2
« : 19 Haziran 2013, 11:45:56 »
Radikal bir kararla fantastik bir hikayeye giriş yaptım.
"Büyü'nün lafı bile edilmediği köyünde,bu güçle doğduğunu nereden bilebilirdi Simon?"
BÖLÜM 1
Annesi’nin adını seslendiğini duyduğunda kendisinden ne isteneceğini anlamıştı Simon.Evin en küçüğü olmanın zorluklarından biri,belki de en zoruydu bu;ayak işlerinin ona yaptırılması.Şimdi de bahçeden,abisinin kesmiş olduğu kütükleri eve taşıması isteniyordu.
“Duydun mu beni Simon?Hava kararmadan bitmiş olsun.”
“Neden hep ben anne?Gerald benden daha büyük o daha kolay taşır.” 3 erkek kardeşten Gerald en büyükleri,Matthew ise ortancalarıydı.Annesinin tizleşen sesi,kaçarı olmadığını söylüyordu.
“Gerald kütükleri keserek üzerine düşeni yaptı.Ev işlerine yardımcı olmak neden bu kadar zoruna gidiyor?”
“O zaman Matthew yapar.Benden 2 yaş büyük olmasına rağmen iki katım kadar.” Simon şansını zorladığını ve sonucun değişmeyeceğini biliyordu ama bazen bile,bile anneniniz ile tartışmayı severdiniz.
“Tek kelime daha edersen babana hesap verirsin küçük adam.” Babasıyla bir tartışma yaşamayı kesinlikle istemiyordu Simon.Bu yüzden sessizce bahçeye çıktı.Babasını severdi aslında ama annesi kadar sabırlı olmadığı için onunla doğrudan bir tartışmaya girmekten kaçınırdı.Etrafı kahverengi çitlerle çevrili bahçeye çıktığında havanın iyice serinlediğini ve bulutların toplanmaya başladığını gördü.Yağmurlu havalar nedense hep kendini tuhaf hissetmesine sebep olurdu.Sanki kötü bir şey olacakmış gibi.
Gerald sırf Simon zorlansın diye bolca kütük kesmiş gibiydi.Zayıf kollarıyla iki parçayı birden taşıyamacağı için tek tek taşımak işini daha da uzattı.Taşıma işinin sonuna yaklaşırken bahçenin dışında birisi ona seslendi.
“Hey çocuk.”
Simon irkilerek arkasını döndü.Çitin arkasında çok uzun boylu,sivri burunlu ve yüzünde meraklı bir ifade olan bir adam duruyordu.Bu onların evinin yakınında oturan tuhaf görünümlü komşularıydı.Simon boş boş baktı.
“Evet sana diyorum.Baban evde mi?”
“Hayır efendim.”
“Ne zamana evde olur?”
“Bir saate kadar gelir sanırım”.
Adam bir şey demeden,bol cüppesinin eteklerini yerde sürüyerek uzaklaştı.Babasını aradığına göre belli ki bir hastalığı vardı.Ne de olsa babası kasabanın hekimiydi ve bu yüzden kasabadaki herkesi tanırdı.Yabancı evleri gezmediği zamanlarda ise kendi kapılarını çalıp muayeneye gelen çok olurdu.
Son kütüğü de içeri taşırken alçak,kalın tahtadan bahçe kapılarının gıcırdadığını duydu ve babasının geldiğini gördü.Yorgun görünen babası yanına yaklaştı.Uzun boyu ve geniş omuzlarıyla babası onun yanında kocaman duruyordu.Onun bu sağlam görünümü Simon’a güven verirdi.Koyu siyah saçları,ince dudakları ve yuvarlak çerçeveli gözlükleriyle babasının karakteristik bir görünümü olduğunu düşünürdü Simon.
“Ne haber küçük adam?Büyüdün de bahçe işleri mi yapar oldun?”
“Bana kalsa yapmazdım ama annem işte.”
Babasının ifadesi ciddileşti.“Söylenme bakalım.Bu evde herkesin sorumlulukları var ve onlardan kaçarsan asla olgunlaşamazsın.”
“Peki baba.” Babası eve yönelirken Simon’ın birden aklına geldi. “Sen gelmeden az önce bizim eve yakın oturan sıska adam seni sordu.”Babası daha fazla iş korkusuyla sıkkın bir ifadeyle sordu.
“Kim?Martin mi?”
“Adını bilmiyorum.Ama çok uzun boylu ve zayıftı.”
“Suratında sanki oraya yerleşmiş gibi şaşkın bir ifade de var mıydı?”.
Simon şaşırdı.“Evet.Nereden bildin?”
Babası gülümseyerek elini Simon’ın omzuna koydu.“Çünkü bize en yakın ev onunki ve aklıma söylediğin kadar uzun boylu olan başka bir adam gelmiyor.Haydi içeri girelim,hava bozmak üzere.”Babasının kendi eliyle kalın gürgen ağacından yaptığı evin kapısını açıp içeri girdiler. İki katlı olan evleri bir çok kişiye göre şirin gözükebilirdi.Ama Simon burada doğup,büyüdüğü için ona değişik gelmiyordu.Topladığı kütükleri şöminenin yanındaki tahta bölmeye dizerken,annesi mutfaktan çıktı.
“Hoşgeldin hayatım.”Duraksadı. “Tim yorgun gözüküyorsun.”
Babası koyu renk şapkasını,kapının yanındaki askılığa asıp,kendini koltuğa attı.
“Yorgunum zaten.Bugün art arda oniki ev gezdim ve üç tanesi umutsuz.”Babası arkasına yaslandı. “Martin uğramış?”
Annesi anlamayan bir ifadeyle bakınca Simon ekledi: “Bahçede konuştuk,annem görmedi.”Annesi sıkkın bir ifadeyle kütükleri şömineye atmaya başladı.Ateşe değen kütükler tiz sesler çıkararak kararmaya başlarken ısıyı hisseden Simon şöminenin önüne yerleşip,bağdaş kurdu.
“O adamdan hoşlanmıyorum Tim.Ne istiyormuş?”
“Bitkinliğine iyi gelecek bir şeydir herhalde.Büyüyle uğraşan tipler başka ne ister?”
Simon daha önce de büyüden bahsedildiğini duymuştu ama evlerinde pek konusu geçmezdi.Kasabaları’nda da büyüden pek hoşlanılmazdı.Özellikle annesi bu konuda çok katıydı.Simon önceleri nedenini sormaya çalışmıştı ama annesi cevap vermemişti.Kadın kütük dizme işini bitirip arkasını döndü.
“Her neyse kapatalım bu konuyu.Yarın o adama gideceksin o halde?”.
Babası yorgun bir ifadeyle; “Bir hekim olarak ayrım yapamam Gina.İnsanların özel hayatında neler yaptıkları beni ilgilendirmez.”Annesi üzerindeki çiçekli mutfak önlüğünü çekiştirip sert bir ifadeyle mutfağa yöneldi.Simon ateşin de etkisiyle üstüne ağırlık çöktüğünü hissetti.Tam gözleri kapanacakken babasının sesiyle irkildi.
“Yarın sen de benimle geliyorsun.”
Simon babasının neyden bahsettiğini anlamadı.“Nereye geliyorum?”
“Muayene edilmesi gerekenlerin evlerine tabi ki.Yardım edeceksin bana.” Simon ilk kez babasının kendisinden böyle bir şey istediğini duyuyordu.Çekingen bir ifadeyle sordu:
“Neden ki? Mathilda senin yardımcın zaten.”
Babası ekşi bir ifadeyle çantasının içinden bir zarf çıkartıp Simon’a uzattı.
“Evleniyormuş.Sana bir şey yaptırabilmek için illa bir açıklama yapmak gerekiyor sanırım.”
Simon koyu sarı renkteki zarfı aldı.İçinden kenarları kıvrılmış,lekeli bir kağıt çıktı.Yazanın bu mektubu yazarken acelesi varmış(ya da öfkeliymiş) gibi yazısı özentisizdi.
Kasaba Hekimi Tim’e;
Yarın Mathilda ile evleniyoruz ve bundan sonra ev ev senin yanında gezecek zamanı olmayacağından,ayrılması gerekiyor.Bu yüzden çalışamayacağını bil istedim.
İyi günler.
Cole
Simon okumayı küçük yaşta öğrendiği için bu çirkin yazıyı bile çabucak okudu ve mektubu babasına geri verdi.Meraklı bir ifadeyle sordu;
“Sanırım bu Mathilda’nın isteği değil.Öyle olsa mektubu kendisi yazardı değil mi?” Babası hafif bir tebessümle eğilerek oğlunun saçlarını karıştırdı.
“Evet.Şimdi o pratik zekanla,bana yarın neden yardım etmen gerektiğini de anlamışsındır.”
Üst kata çıkan merdivenlerinin hemen yanında bulunan mutfaktan annesinin hazırladığı koyun etinin kokusu gelmeye başlamıştı,acıktığını hissetti.Normalde az yemek yediği için sık,sık acıkırdı.Bu yönden ağabeylerinden çok farklıydı.
Simon doktor olan babası,ev hanımı olan annesi ve 2 ağabeyi ile birlikte Mirgo adlı ufak bir kasabada yaşıyordu.Aslında buraya kasaba demek bile fazla olurdu.Dip dibe duran ve 3 katlısından daha yükseği olmayan,toprak patikalarla bölünmüş bu yer daha çok bir kabile yerleşkesini andırıyordu.Kasabada dikkate değer tek şey,babasının birkaç yüzyıllık tarihi olduğunu söylediği kiliseydi ve Gerald’ın söylediğine göre bu kilise şehir merkezindeki ana kilisenin yanında hiçbir şeydi.Babası,doktor olduğu için kasabadaki herkesi tanırdı.Yabancı evleri gezmediği zamanlarda ise kendi kapılarını çalıp muayeneye gelen çok olurdu.
Esmer olan Gerald hepsinden iriydi.Onsekiz yaşında olmasına rağmen babası kadar uzun ve yapılıydı.Genelde ya evde kitap okur ya da kilisede yapılan konuşmaları dinlemek için oraya giderdi.Terzinin yanında çırak olan onbeşindeki Matthew,kumral teni ve orta halli fiziğiyle annelerini andırırdı.Simon ise bambaşka bir meseleydi.Onüç yaşında çıta gibi bir vücuda,açık kahverengi saçlara ve beyaz bir tene sahipti.Ailede kimse onun kadar açık tenli değildi.Babası bu yönden dedesini andırdığını söylerdi.Simon çok sosyal bir çocuk değildi.Bazen bahçede fırıncının oğlu Bob ile top oynar,ama daha çok evde ailesi ile olmayı severdi.
Sofrayı hazırlamış olan annesi üst kata doğru seslendi;“Gerald,Matthew aşağıya. Yemek hazır.”
Simon L şeklinde olan salonda şömineye en yakın sandalyeye yerleşti.Babaları her zamanki gibi masanın başındaydı.Yukardan bir bufalo sürüsü gibi ağabeylerinin gürültüyle indiğini duydu.Matthew,Simon’ın başına dikilerek “Hey orası benim yerim!” dedi.Simon bilgiç bir ifadeyle abisinin inatçı ifadesine bakarak;
“Öyle mi? Peki sandalyenin neresinde yazıyor bu?” dedi.
Babaları gülümseyerek Matthew’a başka bir yere oturmasını söyledi.Simon et kokusuyla karnı guruldarken tabağına patates püresi koymaya başladı.Kendi bahçelerinde yetiştirirlerdi bu patatesleri.Annesinin, bahçelerine karşı özel bir tutkusu vardı.Marul,turp,patates ve daha birçok sebze ekerdi bu bahçeye.
Pişmiş olan koyun eti tenceresi masaya getirilip,servis edilirken,dışarıda hava iyice bozmuştu.Yağan yağmur camlara vuruyor ve ahşap bina’nın boğuk sesler çıkarmasına sebep oluyordu.Annesi,Matthew’un etini koyarken Matthew hemen yemeğe saldırdı.Gerald soğuk bir ifadeyle kardeşine bakıyordu.
“Yemekten önce dua etmen gerekir.Tanrıya borçluyuz bu nimetleri.”
Matthew utanmış bir ifadeyle çatalını bıraktı.Gerald tüm ailede en dindar kişiydi.Kiliseye ait kitapları okur ve bazı konularda çok bağnaz olabilirdi.Babaları bu konuda yorum yapmasa da annelerinin,Gerald’ı takdir ettiğini içten içe bilirdi Simon.
“Gerald haklı Matthew.Önce dua etmelisin.Yoksa sofranın bereketi kaçar.” diyerek annesi bir kez daha haklı çıkardı Simon’ı.Yemekleri bitmek üzereyken yağmur da dinmeye başlamıştı.Tabaklarını,ince uzun tezgahlarının ve sebze sepetlerinin bulunduğu küçük mutfağa götürdükten sonra şöminenin önündeki koyun derilerinin birleştirerek yapıldığı ve içi yine koyun yünü ile dolu koltuğa yerleşti Simon.Gerald yanına güm diye çöküp kardeşinin zıplamasına sebep oldu.
“Yarın benimle kasaba kilisesine gel.Rahip vaaz verecek.Senin de Matthew gibi olmanı istemiyorum.”
Simon abisine karşı çıkacak bahanesi olduğuna şükretti.“Yarın babamla gidiyorum.Mathilda artık yokmuş.Ben yardım edeceğim.”Babasına dönerek ekledi; “İlk Martin’e mi gidiyoruz baba?”
“Bize en yakın ev o.Öyle yaparız.”
Gerald inanmaz bir tavırla babasına döndü.“O şeytan işiyle uğraşan adama mı gideceksiniz yani?” diye hışımla sordu.Matthew şöminenin yanında duran tekli,rengi solmuş koltuğa otururken abisine baktı. “Şeytan işi mi?”
Ağabeyi laf dinlemez bir edayla “O büyü müptelasının evinde garip garip şeyler yaptığını,tek başına yaşadığı halde geceleri birileriyle konuştuğunu tüm kasaba biliyor.”Babaları,büyüyle ilgili Gerald ve anneleri kadar katı değildi ama kendisini açıklama ihtiyacı hissetti.
“Adamın kimseye bir zararı olmadığı sürece bu bizi ilgilendirmez Gerald.Kasaba çıkışındaki ayyaş Cole’un etrafa Martin’den daha çok zararı var.”
Gerald sarsılmış bir ifadeyle ayağa fırladı. “O sapkının yaptıklarını mı savunuyorsun baba? İçki de günah ama yine de dünyevi bir şey.Büyü iblis işi.Asla kabul edilemez.”
Ağabeyinin neden bu kadar öfkelendiğini tahmin edebiliyordu.Okuduğu kitaplar kilisenin ürünüydü ve kilise,büyücülere doğrudan olmasa da kesinlikle karşıydı.Abisi de bunlardan etkileniyordu.Matthew dalga geçmeye başladı.
“Yoksa Martin’in seni kurbağaya çevirmesinden mi korkuyorsun Gerald?”
Gerald iki adımda Matthew’un yakasına yapıştı. “Sözünü geri al.Ben hiçbir iblis işinden korkmam.”
Babaları Gerald’ı kolundan tutarak kenara çekti.“Kendine hakim ol Gerald.Şimdi kardeşinden özür dile!”
“Asla!Ben yanlış bir şey yapmadım.”Gerald homurdanarak yukarı, merdivenlerden çıkıp gözden kayboldu ve odasının kapısının gümleyen sesi geldi.Annesi meşe ağacından sağlam masalarının üstünü silerken hiç sesini çıkartmadı.Gerald’a hak verdiğini biliyordu Simon.Ama babalarıyla karşı karşıya gelmekten annesi de kaçınırdı.
Babası; “Sürekli okuduğu dini kitaplar yüzünden böyle oldu,biliyorsun.”diyerek kadına baktı.
Sabunlu ellerini önlüğüne silerken annesi sakin bir ifadeyle sandalyeye oturdu.“Peki bunun neresi yanlış Tim?Çocuğun söylediklerini yalanlayabilir misin?”
Simon oturduğu yerden merakla izliyordu.Annelerinin ne düşündüklerini az çok bilseler de,ilk kez babalarına karşı bu kadar açık konuşuyordu.
“Konunun büyü ya da kilisenin savundukları ile ilgisi yok.Gerald bir fanatiğe dönüşmeye başlıyor.İnsanları dinlemeye tahammülü bile kalmamış.Bunu göremiyor musun Gina?”
Ağabeyinin dini konulara bağlılığını biliyordu ama evlerinde pek büyüden konuşulmadığı için bu kadar çıldıracağını tahmin etmezdi.
“Tim,bu konuyu daha fazla çocukların önünde tartışmak istemiyorum.Gerald yaşı itibariyle taşkın davranabilir ama bu konuda haklı.”
Simon o gece hemen uyuyamadı. Üst katta şömine olmadığı için Matthew ile paylaştıkları ve içinde bir tahta dolap,dağ resimli bir duvar halısı ve iki yatakları bulunan oda soğuktu ama abisi çoktan derin,derin nefes almaya başlamıştı bile.Artık çiselemeye başlamış olan yağmur,kare şeklindeki camda tuhaf şekiller oluşturuyordu.Yünlü battaniyesini çenesine kadar çekti ve bugün olanları düşünerek sonunda uykuya daldı.
BÖLÜM 2
Ertesi gün babasıyla yola çıktıklarında yağmur durmuştu ama ıslak toprak kokusu her yeri sarmıştı.Babasının malzeme çantasını taşırken Simon,Martin’in evinin yanındaki çıplak dallı ağaca tünemiş,hin bakışlı kuzgunları gördü.Kendisine dik,dik bakan kuzgunlar,onlar ağacın altından geçerken söylenerek havalandılar. Martin,tek katlı olan,sanki koca bir el onu oraya atmış gibi görünen,eğri ve gösterişsiz bir evde otururdu.Gıcırtılı,tahta döşemeli verandayı geçtikten sonra babası kapıyı çalıp beklemeye başladı.Aradan sonsuzmuş gibi geçen bir süreden sonra kapı hafifçe aralandı.Dağınık,kır saçlı ve yeni uyandığı belli olan Martin kafasını eşikten uzattı.
“Ah Tim.Nasılsın?Ufaklık uğradığımı söylemeyi unutmamış demek.”
Babası gülümseyerek oğlunun saçlarını karıştırdı.“Teşekkürler iyiyim.Simon’ın hafızası kuvvetlidir.Bir rahatızlığın mı var yoksa kapından hal hatır sormam için mi aradın beni?
Martin telaşla kapıyı ardına kadar açıp onları içeri buyur etti.Sokak kapısından girip uzun koridordan,salona çıktılar. Simon burayı bir kasırganın vurduğuna yemin edebilirdi.Etrafa dağılmış giysiler,birkaç şişe elma suyu,her yerde göze çarpan kitaplar ve başıboş sayfa tomarları vardı.Farkında olmadan yüksek sesle konuştu;
“Ne kadar karışık bir ev.”
Martin utanmış bir ifadeyle sanki bir etkisi olacakmış gibi etraftaki kağıtları bol,lekeli cüppesinin geniş ceplerine sıkıştırdı.“Ee kusura bakmayın.Lütfen oturun.Geleceğinizi düşünmedim.Tek başına yaşamak kolay değil.” diyerek gülümsedi.“Aç mısınız?Dünden kalan az yahnim var.Yenmeyecek kadar kötü değil.”
Babası eski,ince bacaklı bir sandalyeye otururken sandalye tiz feryatlarla gıcırdadı. “Sağol Martin tokuz.Neyim var demiştin?”
Özellikle dünkü konuşmalarından sonra babası,kendisini burada yanlış bir şey yapıyormuş gibi hisseediyordu.O da babasının çaprazında yerde duran geniş mindere oturdu.
“Ah şey evet.Bünyemi kuvvetlendirmek için yapabileceğin bir şey var mı diye sormak istemiştim.Bu aralar sık,sık soğuk algınlığı yaşıyorum ve öksürüyorum.Bağışıklığım zayıfladı sanırım.”
“Bir muayene edelim.”
Babası ayağa kalkarak Martin’in nabzını yokladı.Başparmaklarıyla gözaltlarını aşağıya çekip aklarına baktı. “Dilini çıkarır mısın?”
Martin ayakta dilini çıkarmış bir şekilde dağınık saçları ve sünmüş cüppesiyle çok komik görünüyordu.Simon gülümsediğini fark etmedi.
“Neye gülüyorsun evlat.Hasta bir adama gülünür mü?”
Simon hemen toparlandı ve utandı. “Özür dilerim efendim,sizi gücendirmek istememiştim.”
“Ama ben seni kandırmak istedim ve kandırım da.” derken Martin gülümsüyordu. “Kızmadım ki.”
Kendisiyle dalga geçildiğini anlayan Simon daha da utandı.Babası Martin’in derisine incelemeye devam ederken ona dönmeden “Simon çantanın sağ bölmesinde kiraz sapı ve ıhlamur olacak.”dedi.Simon büyük kahverengi çantanın içinde kayboldu.Türlü türlü ufak şişeler,küçük notlar ve bitkiler olan bu çantadan sahibi olmadan bir şeyi çıkarmak zordu.Sonunda sağ alt gözde ufak,şeffaf bir torbaya sarılı kiraz çöplerini ve onun yanındaki torbada da kurumuş ıhlamur otlarını bulup,uzattı.Babası Martin ile ilgilenirken canı sıkılan Simon evi dolaşmaya başladı.Etrafa saçılmış kitaplardan biri gözüne takıldı,kapağında şöyle yazıyordu;
Temassız kuvvet
“İnsanın uygulayabildiği her kuvvet fiziksel olmak zorunda değildir.”
Simon bir şey anlamadı.Bir nesneye dokunmadan onu nasıl hareket ettirebilirdiniz ki? Dolaşmaya devam etti.Geniş salon penceresinin altında bulunan yuvarlak sehpanın üzerinde çeşitli boylarda tüpler ve içlerinde renkli sıvılar vardı.Simon mor sıvı dolu şişeye uzandı.
“İçinde ne olduğunu bilmediğin şeylere dokunmamalısın evlat.” Martin babasının omzu üzerinden kendisine dikkatle bakıyordu.Simon telaşla elini çekti.
“Nedir bunlar?”
Martin,babası ona reçete yazarken yanına geldi. “Bilmem.Sen ne düşünüyorsun?”
Simon şişeye yaklaşıp,kokladı.Kokmuyordu. “Bir tür ilaç?” diyerek ona baktı.
“Yaklaştın.” Martin şişeyi alıp elinde çevirmeye başladı.Sıvı yoğun olacaktı ki,şişe sallandığı halde yavaş hareket ediyordu. “Bizim gibi zamanı geçmişler çabuk yorulur ve akşam hemen uykusu gelir.Özellikle bir şeyler okurken.Bu karışım da uykumu açıp biraz daha çalışmama yardımcı oluyor.”
Simon kafasını sallarken aklına başka bir soru geldi. “Ne çalışıyorsunuz ki?” Bu yaştaki bir adamın kitaplardan ne çalışabileceğini tahmin edemiyordu.Yoksa büyü müydü? Martin şişeyi yerine koyup,oturunca çığlık atan sandalyelerden birine yerleşti.
“Bu başka bir günün konusu olsun.”derken esrarengiz bir şekilde gülümsedi.
Babası yanlarına gelip düzgün yazısıyla yazmış olduğu küçük reçeteyi uzattı.“Martin sana verdiğim kiraz çöplerinden ve ıhlamurdan her sabah bir tutam kaynatıp,iç.Öksürdüğüne göre göğsünde doluluk olabilir.Kiraz sapı ödem söktürür.Ihlamur da terlemeni sağlayıp,vücuttaki zararlı maddeleri uzaklaştırır.Onun haricinde fiziksel olarak bir sıkıntın yok.” Babası büyük çantasını topladıktan sonra Martin onları kapıya kadar geçirdi.
“Sağol Tim.Ufaklığı da alıp ne zaman istersen ziyaretime gelebilirsin.Pek misafirim olmuyor.” Mahçup bir şekilde gülümsedi.Evden yeni çıkmışlardı ki toprak yoldan gelen Gerald’ı gördüler.Eve doğru yönelecekken Gerald inanmaz bakışlarla onlara doğru yürümeye başladı.
“Demek bile bile bu habis adamın evine ayak bastınız!”Gerald yumruklarını sıkmış, kıpkırmızı bir yüzle duruyordu.Babaları Simon’ı da alıp,onun yanına gitti. “Bu kadarı yeter Gerald.Terbiyesizliğine bir son vermezsen,yarın kiliseye bile gidemeyeceksin!”
Annesi kendi evlerinin kapısına çıkmış,karşıdan onları izliyordu.Gerald babasının elinden kurtulup yerdeki bir taşı hızla Martin’e fırlattı.Simon hiç düşünmeden yaşlı adamın önüne geçti ve taş uçarak yüzüne doğru gelirken birden havada asılı kaldı.Babası ve Gerald inanmaz ifadelerle ona bakıyorlardı.İşin tuhafı Martin de ona bakıyordu ama şok ifadesi ile değil.Simon kekeledi;
“Ben...”
Gerald böğürmeye başladı. “Gördünüz! Herkes baksın.Bu adam kardeşimi de zehirledi.Artık o da iblisler tarafından kontrol ediliyor.”Bağırış,çağırışları duyan ahali,kapılarının önlerine çıkmaya başladılar.Terzi,fırıncı,rahip herkes tuhaf,tuhaf onlara bakıyordu