Her şeyden önce şunu söylemem lazım; Başka bir "bölümlü" hikaye daha yazdığını görünce sandım ki tamam bu bitmiş artık, toptan okuyup yorum yapayım. Okudukça da notlarımı aldım uzun uzun. Sonra bir baktım, okunacak şeyler bitti; ama hikaye bitmemiş! O yüzden biraz beynim döndü. Tüh, keşke toptan yapabilseydim yorumumu. Öte yandan, şu anda bölümlü olarak aynı anda yazdığın iki öykü var galiba. Herhangi bir eleştiri yapmak, kötülemek niyetinde değilim; ama tek diyeceğim şey ikisine de gerekli özeni gösterdiğine emin olmalısın.
Şimdi bu çok uzun bir yorum, ve çok çetrefilli. Yer yer haddimi çok aşıyor olabilirim, rahatsız olursan söyle, silerim; ama olabildiğince yapıcı eleştirilerde bulunmaya çalışacağım. Şimdiden özür diliyorum eğer bir şekilde seni kırarsam.
Hop başladık:
Bölümler arasında en az sevdiğim ilk bölüm oldu. Bunun en büyük nedeni hikayenin çok sert bir biçimde yön değiştirmesi oldu galiba. Ben okuyordum, kız bir oğlanı unutmak istiyor, hayatına devam edecek; ama çok da üzülüyor falan derken bir anda küçük bir yaratık çıktı ortalığa. Buna kesinlikle kötü demiyorum, hatta şu an bu yorumu yazarken hoşuma da gitti; ama o çok ani ve çok sert dönüş beni rahatsız etti ilk bölümde.
Şimdi izninle okuduğum süre içinde teker teker aldığım notların üzerinden geçiyorum, sırası, geneli, özeli karışabilir.
Saçlarını açmış ve kendi haline, hafif dalgalı haline bırakmıştı.
Demişsin bir yerde. "Haline" sözcüğünün çift kullanımının rahatsız etmesinden çok, daha yumuşak bir anlatım olabilirmiş bu cümle gibi geldi. "Saçlarını açmış ve kendi hafif dalgalı haline bırakmıştı." gibi. Akıcılık konusunda büyük bir sorun görmedim bu bölümlerde; ama böyle küçük yerleri törpülemek hali hazırda iyi olan akıcılığı daha da iyi yapacaktır.
Bir süre güzel manzarayı izledi. Aslında sadece ağaçlardan başka bir şey görmese daha iyi olurdu ama boğaz bu atmosfere oldukça yakışarak ağaçların arasına sokulmasını telafi ediyordu.
Buradaki anlatımını beğenmedim. Başka şekilde ifade etmeliymişsin gibi geldi. Böyle olunca ilk cümlede diyoruz ki "boğaza nazırken boğazı görmek istemiyor" (ve bu güzel bir düşünce); ama sonra bir anda kabulleniyor bunu. Örneğin: "Bir süre manzaraya baktı. Ağaçların arasından sızan boğaz... Aslında sadece ağaçları görmek istiyordu. Buraya onlar için gelmişti; ama boğaza o kadar da kızmadığını farketti. Boğaz da oraya yakışmıştı. Oranın bir parçasıydı o da." gibi. Bu örnekleri hep olabildiğince genel anlamda veriyorum, içerikten çok yapıyı göstermek gibi. Ve dediğim gibi sınırlarımı aşıyorsam, hoşuna gitmiyorsa gerçekten özür dilerim.
Uzun kulaklı, basık burunlu, kafasından iki adet boynuz çıkan, gözleri oldukça kısık ve yukarı doğru çekik, saçları küçük omuzlarına kadar uzanan bir karış yüksekliğindeki garip bir yaratık yüzünde şaşkınlık ve ayıplama karışımı bir ifadeyle ona bakıyordu.
Hikayede birkaç kez karşılaştığım bir durum oldu bu. Unutma ki bize Bahar'ın bakış açısından bir hikaye anlatıyorsun. Her şeyin ortasında o, ve onun dünyayı algılayışı var; ama bu gibi betimlemerin metni bir hikayeden çok senaryoya dönüştürüyor. Bize Bahar'ın ne gördüğünü anlatmak yerine, ortamda varolan şeyleri tanımlamış oluyorsun. Bir de şöyle bir sıkıntı var ki, "kırmızı bir kapı" tamlaması, doğal ve normal bir tamlamadır. "Büyük kırmızı bir kapı" da öyle. Ve hatta "tokmağı kavranmaktan aşınmaya başlamış büyük kırmızı bir kapı" tamlaması bile makul; ama burada "
Uzun kulaklı, basık burunlu, kafasından iki adet boynuz çıkan, gözleri oldukça kısık ve yukarı doğru çekik, saçları küçük omuzlarına kadar uzanan bir karış yüksekliğindeki garip bir yaratık" diye bir tamlama kullanmışsın ve tekrar tekrar yavaşça okumam gerekti bu kısmı. Hem akıcılığı baltalamış, hem de demin bahsettiğim bakış açısı sorunuyla birleşince hikayenin belki de en önemli ikinci karakterinin ortaya çıktığı yerde sorunlar çıkmış. Örneğin şöyle bir şey olabilirdi: "Kafasını kaldırdığında ayaklarının ucunda bir şey gördü. Bir türlü neye benzeteceğini bilemedi. Küçük bir bedeni ve kocaman bir kafası vardı. Uzun kulaklı ve basık burunluydu. Kafasının tepesinde yükselen iki uzun boynuzu vardı. Keçi boynuzlarına benziyorlardı. Gözleri neredeyse çizgi gibi görülecek kadar kısıktı ve sanki boynuzlara doğru yarılmış hissi verecek şekilde çekikti. Küçük, biçimsiz omuzlarına bir tutam saçı dökülüyordu ve gözlerini dikmiş Bahar'a bakıyordu. Yaratığın yüzünde onu ayıplayan bir ifade vardı; ama bir yandan da şaşırmış görünüyordu."
Bu da aynı metni yazmanın en iyi yolu değil; ama yapısal olarak daha hikaye-anlatır bir hava veriyor. Burada önemli olan nokta, bizim okuyucu olarak hep Bahar'la ilgilenmemiz ve bu hikayeyi Bahar'ın yaşadığı kadar yaşıyor olduğumuz. Onun deneyimleri bizim deneyimlerimiz, o şekilde anlatılmayan her şey teknik ayrıntılar gibi geliyor.
Yaratık oyuğun içine girdi ve el işaretleriyle gelmesini söyledi. Genç kız içeri yaratıkla beraber girer girmez oyuk kapandı, sonra hemen tekrar açıldı.
Yine aynı durum. "Bahar içeri girer girmez oyuk kapandı. Bir anlık panikle nefesini tutarken aynı oyuk hemen tekrar açıldı." gibi bir şekilde, Bahar'ın deneyimini de içeri katacak bir şekilde daha iyi olabilir.
“Pan mı? Sen Pan’ı görebileceğini mi sandın? Yüce Pan, çayırların, bayırların, ormanların ve doğanın efendisi, böyle küçücük bir koruda ne gezsin. Ben onun elçilerinden biriyim. Birçok adım var, bana Apestalménos dediler, Ekpróso̱pos dediler, Delegato dediler ama sen bana kısaca Mikropan diyebilirsin.”
“Elçilerinden biri mi?”
“Evet. Her bir bölge için elçiler, yani bekçiler var. Ben bu küçük korunun bekçisiyim. Burayı korumakla görevliyim ve sen benim küçük ormanımı kirletiyorsun!” diye bağırdı genç kıza.
Böyle öyküler yazarken en büyük sorunlardan biri, karakteri ve özellikle okuyucuyu yeni bir mekana, dünyaya, duruma sokarken orayla ilgili verilmesi gereken önemli bilgileri nasıl vereceğindir. Yukarıdaki kısımda Mikropan kendisini Pan'ın elçilerinden biri olarak tanıttıktan sonra Bahar'ın "Elçilerden biri mi?" diye sorması ve onun cevabı da buna örnek oluyor. Ben de çok zorlanıyorum böyle bilgi vereceğim yerlerde, ve evet bir şekilde soruyu sordurup, cevabı da verdirtmen gerekiyor; ama bunu daha görünmez bir şekilde yapmaya uğraşmalısın bence. Yine hadsiz bir örnek veriyorum:
"“Pan mı? Sen Pan’ı görebileceğini mi sandın? Yüce Pan, çayırların, bayırların, ormanların ve doğanın efendisi, böyle küçücük bir koruda ne gezsin. Ben onun elçilerinden biriyim. Birçok adım var, bana Apestalménos dediler, Ekpróso̱pos dediler, Delegato dediler ama sen bana kısaca Mikropan diyebilirsin.”
"Mikropan mı?" diye sesli tekrarladı Bahar yürümeye devam ederken. Mikropan hafifçe başını sallamakla yetindi. Bahar daha önce bu kadar farklı türde ağacı birlikte gördüğünü hiç hatırlamıyordu. Kafası yukarıda, gökyüzünü saran dalları incelerken dalgın dalgın sordu.
"Demek bir elçisin. Pan kiminle haberleşiyor ki?"
Mikropan'ın küçük suratı bir an afalladı. Sonra kısa histerik bir kahkaha attı.
"Tüm bu ağaçların, rüzgarın, toprağın, ormanların birbiriyle başka nasıl konuşacağını sanıyorsun? Ben onun için burayı korur, göz kulak olurum. Bekçilik ederim, haberlerini alır ve haberlerini veririm." Yürüyüşü dikleşti, göğsü gururla kabardı."
Yine diğerine göre çok da muhteşem bir gelişme olmadı; ama bir şekilde diyaloga biraz daha fazla yedirebilmelisin o bilgileri.
“Ağladın! İçindeki karmaşıklık, kararsızlık ağaçlarımı üzüyor. Onların zarif ruhlarını kimsenin böyle incitmesine izin vermem!”
Sırf bu söz için bile tüm öykü okunmalı. O kadar sade, ve o kadar güzel ki.
“Burada zaman senin bildiğin gibi işlemez,” dedi Mikropan. “Merak etme. Döndüğünde vakit…” kızın çığlığıyla olduğu yerde geriye döndü.
Bak burada "Hanım" öykünde de değinmiş olduğum bir sorun var yine. Eğer Mikropan kızın çığlığıyla olduğu yerde geriye dönüyorsa, biz onun bakış açısından okuyoruzdur hikayeyi; halbuki hikayeyi hep Bahar'ın bakış açısından görüyorduk.
Ağaç karakterlerini biraz zayıf buldum. Gürgen'de çok değil; ama özellikle Porsuk'ta bir karakterden çok bir "tip" vardı. Çok tek yönlüydü. Böyle hikayeleri olan, konuşan, dinleyen şeylerse eğer bu ağaçlar, tıpkı hikayendeki insanlar gibi onların da kanlı canlı gelmelerini isterim ben.
Gözde hala en büyük tabumuzdu ve kilit üstüne kilit attığımız bir kutuda Gökay’la beraberdi,
Ve muhteşem bir parça daha. Gerek yukarıda bahsettiğim söz olsun, gerek burası olsun. Okuduğum zaman resmen dudağım kıvrıldı, farketmediğim bir gülümseme aldı yüzümü.
5. bölümün ilk birkaç paragrafı karışık geldi bana. Hani sanki 1-2-3-4-5 diye paragraf sırası varsa öyküde, 2-3-1-5-4 gibi düzenlenmiş gibi. Tekrar okumak zorunda kaldım, anlayabilmek için, akıcılığı baltalıyor olabilir.
“Pan ve bekçileri. Elçileri. İşte onlar bizden sorumludur. Bizi korurlar. Ölüm getirmezler, ama zamanı gelince bilir ve yas tutarlar. Ekolojik dengeyi düzenlerler, gökyüzü ile, Toprak ile, Güneş ile, Ay ile dostlardır."
Porsuk ağacı zamanında "forum?" "internet?" diye kalakalmıştı. Ben de başka bir ağaçtan "ekolojik" lafını duyunca bir anda yabancılaştım ve benim için gerçekçiliğini yitirdi karakter. "Ekolojik" yerine "doğal" gibi daha az bilimsel bir sözcük olabilir miydi acaba?
---
Evet notlarım bunlar. Tabii buraya hep gözüme takılan parçaları yazdım diye öykünü beğenmediğimi sakın düşünme. Gerçekten hoşuma gitti. Özellikle de Gürgen'in hikayesi. Tüm bu onu unutmak için ağaçlara anlatacaksın, senden bir şey isteyecekler, bir şey gömdürecekler vs. kurgusu enfes. Bizi taa çocukluğumuzdaki o sade masallardaki 3 görevi yerine getirirsen dileğin yerine gelecek kurgusuna geri götürüyor.
Genel olarak akıcılığın çok iyi. Gerçekten iyi bir kalemin var. Benim şahsi fikrimi soracak olursan, biraz daha uzun, biraz daha tek şey üzerinde uğraşarak yazarsan çok çok daha iyi şeyler de çıkacaktır elinden. İlgiyle takip edip merak da ediyorum zaten kaleminden çıkacak olan tüm öyküleri.
Umarım seni gücendirmemiş, kırmamışımdır bu yorumumla. Kalemine sağlık.