Saçlarını açmış ve kendi haline, hafif dalgalı haline bırakmıştı.
Bir süre güzel manzarayı izledi. Aslında sadece ağaçlardan başka bir şey görmese daha iyi olurdu ama boğaz bu atmosfere oldukça yakışarak ağaçların arasına sokulmasını telafi ediyordu.
Uzun kulaklı, basık burunlu, kafasından iki adet boynuz çıkan, gözleri oldukça kısık ve yukarı doğru çekik, saçları küçük omuzlarına kadar uzanan bir karış yüksekliğindeki garip bir yaratık yüzünde şaşkınlık ve ayıplama karışımı bir ifadeyle ona bakıyordu.
Yaratık oyuğun içine girdi ve el işaretleriyle gelmesini söyledi. Genç kız içeri yaratıkla beraber girer girmez oyuk kapandı, sonra hemen tekrar açıldı.
“Pan mı? Sen Pan’ı görebileceğini mi sandın? Yüce Pan, çayırların, bayırların, ormanların ve doğanın efendisi, böyle küçücük bir koruda ne gezsin. Ben onun elçilerinden biriyim. Birçok adım var, bana Apestalménos dediler, Ekpróso̱pos dediler, Delegato dediler ama sen bana kısaca Mikropan diyebilirsin.” “Elçilerinden biri mi?” “Evet. Her bir bölge için elçiler, yani bekçiler var. Ben bu küçük korunun bekçisiyim. Burayı korumakla görevliyim ve sen benim küçük ormanımı kirletiyorsun!” diye bağırdı genç kıza.
“Ağladın! İçindeki karmaşıklık, kararsızlık ağaçlarımı üzüyor. Onların zarif ruhlarını kimsenin böyle incitmesine izin vermem!”
“Burada zaman senin bildiğin gibi işlemez,” dedi Mikropan. “Merak etme. Döndüğünde vakit…” kızın çığlığıyla olduğu yerde geriye döndü.
Gözde hala en büyük tabumuzdu ve kilit üstüne kilit attığımız bir kutuda Gökay’la beraberdi,
“Pan ve bekçileri. Elçileri. İşte onlar bizden sorumludur. Bizi korurlar. Ölüm getirmezler, ama zamanı gelince bilir ve yas tutarlar. Ekolojik dengeyi düzenlerler, gökyüzü ile, Toprak ile, Güneş ile, Ay ile dostlardır."