Mihail Bulgakov dendiği vakit, birçoklarımız aklına Usta ve Margarita gelir. Tabi Usta ve Margarita, edebiyat çevrelerince, yazarın başyapıtı olarak görüldüğünden ötürü bunu yadırgamamak da lazım. Ancak ben Köpek Kalbi'ni daha çok severim. Her ne kadar bazı teknik eksiklikleri olduğunu düşünsem de kitapta anlatılagelen olgu beni adeta büyülemiştir. Çünkü bahsedilen bu olgu Sovyet rejimine özgü değildir.
Sistem eleştirisi niteliği taşıyan pek çok kitap gibi Köpek Kalbi'de 1925'de yazılmasına rağmen ancak 1968'de (ABD) basılmıştır. Rusya'da ise ancak 1987'de basılabilmiştir. Unutmadan söyleyeyim 1988 yılında ise Vladamir Bortko tarafından filme alınmıştır.
Her neyse bunlar sırf yazıyı şişirmek amacıyla anlattığım şeyler o yüzden kısa kesip birazda kitaptan bahsedeyim. Kitap, dünyaca ünlü bir cerrahın, bir sokak köpeğine ölmüş bir adamın testislerini ve hipofizini nakletmesi sonucunda gerçekleşen bir dizi olayı anlatır. Bu garip ameliyat sonrasında köpeğimiz, yavaş yavaş insan formuna bürünmeye başlar pek tabi. Ancak ilginç bir şekilde organ nakline mevzu bahis olan meftanın huylarını da edinir ki, bu durum çok sofistike bir yaşam tarzı olan cerrahımızı her geçen gün biraz daha bunaltmaya başlar. Zira köpeğin dönüştüğü insan tipi, cerrahımızın gizli bir şekilde hakir gördüğü, proleteryadan başkası değildir. Bu bağlamda her türlü kötü alışkanlığa sahip olan köpeğimiz, bunlar yetmezmiş gibi, birde yozlaşmış sistemden yararlanarak yavaş yavaş toplumsal statüsünü yükseltmeye başlar. Asıl dayanılmaz olanda budur. Eh, nede olsa cerrahımız ''Tanrı'' rolüne bürünmüş; ancak yarattığı aşağılık varlık tüm iğrençliğine rağmen ona denk, hatta ondan daha kudretli olmaya başlamıştır...
İşte zamanın her devresinde ve insanın varolduğu her toplulukta görebileceğimiz bu durum, benim için kitabı evrensel bir kerteye taşımaktadır. Bu yüzden de MEB'in okunacaklar listesine girememiş olan bu kitabın, kendi okunacaklar listesi olan her bireyin listesine girmesi gerektiğini düşünüyorum...