Bütün çarşıyı dolanmıştı ailesiyle. Çok değil 2 hafta sonra kuzeninin düğünü vardı. Aralarında bir soğukluk olsa da geçen yıllara rağmen, yine de kuzeniydi, birinci dereceden akrabaydı ne de olsa. Şık bir abiye almalıydı.
Canı sıkkındı,hem de çok. Giydiği hiçbir şeyi kendisine yakıştırmıyordu. Hiç olmadığı kadar çirkin ve bakımsız çıkmıştı sokağa bugün. Giydi, çıkardı. Baktı uzun uzun aynalara, bir sağa bir de sola döndü, inceledi. ''Hayır olmadı.''
Kabine her girdiğinde içi sıkılıyordu çünkü vücudunda 2 gün önce babasının acımadan vurduğu yerlerde güller bitmişti. Onlar öyle bir güldü ki; yüzüne tokat gibi çarpan, tenine sadece dikenleri batan güller, yüzündeki gülleri solduran mor güller...
Hiçbir şey olmamış gibi babası da inceliyordu giydiği elbiseleri. Satıcıların yanında övünüyordu kızıyla, '' Ne giyse yakışır benim kızıma.''
Güzel olduğunu söylerdi arkadaşları, görenler, tanıyanlar. Hemen hemen herkes... Mavi gözleri, beyaz teni simsiyah uzun saçlarıyla her ortamda dikkatleri kendinde toplamayı başarırdı. Allah vergisiydi,güzeldi.
İçinde yaşattığı öfkeyi ya da sevgiyi dışa vurmazdı çoğu zaman, öfke nöbetleri geçirse de bazen çok geçmeden sakinleşir pişman olurdu öfkesine yenildiği ana lanet ederdi. Çocuksu yüzündeki kocaman gülümsemesi gözlerine yansırdı. Ama bugün karabasanlar çökmüştü sanki yüzündeki güllere ya da mor basan mı demeli?
Yorulmuştu eve döndüklerinde. Bütün gün gezmesi dolaşması değil, her kabine girdiğinde tekrar eden kabus yormuştu Menekşe'yi. Odasına geçti,üzerini değiştirmeye hali yoktu. Oturdu yatağının üzerine dikkat kesilmiş bir şeyler duymaya çalışıyordu sanki. Duyduğunu sandığı sesleri daha yakınında hissediyordu. Olması gereken şu an en yakınındaydı. Tüyleri ürperdi geç kalınmışlığın tadına varmanın gururunu da yaşıyordu bir yandan. Geç kalınmışlığın gürültüsü olabilir miydi bu? Derin bir nefes aldı alabildiği kadar. Astım hastasıydı, ilaçlarını son birkaç haftadır kasıtlı olarak kullanmadığını anımsadı alamadığı nefesini verirken.
Üzerine oldukça bol gelen bembeyaz pamuklu geceliğini kıyafetlerinin üzerine geçirdi. Yine aynı kabusu yaşamak istemiyordu. Yere dizlerinin üzerine çöktü, kolarını en yukarıya kaldırdı, başını geriye attı. Artık nefes almakta daha da çok zorlanıyordu ama ismini koyamadığı huzuru bütün bedenini sarmıştı. En azından huzurluydu.
Gözünden akan yaşlar kulaklarına iniyordu. Sessizce ''Lütfen...'' dedi. İçinden yalvarıyordu belliydi. Dayanacak gücü kalmamıştı nefes alırken boğuluyormuşcasına sesler çıkardığının farkındaydı. Ayaklarının üzerine oturdu kolarını indirdi, kafasını yere eğdi. Sesinin çıkmaması için kendini zorluyordu. Dişlerini sıkmış gözlerini kapatmıştı.
Ormanda ...
Şelale sesi, yüzüne çarpan serinlik ve kuşlar ...
Karanlık ...
Bu çığlık tanıdık...
Seçimini yapmıştı. Ellerini balkon demirlerine dayadığında içini tarif edilemez bir huzur kaplamıştı. Ayakları yerden kesildiğinde uçuyor gibiydi ve nihayet beyaz elbisesinin içinde melekler kadar özgürdü Menekşe. Hayalini kurduğu özgürlük kuş sesleriyle birleşti. Yüzüne çarpan rüzgarı hissetmek ona keyif veriyordu. Bulutların arasından geçiyor olmalıydı, puslanmıştı gözleri göremiyordu artık önünü.
Güneş'e fazla yakınlaşmış olmalı,yüzü alev alev yanıyordu. Ya da yağmur mu yağıyordu? Ilık ılık başından gerdanına akan yağmurdu,tertemiz bir ilkbahar yağmuru.
Titreme sardı bedenini gerdanına sokulan ılık sel içini ürpertmişti. Yoksa yine mi nöbeti tutmuştu? Nefes almakta yine zorlanıyordu. Tamam haftalardı ilaçlarını kullanmıyordu ama bu huzurun içindeyken mi onu bulmuştu?
''Lanet olsun!''
Çığlıklar...
Ağıtlar...
Kuş sesleri ? Artık çok uzakta.
Soğuk, karanlık bir yerdeyim. Olduğum yerdeyim.