Karanlıktan bu kadar korkacağımı bilmezdim. Korkuyorum, üşüyorum, çaresizim. Çıkmaz sokak burası. Her yere gidiyorum ama hiçbir yere gitmiyorum. Kimseler yok burada derdime çare olacak. Kimse yok. Son sigaramı yaktım hayata karşı, üç kuruşluk hayatımın son anları bunlar. Olmayan hava içime dolarken sigaramdan nefes alıyorum. Bitsin bu acı kurtulsun bedenim bu kahpe ruhumdan. Anılarım var benim içimi acıtan, yüreğimi burkan. Gülen yüzler görüyorum, kederli suratlar, umutlu bakışlar, kıskanç tenler...

Acı çekmek ne demek anladım burada, gerçek acıyı. Gülüyorum son bir kez hayata, bir saniyeliğine ısınıyor yüreğim son defa...

Hayatımın son anlamıda yitip gidiyor burada. Issız bir çöldeyim şimdi yolunu kaybetmiş bir gezgin. Aşkımı kaybettim, hayatımın son anlamı. Artık anlamsız biriyim. Çöl oyun oynuyor bu acınası vücuduma. Uzatıyorum ellerimi hiçliğe doğru. Biri var orda, orda olmayan. Hayat son darbesini attı bana.

Sigaram bitmek üzere, zavallı vücudum hayata tutunmakta direniyor. Beni zorla süngeri içmeye zorluyor hayatımda.

Bedenim yoruldu, sigaram bitti. Serbest kalıyorum sonunda ve son kez bakıyorum hayata, son kez ve görüyorum boşluğu, sonsuzluğa sürükleneceğim yeri...

6
Kurgu İskelesi / Göktengelenler
« : 08 Mart 2015, 14:14:42 »
                                                               Göktengelenler

                                                                    Bölüm 1



    


 Göğü yaran bir ışıkla birlikte gölde yansıyan görüntü her zamanki dehşet vericiliğini koruyordu. Sargoth’ un laneti bekçilerin üzerine puslu bir dehşetle iniyordu. Işık yavaş yavaş solduğunda Bekçibaşının gür sesi duyuldu.
 
" Bekçiler! Ateş serbest!"

 Ön sıralardan fırlayan alev yağmuru ruhgölünün dehşetengiz görüntüsünü örtmede pek de yardımcı olmuyordu. Göktengelenler tek tek devrilmeye başladığında saldırma sırası da onlardaydı.

" Kromanu makkaross !"

 İnsanların sırrını hala çözemediği bu ilginç dilde bu emir göktengelenlere saldırmalarını emrediyordu. Göktengelenler atağa kalktığında olağanüstü hızlarıyla bekçi sıralarına ulaşmışlardı bile. Korkuyla karışık tiksinme duygusu tüm safları tek tek dolaşıyordu. Son bir ok yağmurunun ardından düşen göktengelenlerin üzerinden atlayan ırkdaşları mızrakların savaşa katılmasıyla bir bir dökülmeye başladı. Ön saflara saldıran yaratıklar keskin ve zehirli tırnaklarıyla bazı bekçileri öldürmeye başlamıştı bile.

" Sence bu saldırılara daha ne kadar dayanabiliriz usta?" diye sormuştu Will Sargoth' un yüksek surlarında.
" Sargoth düşene ve insanlık bitene kadar evlat. Sonsuzluktan gelip sonsuzluğa gider bu varlıklar. İnsan gücü şimdilik bunların çok çok üstünde fakat bu her an değişebilir."

 Son göktengelen de öldüğünde bekçi başı zaferi ilan etmişti. Korkudan dili tutulmak üzere olan mızrakçılar yere yatmış göğüslerinden fırlamak istercesine atan kalplerini sakinleştirmeye çalışıyorlardı.
" Sayımcılar sayımı başlatın! "
Sayımcılar her zamanki gibi göktengelen sayısını 267 olarak ilan etti. Ölen bekçi sayısı ise 18 idi. Bu her zamankinden daha fazla bekçinin ölmüş olduğu anlamına geliyordu.

" Hadi will yatma zamanı. Yarın büyük gün ne de olsa. "

                                                                ***

Sargoth un efsanevi görüntüsüyle birleşen güneş şölen havasına yaraşır bir şekilde parlıyordu. Will her zamanki gibi erkenden kalkmış, kahvaltıyı hazırlıyordu. Bugün şölen günüydü ve askerler hariç herkes bugün tatilin tadını çıkarıyordu. Tabi okçubaşının çırağı olarak onun tatil gibi bir lüksü yoktu. Kahvaltının ardından okçubaşı kıyafetiyle dışarı çıkan John ona talim emri vermişti ve bu yapılması zorunlu bir görevdi. John kurallar konusunda taviz vermeyen bir adamdı.
 Ona özel olarak yapılan Kısa yayıyla talime başlayan Will her zamanki gibi oflayıp pufluyordu. Bugün şölen günüydü ve o hariç bütün çocuklar dışarıda oyun oynuyordu. Şölen tam anlamıyla saat ikide başlayacak ve kral saat üçte bu bölgeye yani dikbayıra gelecekti. İnsanlara bölgelerine göre saat verilmişti böylece herkes kralı kendi bölgelerindeyken görme şansına erişecekti. Aslında kral bu bölgeye gelmemeyi düşünüyordu fakat okçubaşının rütbesi buraya gelmesini mecbur kılıyordu. Okçubaşı saray çevresinde yaşamak varken bu fakir bölgede ne halt ediyordu? John bazen fazla mütevazı oluyordu doğrusu.

Will yeterince atış yaptığına kanaat getirip kendini sokağa attığında çalan çan saatin bir’ e geldiğini söylüyordu bu da ustası gelmeden önce yaklaşık bir saati var demekti. İleride bölge kasabı Deli Martin vardı ve yanından geçerken selam verdi. Ustasının selam vermek konusundaki katı kuralları onu buna zorluyordu. Martin bölgede sevilmeyen bir adamdı ve bazıları onun bozuk et sattığını ileri sürüyordu. Bu pek çok kez olmuştu ve denetlemeye gelen adamlar her zaman suçlamaların asılsız olduğunu söyleyip insanları azarlamışlardı. Tabi Will Martin' in adamların cebini doldurduğundan şüpheleniyordu. Hemen ileride fırın vardı ve fırıncının oğlu Ray elindeki topu fırın duvarına atıp tekrar eline alıyordu.

" Naber Ray? Canın sıkkın gibi? "

" Babam çocuklara katılmama izin vermiyor. Bıktım artık şölen gününde de çalıştırıyor beni! "

Fırıncı da aynı ustası gibi katı kuralları olan bir adamdı ama iyi bir insandı.
" Onunla konuşmamı ister misin? "
" Bunu yapar mısın Will? "
" Tabi neden olmasın ?"

Okçubaşının çırağı olmak bu gibi durumlarda işe yarayabilirdi. Bazen okçubaşının bölgebeyinden bile daha sözü geçen bir adam olduğu söylenirdi ve John gibi bir adamın çırağı olarak o da bu havayı gerektiği zaman kullanmıyor değildi. İçeri girmesiyle çıkması bir olan Will Ray' e müjdeli haberi getirdiğinde Çocuk mutluluktan havalara uçuyordu.

" İzin aldığımıza göre dönen fıçıya gitmeye ne dersin? "
" Yuppii derim! "

Dönen fıçı bu bölgenin belki de tek meşhur yanıydı. Büyükçe bir fıçının içine giren çocuklar fıçıyı döndüren mekanizma sayesinde en az dünden kalma bir hale gelecek kadar dönüyordu. Aletin heyecanıyla zamanın nasıl geçtiğini anlamayan Will çan sesiyle hemen evine koştu ve kapı eşiğinde onu sinirli bir yüz bekliyordu.

" Neredeydin Will? "
"Ray ile birlikte dönen fıçıdaydık. "
"Dönen fıçı mı? Will artık çocuk gibi davranmayı vazgeçsen iyi olur. 15 yaşına geldin ve 2 senedir çırağımsın babanın son sözlerini unutmasan iyi edersin. "

İşte bu Will için yeterdi de artardı bile. Babasının son sözleri... Will in her zaman kendisi gibi okçu birliğinin komutanı olmasını ve okçubaşının yanında eğitim almasını istemişti. John un en yakın arkadaşlarından biri olduğu için de yıllar önce çıkan bir savaş sırasında ölmek üzereyken Johndan Will' e eğitim vermesini istemişti.

" Özür dilerim usta bir daha olmaz. "
" Her neyse üstünü değiştirsen iyi olur. Birazdan kral buraya gelmiş olur.

Kral görkemli kıyafetiyle bölgeye adımını attığında insanlar evlerinin önünde kralı bekliyordu. Kral bu geleneği alçakgönüllülükle sürdüren belki de ilk kişiydi. Diğer krallar gibi kibirli olmayan Saradis halkını hevesle selamlıyordu. Uzun boyu ve kaslı gövdesiyle herkesi büyülüyordu. Beklendiği üzere John ve Will in yanına geldiğinde muhafızlarına durmalarını emretti.

" Okçubaşı! "
" Kralım. "
Birbirlerini selamlarken Sargoth kurallarınca sadece rütbelerini söylüyorlardı.

" Okçubaşının çırağı! "
" Kralım. "
Beceriksizce eğilen Will hayatında ikinci kez kralı görüyordu. İki yıllık çıraklığı hayatını derinden değiştirmişti.  

“Sana her zamanki gibi saray çevresine taşınma teklifiyle geldim John. Bilirsin seni severim. Burada saraydan uzakta yaşıyor olman hepimizi üzüyor. "
" Kralım üzülerek teklifinizi yine reddetmek zorundayım. Ben okçubaşı olarak kendimi sizin yakınlığınıza layık hissetmediğim sürece burada yaşamak zorundayım efendim. Eğer kendimi buna layık hissedersem sizin yanınızda biteceğime şüpheniz olmasın efendim."
" Sen bilirsin John. Sana iyi şölenler dilerim. Bu arada şu katı kurallarından çıkıp artık içmeye başlamanın da vaktidir. Böyle bir fırsat yılda bir kere yakalanır ve kralın olarak bugün sana içmeni emrediyorum. "
" Emriniz kanundur majesteleri. Az da olsa içeceğime emin olabilirsiniz. "
" Güzel. Ya sen nasılsın çırak? Ustan artık yaşlandığına göre her an onun yerine geçmeye hazır olmalısın. "
" Çok iyiyim efendim. Sizi gören gözlerim siz gidince bakmaya değer başka ne bulabilir bilmiyorum. "
" Aferin çırak. Ustandan nezaketi çok iyi öğrenmişsin. Ustanın içip içmediğini seneye geldiğimde öğreneceğim ona göre. “Devam! "

Kral dolaşmaya devam ederken Will ustasının kralın emrini yerine getirip getirmeyeceğini merak ediyordu.

7
Güncel / Siber Saldırı Haritası
« : 19 Şubat 2015, 19:25:09 »
Bir süre önce paylaşılan ve oldukça popüler olan bir konuyu sizlerle paylaşmak istedim. Belki aranızdan bilmeyenler vardır.

Bildiğiniz gibi dünya çapında bir hack savaşı var. Her an her yerden farklı bilgisayarlara hack saldırısı yapılıyor. Bir süre önce internette bu siber saldırıların haritası paylaşıldı. Her saniye kim kimi hackliyor haritada işaretleniyor. Bence çok ilginç siz de bir bakın istedim.

http://map.ipviking.com/?_ga=1.198833903.137107012.1395394742#

8
Güncel / Hukuk fakültesi
« : 24 Ocak 2015, 10:23:44 »
Konunun yeri burası mı bilmiyorum değilse değiştirebilirsiniz.

Arkadaşlar dün bölüm seçimi yaptık ve eşit ağırlık seçtim. Doğru mu yanlış mı emin değilim ama seçtim bir kere. Eşit ağırlıkta okuyabileceğim en kesin yer hukuk fakültesi. Burayı da gerçekten istiyor muyum bilmiyorum fakat çok kararsız olduğum için şu anlık hukuk fakültesini düşünüyorum. Sizden istediğim ise hukuk fakültesinde okuyan veya bitirmiş arkadaşlar varsa bana zorluklarını kolaylıklarını, avantajlarını dezavantajlarını, yapmamız gereken önemli şeyleri yapmamamız gerekenleri kısacası önemli gördüğü şeyleri bana aktarması. Ayrıca avukat olan varsa iş imkanlarıyla ilgili bilgilendirme yaparsa da memnun olurum.

9
Kurgu İskelesi / Özel gücüm
« : 07 Ocak 2015, 18:19:39 »
Arkadaşlar bu yazdığım ilk hikaye lütfen yorumlarınızı eksik etmeyin. Her türlü eleştiriyi yapabilirsiniz.                        

                                                                          Özel Gücüm

                                                                             Bölüm 1

Her şey çok hızlı gelişmişti. Yattığım oda bir anda sisle dolmuştu ve hiçbir şey göremiyordum. Kalın tahtaların üzerinde yürüyen postalların gıcırtısı kulağıma geliyordu. Biri
bana şaka mı yapıyordu?
Kim var orada? Ses yok. Kim var orada? Ve ne olduysa o anda oldu. Arkamdan bir postal sesi daha duydum ve kafamda inanılmaz bir acı hissettim. Bayılmıştım.
Uyandığımda iki adamın sesi buğulu bir şekilde kulağıma çalındı.

"Bak bu yapacağımız hiç hoşuma gitmiyor. "
"Nick ne yapmamızı söylediyse onu yapacağız. Emirlere itaat et!"
"Tamam ama bu bir çocuk. Bizim için nasıl bir tehdit oluşturabilir ki?"
"Bilmiyorum geri zekalı. Tek bildiğim şey senin iyice yumuşadığın. Nick ne dediyse onu
yapacağız. Şimdi sesini kes Ve bana aletleri getir."

Diğer adam hızla dışarı çıktığında benimle kalan adam uyandığımı fark etmişti.
"Bak sen uyandın demek. Bak çocuk. Sana tek bir şans vereceğim. Ya bana bildiklerini anlatırsın ya da o tırnaklarını tek tek sökerim. Şimdi konuş!"

Kalbim yerinden fırlayacak gibiydi. Bu bir şakaya benzemiyordu. Fakat bu adamların benden ne istediğini de bilmiyordum. Ben her yaşıtım gibi okula giden, normal bir yaşantı süren bir çocuktum. Bu tip adamlarla ne işim olurdu benim!

"Konuş ya da gebertirim seni !"
"A abi ne-neden bahsettiğini bilmiyorum. Benim bildiğim, hiçbir şey yok yemin ederim. Hi hiçbir şey bilmiyorum abi."

Diğer adamda elinde bir kutuyla içeri girdi ve kutuyu bana işkence etmeyi planlayan adama
doğru uzattı. Kutudan ilk çıkan kerpetendi. Hayatımda hiç bu kadar korkmamıştım. Kerpeten yavaş yavaş bana doğru gelmeye başladığında adam ağzımdan koparabileceği her türlü kelime için gözünü bana dikmişti.

"Abi lütfen bana zarar verme yalvarırım. Yemin ederim ki ben hiçbir şey bilmiyorum."
Ağlamaktan yüzüm sırılsıklam olmuştu. Adam bunu umursamadı.

"Başparmağını uzat." "Abi ne olur yapma ben hiçbir şey bilmiyorum."
Parmağımı sertçe çekti ve gözümü kapatıp açtığımda tırnağım yerinde yoktu.
Hayatımda hiç bu kadar acı çektiğimi hatırlamıyorum.

"Şimdi konuş yoksa işaret parmağını da alırım!"
Adamın neden bahsettiği hakkında bir fikrim yoktu. Bu adamlar kimdi? Benden ne istiyorlardı? Neredeydim?
Adam bu sefer işaret parmağımı kaptı ve arkadaki adama çekici getirmesini emretti. Anlaşılan
kontrol işkenceci adamdaydı. Arkadaki adam işkenceciye doğru geldi ve:

"Yeter artık Alex çocuk bir şey bilmiyormuş işte. Nick’ e danışalım ondan sonra devam edersin."
Alex denen adam yerden kalktı ve diğer adamın suratına okkalı bir tokat yapıştırdı.
"Ya sesini kesersin ya da seni öldürürüm."
Tam bu sırada Hoparlörden cızırtılı bur ses duyuldu:
"İkinizde sesinizi kesin!"
Adamların bu yeni sesten korktukları her hallerinden belliydi.
Edgar öldür şu korkağı.
İşkenceci adam Silahını kaptığı gibi Alex ’ e doğrulttu. Alex de en az benim kadar korkmuştu anlaşılan.
Odada yankılan korkunç bir silah sesinden sonra yerde Alex ’in Ölü bedeni yatıyordu.
"Şimdi çocuğu serbest bırak ve odama gel."
Bu yeni emir Edgar’ ı şaşırtmış gibiydi fakat sesini çıkaramadı. İçeriden gelen başka biriyle birlikte beni aldılar ardından kafamda o bilindik acıyla birlikte bayıldım.


"Şimdi beni iyi dinle Edgar bu çocukta özel bir şeyler olduğunu düşünmüştüm ama bu acıyla birlikte özelliğinin ortaya çıkması gerekirdi. Sanırım yanlış kişiyi almışız. Fakat emin olmamız lazım. O yüzden bu çocuğun peşinden ayrılma. 7/24 Evini gözetle ve herhangi olağan dışı bir olayda bana haber ver. "
"Emredersiniz efendim. "
                                                                 ***

Size anlattığım hikaye bundan tam 2 ay öncesine aitti ve hafızamdan ben ölene kadar da
çıkmayacak. Size bu hikayeyi anlatmamın nedeni aynı adamların beni tekrar ziyaret edecek
olmalarıydı. Fakat bu kez hazırlıklı olacaktım. Çünkü sürpriz bir ziyaretçim vardı.

Anne babam olay günü tatildeydiler ki onları aradığım anda ilk otobüsle eve geldiler. Beni
sorguya çekmelerinin ardından polise gittik. Tabi bir sonuç elde edemedik. Çünkü beni alıp geri getirdiklerinde gözüm bağlıydı ve baygındım. Aradan 1 buçuk ay geçtiğinde olay kısmen unutulmuştu. Günlük yaşantıma döndüğümde bir gün arkadaşım Frank bize kalmaya geldi.
"Scott yeter artık anlat şu olayı artık. Ben senin arkadaşın değil miyim?"
"Bak bu olay çok farklı. Hem bunu unutmak istiyorum hem de duyulmasından korkuyorum. Lütfen ısrar etme."
"Hadi ama Scott kimseye anlatmam söz veriyorum. Meraktan çatlayacağım. Annen ağzından kaçırmasa bize olaydan bahsetmeyecektin bile.
"Olmaz dedim frank uzatma! "
"Öff be amma gıcıksın. Tamam. Ne yapalım? "

Bilgisayarı açtık ve sabaha kadar bilgisayar oynadık, yedik, içtik, eğlendik ve sonunda uykuya daldık. Gecenin bir yarısı ağzımda bir elle uyandım. Avazım çıktığı kadar bağırmaya çalıştım fakat adamın eli sesimin duyulmasını engelliyordu. Gerçi Frank' in uykusu öyle ağırdı ki onu hiçbir sesin uyandırma ihtimali yoktu.

"Şişt! Sana zarar vermeyeceğim. Lütfen benimle dışarı gel. Seninle konuşmam lazım."
Bu adamda nerden çıkmıştı? Yoksa onlardan biri miydi? Bu düşünceler Beynimi kemiriyordu.
Adamın bana zarar vermeyeceğini umuyordum. Zaten istesem de kurtulmam zordu.
Adamla birlikte dışarı çıktım. Adam evden 10 15 metre uzaklaştıktan sonra bana döndü:

"Şimdi benim diyeceklerimi dikkatle dinle hayatın tehlikede. "
"Nasıl, niçin tehlikede? "
"Bak bunu sana ayaküstü anlatamam, hemen gitmemiz lazım. Geliyorlar."
"Kim geliyor neden bahsediyorsun? "
"Seni buldular mı? Ben gelmeden önce biri seni kaçırmaya kalktı mı ya da tehdit edildin mi?
"Evet bundan yaklaşık 2 ay önce beni kaçırdılar. Tırnaklarımı kopardılar ama sonra beni serbest bıraktılar. "
"Tamam. Şimdi beni iyi dinle. Buradan uzaklaşmamız gerek. Seni kaçıran adamlar senden şüphelenmemiş olsa gerek ki seni bırakmışlar. Fakat bu kez seni keşfedebilirler. Buna izin veremem. Senin özel bir gücün var Scott. Dünyada teksin ve bu adamlar seni bulabilecekler arasında en basit adamlar. Tahmin dahi edemeyeceğin bir gücün var ve bu keşfedilecek olursa seni sonsuza kadar esir edebilirler. Arabam hemen şurada lütfen benimle gel."
Ben ne olduğunun idrakına varmaya çalışırken siyah bir araba bir anda evin önünde durdu. İçinden bana işkence eden adam ve tanımadığım 3 kişi daha indi.
Adam bana döndü ve:
"Koş! "
Adamın bir kere daha söylemesine gerek yoktu. Ayaklarım harekete geçti ve arabaya doğru koşmaya başladım. Arkamda çok büyük bir çatışma başlamıştı. Adamın bahsettiği araçtan 2 kişi indi ve adama yardıma koştular. Yanımdan hızlıca geçtiler ve suratıma bile bakmadılar. Çatışmanın ortasında bir anda ayağımda keskin bir acı hissettim. Ayaklarım yerden kesildi ve yüzüstü yere yuvarlandım. Kurşun seslerinin yankıları arasında evimizin camından bakan anne ve babamı gördüğüm O an hayatımın en acı anısıydı. Çünkü bu annemle babamı son görüşüm olacaktı.

10
Kurgu İskelesi / Guardian
« : 06 Ocak 2015, 12:27:26 »
Alttaki hikaye Ertan Aydın adlı bir arkadaşıma ait.Deftere yazdığı hikayesini birlikte blog adresimize ve buraya aktaracağız.Eleştirinizi eksik etmeyin lütfen.En kısa zamanda bende hikayelerimi paylaşmaya başlayacağım.

Bölüm 1
   Bulutsuz gökyüzünde yükselen ay her zamankinden daha büyük ve daha parlak gözüküyordu. Buna rağmen burayı aydınlatamıyor karanlıkta bırakıyordu. Louis bu kocaman mağaranın derinliklerine doğru korkak adımlarla ilerliyor her an biri çıkacakmışçasına etrafı gözlüyordu. Son birkaç gecedir gittiği yerlere oranla daha bir karanlık duruyordu burası.

   Louis bir an durdu ve arkasına baktı. Çıkış oradaydı işte! Arkasını dönüp birkaç adım atması yetecekti. Tüm bunlara bir son verebilir, evine döner, okulunu bitirir hatta bir işe başlayabilirdi. Birden içini bir çaresizlik hissi kapladı. Dönmek ve bu klasik insan hayatını yaşamak istemiyordu.7 yaşından beri izlediği filmlerdeki, okuduğu kitaplardaki kahramanlar gibi bir maceracı olmak istiyordu.
   Şimdi olduğu yerde duruyordu. Ne ilerliyor, ne de geri dönüyordu. Tahminine göre mağara az ilerde kollara ayrılacaktı. Oraya kadar gidebilir ve az ilerde neler olduğunu görebilirdi. Ya da bir korkak olup geri döner ve eski yaşantısına devam ederdi

   Birden kararını verdi.''Buraya kadar geldim geri dönemem'' diye geçirdi içinden. Yavaş yavaş karanlığa doğru ilerledi. Ayakları titriyor ağırlığını zar zor taşıyorlardı. Kalbi yerinden çıkacak gibi atıyordu. Buna rağmen korkusuyla başa çıkmaya çalışıyordu. Küçükken annesinin ona öğrettiği yöntemi hatırladı.
   ''Eğer bir gün korkarsan gözlerini kapat ve çok daha güzel bir yerde olduğunu hayal et. Kısa bir süre korkun dinecektir.'' demişti annesi. Belki de çok iyi bir yöntem değildi ama denemeye değerdi.
   Louis gözlerini kapadı. Nereye gitmesi gerektiğini düşünürken aklına o daha beş yaşlarındayken ailecek bir haftalığına gittikleri tatil geldi.

   Louis'in ailesi fakir bir aileydi. Çoğu yiyeceği hiç yiyememişlerdi. Neredeyse hiç evden çıkmazlardı. Evleri ise küçücüktü. İki odadan oluşan evin en büyük odası bile iki koltuk ve bir televizyondan fazlasını alamıyordu. Louis'in bir kız kardeşi ve bir de erkek kardeşi vardı. Üç kardeş bir odada kalıyor ve annelerinin yere serdiği ince örtünün üstünde uyuyorlardı.
   Beş yaşından beri öyle bir tatile bir daha gidememişti. Bu nedenle aklına ilk orası gelmişti. Masmavi denizi uzakta görünen tekneleri hayal etti. Louis o gece yüzmeyi öğrenmişti. Babası ve kendisi dışında kimse yüzmeyi bilmiyordu. Bu aklına gelince az da olsa gülümsedi. Çok korkmuyordu artık.
   Yavaş yavaş  gözlerini açtı ama bulmayı beklediği denizden eser yoktu. Tekrar o karanlık ve korkunç dünyada, yapayalnızdı. Fakat bir şeyler farklıydı. Neyin farklı olduğunu düşünürken karanlıkta dikilen adamı fark etti.
   İlk önce bu adamın evsiz bir dilenci olduğunu düşündü fakat dikkatli baktıkça adamın bir dilenciyle alakası olmadığını anladı.1.80 boylarındaki adamın üstünde yırtık kıyafetlerden ziyade Louis'in daha önce hiç görmediği kadar şık kıyafetler duruyordu. Yeşil beyaz kareli spor gömleğini yeşil bir kotla tamamlamıştı. Siyah ayakkabıları yeni boyanmış gibi parlıyordu. Yavaş yavaş kelleşmeye başlamış saçlarını yana taramıştı. Gözleri karanlıkta görülemeyecek kadar siyahtı. Burnu ise geniş ve kısaydı.

   ''Hayır kesinlikle bir dilenci değil'' diye düşündü. İyi ama burada ne işi vardı. Gecenin karanlığında mağarada değil evinde olması gerekirdi.
   Adam ona gülümseyince içini yine bir korku kapladı. Korkmasının nedeni adamın neden burada olduğu değildi. Çünkü artık bunu biliyordu. Adamın sipsivri dişlerinin arasında diğerlerinden biraz daha uzun iki dişi daha vardı. Tırnakları ise aynı dişleri gibi uzun ve sivriydiler. Bu saatte burada bulunmasının tek nedeni karanlıktı.
   Birden adam tırnaklarını göstererek Louis'e doğru yürümeye başladı. Adamın uzun, keskin tırnaklarına karşın Louis'in kendini savunacak hiçbir şeyi yoktu ve eğer düşünceleri doğruysa hayalleri gerçekleşmişti ama birkaç saniye sonra sadece hayalleri değil, tüm hayatı son bulacaktı.

   Louis ölmek üzereydi.''Keşke geri dönebilsem'' diye düşündü. O örtünün üstünde uyumak bile çok uzaktı artık. Bir vampir üzerine geliyordu ve geri dönüş neredeyse imkansızdı.

   Louis gözlerini kapadı ve ölüme hazırladı. Yapabileceği tek şey buydu. Yerdeki bir-iki taşla bir vampiri öldüremeyeceği çok açıktı. Tabi ki arkasına dönüp kaçabilirdi ama vampirleri çok hızlı yaratıklar olduğunun bilincindeydi. Denese, hatta çıkışa ulaşıp yardım istese bile gecenin ortasında, mağaranın dışında insandan çok vampir bulmaktan korkuyordu.
   Birden bir ses duydu. Tanıdık bir sesti bu. Kardeşleriyle sapan onarken birkaç kez taş yanından geömiş ve aynen buna benzer bir ses duymuştu. Fakat bu bir taş değildi. Daha hızlı ve daha büyük olmalıydı. Hemen ardından acı içinde bir çığlık duyuldu.
   İlk başta öldüğünü ve bu sesi kendisinin çıkarttığını düşünmüştü. Ama hayır yaşıyordu.
   O an aklına gelen fikir imkansızdı belki ama olmuştu işte. Bir kez daha hayalleri gerçekleşmişti. Ok sesiydi bu, bildiğimiz okun sesi!

   Yavaş yavaş gözlerini açtığında gördüğü şey ölü bir vampirdi. Üstündeki yeşil kareli gömleği kandan kırmızıya dönmüş ve vampirin tenine yapışmıştı. Tam kalbine saplanan ok bir tek arkasından atılmış olabilirdi. Peki ama oku atan kimdi ?
   Şimdi aklındaki tek şey okun ikinci hedefi olup olmadığıydı. Gecenin bir yarısında mağaranın derinliklerinde bir vampirle birlikteydi. Elbette adam onun bir insan olduğunu değil de bir vampir olduğunu düşünecekti. O kadar uzaktan bu karanlıkta tırnaklarını ve dişlerini görmesi imkansızdı.''Durun!'' diye bağırmak istemesine rağmen sesi görünmez bir el tarafından sıkılmış gibi boğazından geçemiyordu.

   Yavaşça arkasına döndü. Karşısındaki adam karanlıkta çok görünmese de azıcık ay ışığında parlayan kafası kel olduğunu gösteriyordu. İlk atıştan sonra ise hedefini kaçırmayacağı belliydi. Derken adam oku doğrulttu ve bir atış daha yaptı. Yaydan çıkan ok döne döne ilerlerken Louis'in anıları şeritler halinde gözlerinin önünden geçiyor ve ona ölmek üzere olduğunu unutturuyordu.


11
                                  


Kardeşlik Savaşçıları 1 - Dışlanmışlar

Gölgelerin Efendisi serisiyle tanınan John Flanagandan yepyeni bir seri!..

Skandiyada savaşçı olmanın tek bir yolu vardır: Kardeşlik adı verilen takımlara seçilen erkek çocukları, denizcilik, silahlar ve savaş taktiklerinden oluşan üç aylık zorlu bir eğitim sürecinden geçerler. Rakip kardeşlikler önlerine çıkan türlü zorlukları aşıp kozlarını paylaşırlar. Takımlardan yalnızca biri mutlu sona ulaşarak yarışı kazanır.

Bir anda, hiç kimsenin takımında istemediği, kendisi gibi dışlanmış delikanlılardan oluşan bir grubun başına getirilen, annesi Araluenli babası Skandiyalı Hal Mikkelsonu zorlu bir mücadele beklemektedir. Onlar artık Balıkçıl Kardeşliğidir. Sayı ve güç bakımından rakiplerine göre geride kalan Balıkçıl Kardeşliği, yaratıcı, zeki ve gözü pek üyeleri sayesinde herkesi şaşırtarak bu yarışı kazanabilecek midir?

Birçok ülkede sayısız okuyucusu bulunan Gölgelerin Efendisi yazarı John Flanagan, Kardeşlik Savaşçılarında okuyucularını heyecanlı deniz yolculukları, hain korsanlar ve destansı savaşlarla dolu bir maceraya davet ediyor.

12
Liman Kütüphanesi / Piyon - Michael Sikkofield
« : 25 Ekim 2013, 19:26:11 »

Subliminal mesaj,illuminati,masonluk ve benzeri konularda blog yazan Michael sikkofield kitap çıkartıyormuş !

İşte size link:Tıkla derim.

13
Güncel / Sbs
« : 07 Haziran 2013, 10:23:36 »
Evet arkadaşlar benim ve rıhtımdaki bir kaç arkadaşın korkulu rüyası olan sbs (seviye belirleme sınavı) kapıya dayandı.Yarın yapılacak olan sınava girecek arkadaşlara başarılar diliyorum.Rıhtımdaki büyüklerim ! Dualarınızı eksik etmeyin lütfen   ;)

14
Şişedeki Mısralar / Hayal gözlerin
« : 02 Mayıs 2013, 20:46:15 »
                                                  Hayal gözlerin

                                      O hayal gözlerini görünce rüyalarımda
                                      Aşkın sarıyor bedenimi usulca
                                      Bir melek fısıldıyor sanki kulağıma
                                      Açılmalısın rüyalarını büyüleyen o kıza !

                                      O hayal gözlerine bakınca donuyorum sanki
                                      Gözlerimi çevirsem, geçer belki ...
                                      Meğer kendimi avutmakmış aşkından kaçmak
                                      Meğer aşkın işlemiş bir kere bedenime !

                                      Her gün rüya görmek istiyorum artık
                                      O rüya gözlerine bakıp aşkını alevlendirmek
                                      Belki bir kor parçası gibi şu anda ama
                                      Gittikçe işliyor tüm vücuduma

                                      Aşkımı döktüğüm son satırlar bunlar
                                      Çabuk bitiriyorum satırlara döktüğüm aşkımı
                                      Korkuyorum çünkü senin aşkından
                                      Belki beni yaktığın gibi bu defteri de yakar ...


15
Şişedeki Mısralar / Burası Çanakkale
« : 29 Nisan 2013, 14:10:01 »
Burası Çanakkale

Allahu ekberle girdi hücum seline,
Dur dedi düşmana burası Çanakkale.
Haddini bildirdi Fransız'a, İngiliz'e
Dur dedi düşmana burası Çanakkale.

Korku yoktu onda, gurur vardı
Doğuştan gelen bir imanı vardı
Dünyaya bedel gücü vardı
Dur dedi düşmana burası Çanakkale.

Elinde silah cepheden cepheye
Asla dönüp bakmadı geriye
Bakmadı düşmanın büyüklüğüne
Dur dedi düşmana burası Çanakkale.
 
İsmail Yılmaz

Kahramanlıkla ilgili yazmayı çok seviyorum.Eksik yönlerimi ve artı yönlerimi söyleyerek katkıda bulunursanız sevinirim.

Sayfa: [1] 2