Bu kitabı okumaya karar vermem biraz uzun sürdü. Kalınlığı bana bir oyun oynadı. Ben bu oyuna kandığım için kendimden utanıyorum.
Kitaba başladığımda ise gördüm ki ben çok büyük bir hata yapmışım; anlatımı gerçekten güzel ve sürükleyici idi. Çeviride ara sıra kötü hatalar yapılmıştı maalesef, Morgause yazılacağı yere Morgaine yazılmış mesela. Bu okuyucuyu şaşırtabiliyor bazen ve akıcılığı bozuyor. Bunun üzerinde fazla durmamak lazım çevirmenin dalgın bir anına gelmiştir herhalde.
Hikaye olarak klasik Arthur hikayesinden yani Kötü Cadı Kızkardeş konseptinden uzaktı. Bu kitabı okunabilir yapacak bir diğer özellik. Kitap genellikle Kadın karakterlerin, genel olarak Morgaine’in ve Paganların açısından anlatılmış; onların inançlarının kaybolmaması için giriştiği umutsuz, her seferinde başarısızlıkla sonlanan mücadeleleri çok iyi hissettiriliyor. Klasik Arthur hikayesindeki Hristiyan Propagandasına yer verilmemiş, bu kitap için bir artı değer bence. Kitabı içindeki savaşlar için okuyacak olanlar fazla umutlanmasın; Kitapta pek savaş yok çünkü. Dediğim gibi kadınların bakış açısından anlatılmış. Marion Zimmer Bradley’in feminist bir yazar olduğu hemen farkediliyor kitabını okurken. Karakterler ise yerine tam oturmuş gibi. Abartılan hiçbir karakter yok. Arthur mükemmel bir savaşçı olmasıyla değil adaletiyle ve yönetim becerisiyle öne çıkıyor. Viviane’in ölümünden sonra Avalon’un hali ise içler acısı; Göl’ün Leydisi ünvanını haketmeyen kişiler zorunluluktan Leydi oluyorlar. Gerçek Rahibeler bir bir azalıyor ve Avalon sislerin arasında kaybolmaya başlıyor. Tanrıça, o zamana kadar Arthur’un, yanında Saxonlar’a karşı savaşmış ve onları Britanya’dan defetmiş olan Yuvarlak Masa yoldaşlarını Kutsal Kase görevi için görevlendiriyor; onlar bunu tam olarak anlamasa da. Yuvarlak Masa yoldaşları birbir düşüyor. Ve Camelot’a keder çöküyor. Bunun yanında Avalon’da druid eğitimi görmüş olan Arthur ve Morgaine’in, tamamen bir oyunun parçası olarak dünyaya gelen çocuğu Mordred’ın mücadelelerini izliyoruz. Babasını sevmek istiyor lakin o biliyor ki kendisi eski bir oyunda önemli bir figür sadece.
En sonunda Avalon’un sislerin içinde kaybolduğunu görüyoruz, oraya gidip geri gelebilmek zorlaşıyor ve dünyadan kopuyor en sonunda, Yuvarlak Masa’nın eski efsanevi şövalyeleri birbir düşüyor; kalanlar ise soluyor ve yaşlanıyor. En zorlu mücadele başlıyor, Mordred Arthur ile karşı karşıya geliyor ve Avalon’un son umudunun da;
Britanya’nın efsanevi Kralı Arthur’un da sonu geliyor. Ve hikayenin sonu.
Avalon’un Sisleri beni etkileyen bir kitaptı. Eminim bu kitapla ilgili olan diğer kitaplarda güzeldir lakin Atlantis’in Çöküşü’nden başka hiçbiri yayımlanmamış. İthaki Yayınlari bu serinin geri kalanına da bir el atsa ne kadar da hoş olurdu!