Kayıt Ol

İletileri Göster

Bu özellik size üyenin attığı tüm iletileri gösterme olanağı sağlayacaktır . Not sadece size izin verilen bölümlerdeki iletilerini görebilirsiniz


Mesajlar - Rang Baru

Sayfa: 1 [2] 3 4 ... 12
16
Götoşun orijinal kitapta karşılığı ne?

17
Kötü Çocuk izleyen var mı? Çok merak ediyorum nasıl

18
Arzu olması için isminin Last Desire olması gerekirdi. Buradaki Wish'in Dilek olarak çevrilmesi öykünün içeriği açısından da çok önemli. Çünkü Geralt'ın Yennefer'la tanışmasını konu alan öykü bu ve içinde bir lamba cini ve üç dilek hakkıyla ilgili şeyler var. Yani Son Dilek doğru. Peşin hüküm vermemekte fayda var.

Ben ipe gidenin son arzusu.. gibi düşündüm, o zaman dediğiniz doğru. Ama zaten fiyat ve kapak konusunda peşin hükümlüyüm. Her halükarda alıcaz, ben de merak ediyorum kitabı, ama sırf bunun için 35 tl yapmak biraz ağır olmuş. Rüzgarın adının fiyatı o kadar, 700 sflık kitap...
Kapak konusunda da OZ'la aynı fikirdeyim, bu kadar oyun kapağı olmamalıydı.
Her neyse, umarız çeviri güzeldir de, seriyi ve witcher evrenini sevenlerin hevesi kursağında kalmaz.

19
Umarım çeviride ciddi sıkıntılar olmaz. Mesela ben ismin Son Dilek değil de Son Arzu olmasını yeğlerdim. Dilek işi biraz daha romantikleştirmiş gibi geldi.

20
Diğer Fantastik Eserler / Ynt: Kan Yemini - Brian McClellan
« : 25 Ocak 2017, 21:33:27 »
Yafeshanin dediklerinden yola cikarak barut buyusu sanirim allomancyyi cagristiran bir durum. Bunun yaninda unutmayan adam ucuncu goz vs de eter buyusunun ozellikleri olsa gerek. Bende de var bir unutmayan, mnemonist diye cagriyorum kendisini. Sanirim okusam iyi olacak. Ilgi cekici.

21
Tartışma Platformu / Ynt: Ses Tonlarındaki Sihir
« : 22 Ocak 2017, 01:11:01 »
Genelde yazdığım karakterleri gerçek hayatta tanıdığım kişilerden aldığımdan kolaylıkla seslendirme yapabiliyorum kafamda. Eğer sıfırdan yarattığım bir karakterse, diyalogları zaman zaman da fazla sesli olmadan okuyarak destekliyorum. Özellikle aksan, karakterlere kimlik kazandırmada önemli benim için. Ama ortada bir olay aksiyon varsa, atıyorum dövüş sahnesi, o zaman kafada bir nevi sinema oynatıyorum. "Kılıçlar birbirine çarpıştı ve son derece çetin bir mücadele geçti..." şeklinde aksiyon sahnelerini hiç sevmem. Bana göre edilgen değil aktif olmalı böyle sahneler. Tabi sorun ise "kılıcı sol eliyle sertçe döndürerek dizinin arkasına bir çizik attı..." derken, okurların da yazarın o sahne için kafasında oluşan görselleri yakalayabilmesi. Yani sadece kafada görseli veya sesleri oluşturmak yetmiyor, bunları iyi bir şekilde yazıya aktarmak gerekli.

22
Tartışma Platformu / Ynt: Fantezide Bilimin Yeri?
« : 22 Ocak 2017, 00:38:24 »
Aklıma bir şey daha geldi. Örneği var mıdır yok mudur bilemedim. Yine de yazayım dedim:

Simyacılık temelli bir büyü sistemi olabilir mi acaba? Belli kimyasalları kolayca taşımayı sağlayan bir cihaz olsun. Gelektiği anda karışımlar yapıp, eldeki püskürtme mekanizmasından karışım boşaltılabiliyor olsun. Mesela kapıyı kırmak için dondurmak mı gerekiyor? Dondurucu sıvı için gerekli kimyasalların borular aracılığıyla bir bölmede birleşmesi sağlanır, sonra eldeki püskürtme mekanizmasıyla hedefin üstüne boşaltılır.

Teoride fena durmuyor gibi :hmm

Rüzgarın Adı kitabındaki büyü sistemi aslında simya temelli. Sempati dediğimiz şey simyadan evrilen bir sistem bildiğim kararıyla. Mesela oyuncak bebeklere iğne batırma falan gibi klasik cadılıkta da kullanıldığını görebiliriz. İki nesne arasında bir bağ kurup, enerjiyi manipule ediyorsun, yani bebeğe iğne batırdın mı, link kurulan kişi de sanki bıçak batırılmış gibi etkileniyor, arada da belirli bir miktar enerji kaybı  vs. olabiliyor. Yani bir entropi payı var diye düşünebiliriz. Sempatiyi biraz daha detaylandırıp, biraz ayar çekip dediğin gibi simyacılık temelli güzel bir büyü sistemi yapılabilir. Ama el püskürtme cihazı biraz daha teknolojik/kimyasal silah gibi duruyor. Tam olarak büyü sistemiyle bağdaştıramayız bence.

23
Arkadaşlar kitabı birçok yerde görüyorum. İthaki'nin son yayınlanan fantastik kitaplarından. Açıkçası ateşli silahlar ve Yeni çağ sonları, Yakın çağ paralelindeki tarihi kitaplar, kurgular da çok ilgimi çekmez. Ama ön okumasını beğendim. Dışarıdan bakılınca başarılı bir iş gibi duruyor. Ne kadar Epik bilemiyorum ama içinde Askeri, Siyasi, Büyü öğelerini içeren bir fantastik seri olduğunu söyleyebilirim. Okuyanlar varsa yorumlarını yazabilirler mi? Böylelikle alıp almamakta tereddüt eden benim gibilerine de yardımcı olmuş olursunuz.

24
Tartışma Platformu / Ynt: Aşk ve Yaşam
« : 21 Ocak 2017, 17:31:27 »
Aşk kalbimi yakan bir volkan gibidir
En sevdiğim tatlı kazandibidir

25
Arkadaşlar, ingilizce bilgim iyidir ama çeviri bambaşka birşey. Bu nedenle anlam kargaşası olmuş olan yerler olabilir. Ama zor bir dille yazılmış. Zaten kitabın kendisi de zor. Ama elimden geldiğince merak edenler için önsözü çevirdim. Bazı kelimeleri özellikle ingilizce yazdım. Bazılarında da türkçe birkaç karşılığı aktardım, daha iyi anlamanız için.
 İşte Malazan İlk kitabı Gardens of the Moon yazarın önsözü. Kitap türkçeye çevirilirse mutlaka okuyacağım ama -yazarın yaklaşımını ve kitabın içeriğini çekici bulsam da- ingilizce pek niyetim yok. Zaten bu bile zorladı, o kadar zamanım yok :)



Bir şeye ambition(arzu,hırs,tutku...) olmadan başlamanın anlamı yoktur. Hayatımın birçok alanında bu düşünceyle hareket ettim ve birçok kez kayaya tosladım. Hala, benim ve Cam(Ian C. Esslemont'un) yazdığı film ve televizyon serilerini satmak için o kadar uğraşırken aldığı cevapları hatırlarım: "Harika! Eşssiz! Çok komik, çok dark... Ama şu an Kanada'da, biz böyle şeylere bütçe yetiştiremeyiz... Size bol şanslar!"
En sert öneriler birçok yönden bunun peşinden geldi, "Daha... basit birşeyler deneyin. Herkes gibi. Daha az.... arzulu."

Toplantılardan mutsuz, ümitsiz, afallamış çıkardık. Bayağılık için mi davet alıyorduk? Evet, öyle gözüküyordu.
Öyleyse s.kt.r et!
Gardens of the Moon(Ayın Bahçeleri). Sadece bu başlık hakkında düşünedurmak bile arzunun bütün nosyonlarını, benim sürekli duvardan duvara toslamama neden olan o gençlik çılgınlığını diriltmeye yeterli. Çabalama ihtiyacı. Alışılagelmişe karşı koy! Go for the throat! (Bunu çeviremedim ya, ama direk muhabbete gir gibi birşey, oyalanma, dolaylama, sallama dallama vs. direk saldır, gırtlağından yakala, finish him gibi)
 O zamanlar ne yaptığımın tamamen farkında olduğumu düşünmeyi yeğlerim. Bakış açımın tamamen net olduğunu ve her ne kadar hoşlansam da, türün içine etmeye hazır olduğumu. (nasıl sevmezdim ki? her ne kadar türün değiştiği yönden haz etmesem de onu okumayı çok seviyordum.) Şu an bundan emin değilim. Anlık içgüdülerle hareket ederek, sonradan arkaya bakıp yerinde giden herşeyi ciddi akılsızlık olarak değerlendirmek (yerinde gitmeyenleri gözardı ederek)... Bu çok kolay.

Yıllar içinde çıkan birçok roman, birçok olguyu netliğe kavuşturdu. Gardens of the Moonla başlayacak olursak, okuyucular benim işimi ya sevecek ya da nefret edecek. Ortası yok. Doğal olarak ben, herkesin sevmesini tercih ederim, ama bunun olmayacağını anlayabiliyorum. Bu tembel bir seri değil. Öyle başlayıp da sırayla hızlıca yutamazsınız. Daha büyük sorun ise şu; ilk kitap giden bir maratonun yarısında başlıyor - ya koşarak başlayıp ayağınızın üzerinde durursunuz, ya da ezilirsiniz.

Bu önsözü yazmam gerektiğinde, bir süre bunu esintiyi hafifleştirme yolu olarak düşündüm, çok yüksek bir yerden derin sulara düşmenin şokunu hafifletmeye kitabın birinci sayfasından başlama yolu. Bir takım background, tarih, sahne kurma gibi şeyler yapmayı hiç doğru bulmadım. Frank Herbet Dune'ü yazarken böyle birşey yaptığını hatırlamıyorum, ve eğer bir yapıt, temel olarak bana ilham olmuş olacaksa bu Dune'dür. Tarih ya da kurgu yazsam da yazmasam da, tarihin gerçek bir başlangıç noktası yoktur. Medeniyetlerin inişleri çıkışları (başı sonu itibariyle) bizim düşündüğümüzün aksine çok daha karmaşıktır.

Gardens of the Moon ilk olarak bir rpg oyunda hayat buldu. İlk draftı Malazan dünyasının iki yaratıcısı olan ben ve Ian Esslemont tarafından uzun metrajlı film olarak yazıldı, ve senaryo gerekli ilgiyi görmediği için ilerleyemedi. ("Biz fantasy filmleri yapmayız çünkü onlar b.k gibidir. Bu ölü bir türdür. Kostümleri falan içerir ve kostüm dramaları Westernler kadar ölüdür"- önceleri yığınla yapım şirketi bu gerçekliği yüzlerine vuruyordu, hepsi Lord of the Rings beyazperdeye gelmeden çok önceydi.)

Ve böylece beklediğimiz yere gelmiştik. Yeterli malzememiz vardı. Yetişkin Epik Fantezi film sektörünün son keşfedilmemiş türüydü -Willow'u saymadık çünkü bizim gözümüzdeki tek değeri crossroads sahnesinden ibaretti; geri kalanlar da çocuklar için yapılmış şeylerdi. Bu türdeki yapılan filmlerin diğerleriyse, ya düşük bütçeli ikinci sınıf filmler ya da bizim gözümüzde son derece hatalı filmlerdi. (Conan'la yaptıklarına bak!)Biz, şu O'Toole ve Hepburn'un The Lion in Winter (Kış Aslanı) tarzı birşey istiyorduk. Ya da Michael York, Oliver Reed, Raquel Welch, Richard Chamberlain'li Üç Silahşörler filminin büyü katılmışını. Tv yapımlarından favorimiz, Dennis Potter'ın Singing Detective'i (Şarkı söyleyen dedektif) idi. Gördüğünüz gibi, sofistike zımbırtılar istiyorduk. Fanteziyi o ağızları açık bırakacak kadar hayranlık uyandıran, içleri kıpırdatan, göz kamaştırıcı içeriğe doğru sürüklüyorduk.  Başka bir deyişle, dibine kadar arzuluyduk.

Ama bunun yanında muhtemelen, pek de hazır değildik. Yeterli değildik. Becerilerimiz ötesinde düşünüp, tecrübesizlik kapanına kısılmıştık. Ya da gençliğin laneti.
Hayat beni ve Cam'i farklı yönlere savurduğu zaman, ikimiz de yaratılmış koca bir dünyanın notlarını yanımızda götürdük. Saatlerce oyun oynayarak inşa edilmiş dünya. Kocaman bir içerik vardı, 20 romanlık malzeme, iki katı kadar da film... Ve ikimizde de kimsenin istemediği senaryoların çıktıları vardı. Malazan dünyası yüzlerce elle çizilmiş harita, sayfalarca kaba notlar, karakter künyeleri, mekan planları, eskizler... ne ararsan.
Malazan dünyasının tarihini yazma kararı birkaç sene sonra verildi. Ben senaryoyu bir romana çevirecektim. Cam de bununla alakalı Return of the Crimson Guard (Kızıl Muhafızın Dönüşü) isimli bir roman yazacaktı. (ve şimdi uzun yıllar sonra, Night of Knives'ın (Bıçakların Gecesi) hemen üzerin Cam'in ilk epiği olan Kızıl Muhafızın Dönüşü yayınlanacak) Kurgu işlerinde olduğu gibi, yazarlık, asıl yazar, kelimeleri ardı ardına sayfalara dizen kişiye ithaf edilir. Gardens of the Moon için, senaryo çevirisi neredeyse sıfırdan başlamak gibiydi. Senaryo Darujhistan'da kurulmuş üç ayrı bölümden oluşuyordu. Ana olaylar damlardaki suikastçi savaşları ve büyük şölendeki büyük finali kapsıyordu. Başka da ciddi birşey yoktu. Ne arka hikaye, ne içerik, ne gerçek bir karakter tanıtımı.. Aslına bakılırsa, Kış Aslanı'ndan ziyade, Raiders of the Lost Ark (İ.Jones: Kutsal Hazine Avcıları) gibiydi.  

Ama hırs, tutku asla bitmez. Biraz çalkalanır, iniş çıkış olur, ayaklar yere sürer, ama sadece farklı bir yöne gitmek için, bir sonraki projeye. Hayır'ı cevap olarak kabul etmez!
Gardens'ı yazarken, hemen anladım ki, arka hikaye, ne kadar arkaya gidersem gideyim sorun teşkil edecek. Ve anladım ki, potansiyel okuyucularıma olayları altın tepside sunmadığım sürece (ki bu yapmayı tercih etmediğim birşeydir, bize aptal muamelesi yapan fantazi yazarlarına yeterince sövüp saymış biri olarak) herşeyi basitleştirmediğim, daha önceki olay örgüsünün içine kaymadığım sürece, okuyucularım debelenecekti. Sadece okuyucular da değil, editörler, yayıncılar, menejerler...
Ama bir okuyucu, fan olarak, debelenmeyi hiç sorun etmedim, en azından bir süreliğine ve hatta uzun süreliğine. Diğer şeyler beni sürüklediği sürece sıkıntı yoktu. Unutmayın, Dennis Potter'a hayrandım. DeLillo'nun The Names and Eco's Foucault's Pendulum'un da. Benim kafamda okuyucu, fazla yükü kaldıracak kişidir, cevapsız soruları, gizemleri, belirsiz işbirliklerini...

Tarih şunu kanıtladı ki, okuyucular ya Gardens of the Moon'un ilk üçte birlik kısmında kitabı bıraktı, ya da sonraki bütün kitaplarda seriyi takip etti. Bana dediler ki, daha önceden böyle olacağını bilseydin yine aynısını yapar mıydın? Dürüst olayım buna bir cevabım yok. Belki bazı elementleri değiştirebilirdim, işte ufak tefek şeyleri ama temel olarak neyi farklı yapabilirdim bilmiyorum. Ben kesinlikle, arka hikayeyi, tarihi vs. sadece bilgi vermek amacıyla paylaşacak bir yazar değilim ve olmayacağım. Eğer bu yaptığım, birden çok fonksiyonu olmayacaksa, o zaman beni tatmin etmez. Ve sonra olacağı şu; daha çok  fonksiyon işleri daha komplike hale getirecek ve yavaşça iş rayından çıkacak ve bütün bu arka hikaye elementleri yavaşça derinlere gömülecek.
Buna hızlı yazma diyoruz, ama ayrıca, hala nasıl olduğunu anlamadığım bir şekilde yoğun yazma. Yani Gardens sizi çok hızlı bir okumaya davet ediyor. Ama yazar olarak tavsiyem, bu cazibeye aldanmayın.
İşte yıllar sonra buradayız. Bu çiftkutuplu davetten ötürü özür mü dilemeliyim? Böyle bir önsözle kendi bindiğim dalı mı kesiyorum? Ve bu roman benim tek ayak üzerinde dans etmemi mi sağladı? (değişik bi deyim ilk kez rastladım, yere sağlam basmamamı sağladı falan demek istemiş sanırım)

Belki evet. Ama bazen, kendime soruyorum; eğer bazı (Son derece başarılı) fantazi yazarları gibi, tahta kepçeyle bütün bilgileri okuyucunun boğazından aşağı dökseydim ne olurdu? Bestseller olur muydum? Dur bir dakika, burada ultra populer fantazi yazarlarının, okuyucularının beğenilerine göre yazarak başarıyı bulduklarını mı ima ediyorum? Aslında değil, yani en azından hepsi değil. Ama sonra kendi açımdan bakıyorum. Gardesn of the moon için yayıncı bulmam, 8 sene ve İngiltere'ye gitmemi gerektirdi. 4 sene de Amerika'ya gelmesi sürdü. Şikayetçi miyim? "Çok karmaşık, çok fazla karakter, çok... tutkulu" Geniş açıdan bakmayı tercih edip, Gardens'ın nasıl da türün klasik klişelerinden ayrılıp, ve her ayrılışın bir dirençle karşılaşacağını söyleyebilirim. Ama egom bu kadar kabarık değil. Bu bir ayrılış gibi hissettirmedi. Glen Cook'un Dread Empire ve Black Company romanları zaten yenilikleri getirmişti. ve ben bunları okudum, daha fazlasını istedim ve istediklerimi de kendim yazmak durumunda kaldım. Ve benim yazı şeklim, taklitçiliğe hiç bir zaman geçit vermese de, (Cook kısa ve öz yazar) aynı şekilde moral bozucu ton, çarpık alaycılık, duygusal çelişme ve benzer atmosferde yazmaya çabaladım. Belki klasik İyi - Kötü çekişmesinden koptuğumun farkındaydım, ama bu sadece büyümenin bir yan ürünü gibi geldi - gerçek dünya böyle değil ki, neden sürekli fantazyayı realiteden bu kadar koparmaya çalışılır?

Aslında bilmiyorum. Sadece düşünmek bile yorucu.
Gardens gördüğünüz gibidir. Revizyon yapmayı düşünmüyorum. Nereden başlayacağımı bile bilmiyorum.
Sanıyorum ki okurlara, ilk kitabın ilk kısımlarında ayrılma opsiyonunu vermek, 5-6 kitap onları sürükleyip sonunda keyiflerini kaçırıp, iğrenerek bırakmalarını sağlamaktan iyidir. Belki pazarlama açısından bakarsan ikincisi daha iyidir, en azından kısa dönem için. Ama Allah'a şükür, benim yayıncılarım çakma ekonominin ne olduğunu görünce anlayabiliyorlar.

Gardens of the Moon bir davettir. Buyrun gelin beraber yola çıkalım. Sizi eğlendirmek için en iyisini yapmtığımı söyleyebilirim. Küfür ve şerefe, gözyaşı ve kahkaha, hepsi burada.
Yeni başlayan yazarlara da bir çift sözüm var. Arzu kirli bir söz değildir. Ödün vermenin üzerine tükürün. Go for the throat! T.şş.klarınızla, yumurtalarınızla yazın. Tabiki de daha zor bir yolculuk olacak ama bana bakabilirsiniz, fazlasıyla değiyor!

Cheers,
Steven Erikson
Victoria, British Columbia
December 2007

26
Rüzgarın Adı
İlk birkaç yüz sayfa güzeldi. Akıcı ve orijinal olduğunu düşündüm. Son yüz elli sayfaya girdim ve bir süredir sıkılmaya başladım. Kvothe haricindeki karakterler figüran gibi. Tatmin edici bir olay zinciri, aksiyon yok. Kvothe üniversitede öyle takılıyor gibi. Chandrialılara çok az yer verilmiş ki kitabı fantastik yapan temel unsurlardan birisi olması gerekiyordu.

Hamur kaliteli, yazar mükemmeliyetçi. Ama çok fazla yoğurulmuş ve -ilk kitabın sonunda ciddi anlamda çekici bir şey yoksa- cıvımaya başladığını söyleyebilirim. Açıkçası Kvothe'nin daha az cool, biraz daha Rincewind tadında bir karakter olmasını yeğlerdim. Bu tercih tabi. Bunun yanında olayı anlatan kişinin Kvothe'nin kendisi olması da temelde bir eksiklik bırakıyor. Yani bana kendini anlat deseler kendimden tabiki süpermen olarak bahsederim. Temel egodur bu. Bu açıdan bakınca Kvothe'nin fazla iyi olması normal. Çünkü adam kendini anlatıyor. Ama seri sonunda Patrick Rothfuss'un duruma mutlaka müdahele etmesi gerekiyor. En azından kitapta 3. kişiye geçip, evet arkadaşlar Kvothe'nin hikayesi buydu, genel hatlarıyla doğrudur ama kendisini anlattığı için tabiki de içinde abartı var, bunu da göz ardı etmeyin... gibi bir şey söylemesi ya da ima etmesini bekliyorum.

Genel olarak başarılı bir kitap, ama overhyped olduğunu düşünüyorum. Brandon Sanderson'ın onlarca güzel kitabı var. Daha üretken birçok fantastik yazar daha sayabilirim. Onların bu kadar alçakgönüllü olduğu yerde Patrick Rothfuss'un bu işin ilahıymış gibi tonlarca videosu, söyleşisi olması bana biraz yapay geliyor.
Rüzgarın Adı, eğer fantastik öğeleri içermeyen bir eser olsaydı bile ciddi anlamda bir edebi değeri olurdu. Yani yine iyi bir kitap olurdu. Ama sırf bu yüzden en iyi fantastik eserlerden biri olarak gösterilmesi bana doğru gelmiyor.

Worldbuilding zayıf, büyü sistemi eh, ciddi anlamda bir gizem yok. Mesela Rothfuss bir söyleşisinde Harry Potter'daki büyü sistemini eleştirmiştir. Mantıksal olarak, o öyleyse, bunun böyle olmaması gerekir, gibi durumların olduğunu savunarak. Ama Harry Potter'da bu eksiklikleri fazlasıyla kapatacak bir içerik var. Burada bunu göremedim. Ya fantastik edebiyatta, dil kullanımı genel olarak bu kadar iyi olmadığı için bu eser bu kadar tutuldu, ya da Patrick Rothfuss sempatik bir adam olduğu için bu kadar sevildi. Yanlış anlamayın kötü demiyorum. Eser gayet iyi. Ama o kadar da iyi değil.   

27
Geçen hafta Verminaard'ın kazandığı kitabın kargolanması hava koşulları nedeniyle gecikmiştir.
Bu nedenle, gelecek hafta, onunla birlikte ikinci bir kitap göndermeyi düşünüyorum. Yine aynı tarz bir soru, bilen arkadaşa ikinci bedava kitabı göndereceğim. Özel mesajdan yanıtlayabilirsiniz.

"Aşağıdaki barbarlardan hangisi favorinizdir?"

1-Conan
2-Wulfgar
3-Kull the Conqueror
4-Khal Drogo
5-Logen Ninefingers
6-Druss the Legend
7-Fafhrd

28
Iyi dilekleri icin herkese tesekkurler. Satislar ilk iki gun itibariyle fena degil. Onemli olan devamlilik yakalamak. Ben yakin cevremde soranlara da parayla aldiriyorum. Malum fantastik edebiyat dunyada bizim buyuklugumuzdeki ulkelere oranla bizde az gelismis. Pastayi buyutmek icin gorev sadece yazarlara cizerlere degil, okuyuculara da dusuyor. Genc yastaki okurlara, hatta fantazyayla hic tanismamis arkadaslara bu tarz kitaplari onermek onemli. Ben ileride Sargad dunyasinda gecen cocuk kitaplari da yazmayi dusunuyorum. Ileride yazilacaklar ve yapilacaklar icin bu bir baslangic ve firsattir. Ben de bu firsati degerlendirecegimi dusunuyorum. Umarim bu eser de okuyacak olan arkadaslarin beklentilerini karsilayabilir.

29
Mitolojiler / Ynt: Yunan Tanrıları
« : 04 Ocak 2017, 14:12:26 »
Boreas adamdir, gerisi yalandir

30
Tebrikler emeğinizin karşılığını alırsınız umarım. :))
Darısı bizlerin de başına :D

Amin

Sayfa: 1 [2] 3 4 ... 12