Oradaki "bu kız" kullanımı, karşıdakinin genç olduğunu anlatmaktan çok, samimiyet için kullanıldı aslında. Hani samimi olduğun bir kız arkadaşınla konuşurken, yaşını önemsemeden "kızım bi dur ya!" filan dersin ya. Onun gibi işte.
Lanetli köyü hiç anlatmasam olmazdı, hikayenin temel olayları orada oluyor. Sizin orada hissettiğiniz gereksiz hız ve anlaşılmazlık ise, tamamen benim amatörlüğümden kaynaklı. O kısmı hikayeye daha iyi yedirmem gerekirdi ama yapamadım, kafa karışıklığı bırakmak zorunda. Okumaya devam edin diyorum bu sebeple

Güzel yorumların için teşekkür ederim.
VIII. BÖLÜM
"Matematiği, çocuklar, sevmeyi öğrenmelisiniz. Ancak bu şekilde bir yerlere varabilirsiniz. Matematiğin yorucu ve sıkıcı birtakım işlemlerden ibaret olduğunu düşündüğünüz sürece, ne matematiği anlayabilirsiniz, ne de bilimi. Eğer sayılar ile doğa arasındaki o canlı ilişkiyi sezemezseniz, hissedemezseniz, matematik size elbette ki sıkıcı gelecektir. Bilimde ilerlemek istiyorsanız, ilk hedefiniz bu olsun. Ders bitmiştir. Çıkabilirsiniz."
Üç hafta. Buraya gelişinden itibaren üç hafta geçmişti ve Heonor hayatının eski düzen ve dinginliğine oturduğunu hissedebiliyordu. Meriam'la olan sohbetleri, çocuklarla olan ilişkisi.
Daha sonra kasabadakilerden öğrendiği kadarıyla, şehir ortamından oldukça uzak bir yerdi burası. Heonor'a kubbeyi hatırlatıyor, rahatlamasını sağlıyordu.
Medeniyetten uzaktılar evet ve bu türlü zorluklara sebebiyet verebiliyordu. Örneğin, devlet eğitim konusunda hiçbir katkı yapamıyordu buraya. Kasabalılar bu yüzden kendi kendilerine bir yerlere varmaya çalışmışlar, basitçe kendi eğitim sistemlerini kurmuşlardı. Kasaba nüfusu fazla olmadığı için, çocuk ve genç sayısı da fazla değildi. Herkes on altı yaşına kadar eğitim görüyordu, eğitime gönül veren ve okumak isteyenler ise, on altı yaşını geçince kasabadan ayrılıp şehirlere öğrenim görmeye gidiyordu.
Bütün çocuklar ve gençler dört sınıfta toplamışlardı. Fena bir sistem değildi, Heonor bilgisi olduğu her konuda eğitmenlik yapmaya çalışıyordu onlara. Tabi ki Meriam'ın yardımlarıyla.
Ah, Meriam. Sevgili Meriam. Heonor hayatı boyunca daima birilerinden hoşlanmıştı. Elinde değildi. Birisi bitse, başka birisi geliyor, Heonor gönlünü kaptırıyordu. Bunun kaçınılmaz olduğunu anladığında, umursamazlık gelmişti. O günden itibaren, mesleki meseleler harici hiçbir durumda karşı cinsle fazla yakınlaşmamıştı. Faydasını da görmüştü. En azından o öyle sanıyordu.
Ama Meriam. O farklıydı. Yeni bir hayat ve yeni bir aşk. Klişe! Ama Heonor klişeleri severdi. Her zaman farklı bir yan, özgün bir yan barındırsa da, klasik şeylerden hiçbir zaman vazgeçememişti. Elinde olmayan bir şey daha. İnkar etmeye çalışmıştı ama becerememişti. Ve yine, kabullenmişti.
Aşk. Kesinlikle tasvip etmediği bir şey. Uzun süredir bastırılmanın getirdiği patlama, Heonor'da büyük bir etki yaratmıştı. Kendini yeniden bir ergen gibi hissediyordu.
Meriam'dan hoşlandığını, hayır, Meriam'ı sevdiğini fark etmesi çok ani olmuştu. Uyumadan önce yatakta uzanmış düşüncelere dalmıştı ki BUM! Heonor Meriam'ı seviyordu. Fazla şaşırmamıştı. Heonor Meriam'ı seviyordu. Böyle güzel bir kadını, böyle güzel bir
insanı sevmezdiniz de ne yapardınız?
Hayatında ilk defa, bir şeyleri zorlamadı Heonor. Ne gizli gizli içine attı duygularını, ne saçma sapan hayaller kurdu. Sadece
yaşadı. Bıraktı gitsin. Ve hayatının başka hiçbir döneminde bu kadar mutlu olduğunu hatırlamıyordu. Tamamıyla
kendiydi, özüydü. Çevresi kendisini nasıl görüyorsa, öyleydi. Kendisi nasılsa, çevresi de onu öyle görüyordu.
Kasaba, bir önceki iğrenç köye karşılık, Heonor'a asla aşırı samimi davranmadı. Üç hafta geçmişken bile, ona güvenmeyenler, şüphelenenler vardı. İnsanların güvenini kazanamamıştı henüz, ancak büyük yol katetmişti. Çocuklarla çabucak yakınlaşabilmişti ama çocukların doğası böyleydi. İlişkileri çok kolay bozup yenileyebiliyorlardı, bu sebeple Aral'ın ölümü onları o kadar da şok etmemişti. Heonor böyle tahmin ediyordu.
Günler geçtikçe, anılar ve acılar da derine gömülüyordu. Heonor farkındaydı, asla yok olmayacaklardı. Tamamen gidemezlerdi. Yine de, aradan geçen zaman etkilerini azaltıyordu. Heonor mutluydu.
Bir gün daha bitmişti, son ders ona fazla uzun gelmişti. Çıkışta, kasabanın kütüphanesinde Meriam'la buluşup araştırma yapacaklardı çünkü. Heonor, kütüphaneyi buraya gelişinin ikinci gününde ziyaret etmişti ve hayran kalmıştı. Bu kadar küçük bir yerde nasıl bu kadar muazzam bir kütüphane olabilirdi ki? Daha önce gördüğü çoğu kütüphaneden daha büyüktü ve yıllarını yalnızca kitap okuyarak geçirse bile hepsini keşfedemeyeceği kadar çok kitap vardı. Tek sorun, fazla düzensiz olmasıydı. Kütüphane kocaman bir yığın gibiydi, sanki her gelen, sahip olduğu kitapları rastgele raflara yerleştirip gitmiş gibi. Bu yüzden bir şeyler aramak oldukça zordu, ancak rastgelelik de Heonor'un hoşuna gidiyordu.
Geçenlerde, oldukça eski bir fizik kitabının ilk baskılarından birini bulmuştu mesela. Daha sonra, adını bile bilmediği bir yazarın öykü kitabı. Öyküler çok güzeldi fakat kimin yazdığını bilmemek Heonor'un canını sıkıyordu. Bir tane de epey kalın bir roman bulmuştu. Turuncu kapaklı. Üzerinde yazarın bir fotoğrafı. Bu kitabı geçmişinden hatırlıyordu, hayatının dönüm noktalarından biri bu kitabı okumasıyla gerçekleşmişti. Bulunca yeniden okudu ve daha önce fark edemediği onlarca şeyi fark etti. Mutlu oldu. Değiştiğini bilmek güzeldi.
Meriam'ın da yardımlarıyla, onlarca kurgu kitap buldu ve bulabildiği her şeyi de okudu. Meriam ise, kütüphanedeki neredeyse her kitabı okumuş gibiydi. Heonor onun bile okumamış olduğu kitaplar bulacağına söz vermişti, Meriam da hodri meydan demişti. Ancak bir sorun vardı. Heonor kütüphaneyi Meriam kadar iyi tanımıyordu ve Meriam'ın nerelere girip nerelere girmediğini bilmiyordu. Zor bir görev olacaktı, nitekim başarının kıyısından bile geçmemişti henüz.
Kütüphanenin devasa binasına yaklaştığında, bir kez daha hayranlıkla süzdü onu. Bu kasabadaki insanların eğitime ve bilgiye bu kadar aç olmasının sebebinin kütüphane olduğunu düşünüyordu. Küçük bir yerde doğup büyüyorsunuz ve kasabanızın en bilinen ve en harika yapısı bir kütüphane. Siz de vakit buldukça oraya gidip vakit geçirmez miydiniz?
Kütüphanenin kapısını açtı ve içeride bir adet Meriam buldu. Hatta, bu kütüphanenin kapısını açan herkesin ilk bulduğu ve gördüğü şeyin aynı olduğunu düşünüyordu. Kitap okuyan Meriam.
Kapıyı kapattı ve uzun masalardan birinde oturmuş, bir yandan notlar alan bir yandan da önüne açtığı bir kitabı okuyan Meriam'ın yanına gitti. Heonor'un fark ettiği ve anlam veremediği şeylerden birisi de buydu. Heonor kasabaya geldiğinden beri, kitapları rastgele okuyor ve herhangi bir amaç gütmüyordu. Ancak Meriam böyle değildi. O hep aradığı belirli bir şey varmış gibi hareket ediyordu. Heonor sormak istememişti, söylemek istediğinde Meriam zaten söyleyecekmiş gibi hissediyordu.
Bugün gözlüğünü takmıştı Meriam. Ah, bir kadının daha güzel olamayacağını düşünürsünüz ve bum, gözlük takarlar. Heonor başını iki yana salladı ve bir kağıt yığınını Meriam'ın önüne koydu.
"Buyur, aradığın soruların cevapları." Meriam hızla başını kaldırdı ve sert bir ifadeyle sordu. "Sorular mı?"
"Evet, geçen gün vermiştin ya çözmem için. Matematik." Meriam'ın yüz ifadesi yumuşadı ve kağıtları alıp incelemeye başladı. İnceledikçe kaşları çatıldı, şaşkın bir ifadeye büründü. Kağıtları giderek daha hızlı okumaya başladı. En sonunda bitirdi, kağıtları masaya koydu ve şakaklarını ovarak gülümsedi. "Sen," dedi tatlı bir sesle. "Gerçekten bir dahisin Heonor." Heonor da gülümseyerek karşısına oturdu.
"Ben dahi değilim, sadece sen biraz cahilsin." diye karşılık verdi genç kadına. Meriam dudak büzdü ve Heonor gelmeden önce okuduğu şeye geri döndü. "Bugün ne okuyorsun?" diye sordu Heonor.
Meriam başını kaldırdı. Üst dudağı hafifçe titriyordu, aradan geçen zamanla Heonor bunun "heves"e karşılık geldiğini fark etmişti. Gülümsedi ve Meriam'ı dinlemeye başladı.
"Baksana," diye başladı Meriam. "İnanmayacaksın ama daha önce okumadığım bir kitap buldum! Hem de yıllardır gözümün dibindeymiş! Bir öykü kitabı. Harika bir şey. Hele 'Dünyanın En Masum İnsanının Hikayesini Arayan Adamın Hikayesi' diye bir tanesi var ki, okurken zevkten çığlık atarsın. Çok güzel cümleler de var içinde. Ama sorun şu ki, öykülerden bir tanesi yarım. Ya da ben sonunu tam anlayamadım. Okusana."
Heonor okudu. Gerçekten güzeldi, sade ve insanın içine dokunan. O da sonunu anlamadı. "Belki de yazar sonunu bizim tahmin etmemizi istiyordur. Sayfaların koparılmış olduğuna dair bir iz de yok." dedi.
"Hmm, olabilir." Meriam kitabı geri aldı ve sayfalarını karıştırdı. Sonunda aradığı yeri buldu ve kitabı tekrar Heonor'a uzattı. "Bunu da oku."
Heonor okudu. Bu seferki uzundu, okuması biraz zaman aldı. Ama Meriam'ın bu kitabı neden bu kadar çok sevdiğini görebiliyordu. Yazarda tuhaf bir şey vardı, bir yanıyla sade, içten ve samimi, diğer bir yanıyla karmaşık ve anlaşılmaz. Bu ikisinin birleşimi ortaya her okurun zevk alabileceği bir şey ortaya çıkarıyordu. Öyküyü bitirip kitabı masaya koydu. "Başka bir kitabı var mı bu yazarın?"
"Bildiğim kadarıyla yok," dedi Meriam Heonor'a bakarak. Öyküyü okuduğu süre boyunca da Heonor'u süzmüştü, Heonor fark etmişti. Rahatsız oldu. O bakışlarda alışılmadık bir şey vardı, anormal bir şey. "Ne?" diye sordu Meriam'a.
"Yok bir şey," diye cevapladı Meriam. "Sadece o mavi-kahverengi gözlerin neler sakladığını merak ediyordum. Bana yalan söyleme Heonor, bir şeyler saklıyorsun ve ben bunun farkındayım. Ama seni zorlamayacağım." Bir süre bakıştılar ve Heonor bir kez daha Meriam'ın o muazzam zekasını hissederek korktu. Haklıydı, saklıyordu. Bir an söyleyebilecekmiş gibi hissetti. Her şeyi bir çırpıda anlatmak, içini dökmek istedi. Ama sözler ağzından çıkmadı. Çok derindeydiler, bu kadar boş bir çabayla açığa çıkarılamayacak kadar derinde. Bu yüzden, Heonor sustu ve bakmaya devam etti. Aradan bir süre geçti ve sonunda Meriam bakışlarını kaçırdı.
"Her neyse," dedi çevresine bakarak. "Festival'e az kaldı, hazırlık yapmalıyız."
"Festival mi?" diye sordu Heonor.
"Aslında gerçek bir festivalden çok kutlama, ama biz Festival diyoruz." dedi Meriam.
"Peki benim bundan niye haberim yok?"
Meriam Heonor'a döndü, onun da kafası karışmış gibiydi. Eliyle alnına vurdu. "Tabi ya!" dedi. "Niye haberin olsun ki? Festival bizim için nefes almak kadar doğal bir şey. Kimsenin sana bahsetmemiş olmasına şaşırmadım." Ayağa kalktı, Heonor'un elinden tuttu ve sürüklemeye başladı.
Heonor'un sonradan anladığına göre "Festival", kasaba halkının yılda bir defa yaptığı bir etkinlikti. Yılın üçüncü ayının on dördüncü gününe denk geliyordu ve kasabanın kurtuluşunu simgeliyordu. Eh, tam olarak kasabanın olmasa da, kasabayı da kapsayan geniş bir alanın. Bu bölgenin vatan topraklarına katılması, vatanın kurtuluşundan çok sonra olmuştu ve bunun getirdiği mutlulukla, insanlar her yıl aynı gün kutlama yapıyorlardı. Ancak aradan epey bir zaman geçmişti ve bölgedeki yerleşimcilerin büyük çoğunluğu şehirlere göç etmiş, bir tek bu kasabadakiler kalmıştı. Geleneği onlar sürdürüyordu.
"Ben küçükken," diye anlattı Meriam. "Hayatta kitap okumaktan sonraki en büyük eğlencem Festival'di. Günler öncesinden hazırlık yapılır, Festival'in gelmesi heyecanla beklenirdi. Şu hayatta yiyebileceğin en güzel yemekler, tanık olabileceğin en güzel eğlenceler Festival'de yapılır Heonor, demedi deme. Festival'e
bayılacaksın."
Heonor sonraki beş gününü Festival'e hazırlanarak geçirdi. Bütün kasaba çocuklaşmış gibiydi, kasabanın hemen hemen orta yerindeki geniş meydan başta olmak üzere her yer süslendi; yediden yetmişe herkes aynı heves ve azimle yapıyordu işini. Öncelikle meydan Festival'e hazır hale getirildi, sonra insanların evleri. Sonra oyun alanları hazırlandı. Heonor'un daha önce adını bile duymadığı oyunların malzemeleri getirilip hazırlanıldı. En son yiyecekler yapılmaya başlandı. Kadını erkeği herkes mutfakta iyi bir iş çıkarmak için çabaladı. Heonor'un aklından bir an Meriam'la beraber yemek hazırlayıp mutfakta romantik komedi türünde bir oyun sergilemek geçti ancak bu, Heonor'un klişe zevkine göre bile fazla klişeydi. Onun yerine, kasabadakilerin kendisine verdiği ve öğretmenlikten alacağı maaşın büyük bir kısmını verdiği kulübede, elinden geldiğince anayurdundan hatırladığı yemekleri yapmaya çalıştı. Bunu duyunca kasabadakiler çok sevindiler, çeşitlilik daima iyiydi.
Ve sonunda Festival günü geldi çattı.