Bölüm 1- Geçmişi bilememek -‘Jurimia!’ diye tüm gücüyle bağıran bir adam hatırlıyorum. Tüm tüylerim inanılmaz bir titreyişle diken gibi olmuş ve sonra yerine oturmuştu. Bir kelime nasıl bu kadar yıkıcı olabilir? Sizi o gece ile ilgili aydınlatabileceğimi sanmıyorum, çünkü o gece ile ilgili hatırladığım tek şey, işte o kelimeydi: ‘Jurimia’
Kuşku aramadığımı söylersem, korkunç bir yalan söylemiş olurum. Ne anlama geldiğini bilmediğim bir kelimenin, benim gibi masum bir oğlan üzerinde bıraktığı acımasız etki tabi ki kuşku duymama neden olacaktı. - Üstelik de tüm hayatımı değiştirecekti. - Adamın kahverengi saçlarının uzun ve dalgalı olduğunu hatırlıyorum, erkek bir fahişeye benziyordu. Bakışları cezp ediciydi, öyle ki istediği her kadını elde edebilecek bir gücü varmış gibi görünüyor, 'kötü adam!' olduğunu düşündüren bakışları ile hala aklımdan çıkmıyordu.
Annem olduğunu tahmin ettiğim bir kadının, kenardaki herhangi bir noktadan, jilet keskinliğindeki bir hızla koştuğunu hatırlıyorum. Ve hepsi bu. Bu olaydan öncesi, sırların içinde gömülü bir halde duruyor. Hiçbir şey hatırlamamak bir yana, neden hiçbir şeyi hatırlayamadığımı bir türlü bilememek, kafamdaki soru işaretlerini iki katına çıkarmış bir halde, umutsuz bir vakaydım işte.
Bütün bunlar, her zamanki gibi kafamda dönüp dolaşırken, 16 yaşındaki her gencin yaptığı şeyi yapıyor, boş boş oturuyordum. Geçmişimi bilmememin verdiği acı, İşte tam da o sırada çalan kapıya her hangi bir reaksiyon veremememe yol açtı. Fazla gecikmeden tahta merdivenden gıcırtı sesleri geldi. İnen tabi ki büyükannemdi, gümüşi saçlı, kısa ama tombik ve heyecanlı bir anneanne. Beklediğim şeyi söyledi;
“Aaron? Neden boş boş oturuyorsun da, kapıya bakmıyorsun?”
“Üzgünüm, yine dalmışım büyükanne.”
“Bu günlerde çok dalıyorsun evlat. Bu konuyu senle konuşmamız gerekiyor. Neyin var Aaron? Hasta mısın?”
“Büyükanne! Kapı çalmamış mıydı…! ?”
Büyükannem, cevap bile vermeden kapıya koştu. Evet, belki kapı sıradandı. Ama ne bu ev, nede bu eve ayak basan herhangi birinin normal olduğunu sanmıyorum... Özellikle de kapıyı çalan büyük teyzem Fin.
“Hoş geldin Fin, bende tam kahve hazırlıyordum.”dedi Büyükannem. Büyükannemin içten gelen iyiliği, her zaman içimi bunaltırdı.
“Bunu duyduğuma sevindim Rose. Tren yolculuğu uykumu getirmişti..”
Büyükannem kahveleri hazırlayana kadar, o lanet oturma odasında, büyük teyze Fin’e otuz iki soru cevaplamak mecburiyetinde kaldım. Büyükannem elinde iki kahve fincanı ile geldiğinde bile, hala bir önceki soruya cevap arama çabasındaydım ve büyükannemin sonunda gelmesine minnet duyuyordum. Bakışları her zamanki gibi sevgi doluydu. Fin teyze gibi değildi. Fin teyze saçlarını her zaman kızıl bir renge boyamasına rağmen 80 yaşında gösteriyordu, ama ruhen yaşı 16 idi.. Açıkgöz bir kişiliği olduğunu söyleyebilirim. İkna etme kabiliyeti de oldukça yüksekti. Hep gülümserdi, ama ben bunun sahte bir gülümseme olduğuna inanırdım.
“Aaron’a kahve yapmadınmı?” diye sordu büyük teyzem, her zaman ağzından düşmeyen sigarasını yakarken.
“Fin, onun henüz 16 yaşında olduğunu unutma!”
“evet, bu yüzden içmeli. İki sene sonra tam bir erkek olacak..”
“iki sene sonra ilgilenmemiz gereken başka problemler çıkacak!”
“O problemleri 2 sene sonra düşünürüz, Rose”
…
Tam bir moron gibi, bu iki ihtiyarın rutin olarak yaptıkları kavgayı dinlerken, bir yandan da aklıma bir kelime geliverdi. Aslında aklımdan hiç çıkmamıştı. Bunun sebebi, geçmişimle ilgili hatırladığım tek şeyin o kelime olmasıydı. Bu kez o kelimeyi sesli düşünmüş, kendime konuşurmuş gibi sakin ve boynu bükük bir şekilde ‘Jurimia’ demiştim.
Önce büyükannem konuşmasını ortada kesti, sonra büyük teyzem bakışlarını büyükannemden bana çevirdi.. O an, büyük bir pot kırdığımı fark ettim, ama iş işten geçmişti…
“Ne?” dedi büyükannem sanki duymamış gibi.
“lanet olsun!” diye söven ise büyük teyzem oldu. “hatırladı!”
Not: Daha önceki aynı isimli hikayemin editlenmiş yeni halidir. İmla hataları düzeltilmiş, hikaye son şeklini almıştır.