Evelyn belki de geç kalma korkusunun verdiği huzursuzluktan, belki de bu genç oğlanın pes etmeye niyeti olmadığını kabullendiğinden, ya da belki de sabrı tükendiği için, Leandre ile birlikte yürümeyi kabul etmişti:
"Bana sırf bu yüzden kızacağını pek sanmıyorum. Ama eğer dükkâna geç kalacak olursam üç kat büyük bir gazabı ensemizde hissedeceğimizle ilgili sana tam güvence verebilirim."
Bu kesin bir “yürüyelim artık”dı. Ya da Leandre öyle anlamış olacak ki, yüzündeki o anlamsız sırıtışı daha da belirginleştirerek, Evelyn’in kendine eşlik etmesini bekledi. Bu esnada az önce titremiş olan telefonu almak için elini çantasına daldıran Evelyn, yarım dakikalık bir uğraşın ardından, telefonunu bulmuştu.
Kendisini bekleyen Leandre’ye katıldı. Çok çok iki bulvar öteye kadar yürüyeceklerdi. Tahminen iki dakikadan fazla sürmezdi dükkâna varmaları. Evelyn yürümeye başladıktan sonra telefonun tuş kilidini kaldırdı ve telefonun titreme sesinin, tahmin ettiği üzere gelen bir mesajdan dolayı olduğunu anladı. Zira eğer biri aramış olsaydı, telefon çok daha uzun bir süre titrerdi. Mesaja tıkladı. Mesajı atan kişi, Marc’dan başkası değildi. Evelyn bu numarayı nerede görse tanırdı. Belki telefona kaydetmemişti, ama aklına kaydetmişti:
“Bu gece seni almaya geliyorum. Rahat bir şeyler giy. Dedene söyleyecek bir bahane bulursun, biraz geç döneceğiz.”
Evelyn mesajı okurken, küçük bir bulut, birkaç saniyeliğine Güneş ile Dünya arasındaki bağı koparmış, neden sonra öteki tarafa doğru seyre dalmıştı. Leandre bir şeyler konuşuyordu. Fakat Evelyn onu dinlemiyordu bile. Aklı mesaja gidip geliyordu. Marc ile sürekli buluşurdu, lakin hiçbiri böyle emrivaki olmamıştı. Merak ve şüphe benliğini sarmış bir durumda, attığı ritmik adımlardan bihaber, dükkâna doğru ilerliyorlardı.
Marc; Evelyn’in üniversitenin ilk yıllarında tanıştığı, iyi bir çocuktu. Aralarında, pek az insanın şahit olabileceği ve bu pek az insanın içinde, bir elin parmaklarını geçmeyecek kadar azının başından geçebilecek, gerçek anlamda kusursuz bir dostluk vardı. Belki de bunun temeldeki nedeni, birbirlerini olduğu gibi kabul edebilmeleriydi. Her insanın artı ve eksi yönleri vardır. Sadece bunları bilip kabul etme kapasitesine sahip insanlar, iyi dostluklar kurabilirler.
Kuvvetli bir rüzgarın bir anda kuzeyden esmeye başlamasıyla, Evelyn’in saçları bu akıma kendini kaptırdı ve uçuşmaya başladı. Bu serin rüzgarın da etkisiyle kendine gelmiş, telefonunu yeniden çantaya atmış, kendini yola vermişti. Belki Leandre'yi gönderdikten sonra, geri mesaj atabilirdi. Neyse ki, çok geçmeden dükkâna vardılar.
“Sanırım geldik, Evelyn” dedi Leandre hafif bir tebessümle. Evelyn etrafına bakındı. Üzerinde minik bir tabela asılmış, o tanıdık, küçük dükkanın önündeydiler gerçekten de. Tabelada “Heléne” yazıyordu. Bu, Evelyn’in annesinin ismiydi. Dükkanın eskiden daha farklı bir adı vardı. Evelyn dükkanın o eski adını hatırlamıyordu. Asla da öğrenemedi. Kızı öldükten sonra ihtiyar Rafael, dükkanın ismini “Heléne” olarak değiştirmişti. Belki kızı ölmüştü ama, ismini yaşatmak istiyordu ihtiyar. Oysa kimse ona dükkanın ismini neden değiştirdiğini sormamıştı o zamanlar. Ya gerektiği kadar umursamamışlardı, ya da adamın moralini bozmamayı düşünecek kadar fazla umursamışlardı.
“Ben burada ayrılayım, Evelyn” dedi Leandre. Kıza dostane bir şekilde elini uzatmıştı. Elinin havada durup sıkılmayı beklediği o kısa süre içinde, “Eğer senin için de sakıncası yoksa, gitmeden önce telefon numaranı alabilir miyim?” diye ekledi.
Bir an için Evelyn’in gözü, içerideki, eski tahta sandalyesinde oturan büyükbabasına kaydı. Bu sırada Leandre’nin eli hala havadaydı.