Ah Muhsin Ünlü'ye....
1-) ''kayıp bir turuncu kokusu var havada.''
Camlar evdekiler dışarısını görebilsinler diye mi vardır? Dışardakiler evlerin içindekileri göremesinler diye mi? Beton ve camın ortaklaşa planladığı ömür boyu hapishane hayatı yaşatmak projesinin mağdurları bizler miyiz? Mağdur olduğundan bihaber şaşkın gözler.
Camlardan vuran ışıklar gözlerimizi aydınlatıyordu. Çevre ensaf dükkanlarından yükselen tatlı uğultular kulaklara tıkanan pamuk kıvamındaydı.
''Bunları sen mi boyuyorsun?'' diye sordu Burçak. Eli fazla yer kaplamasın düşüncesiyle duvarlara asılan çizimlerin herbirine dokunmak için can atmaktaydı.
Sesi duvarlara yapışsın. Elimi duvara her vurduğumda buz soğukluğu sesi değil, içime kamp ateşi salan bir ses işitmek isterim. Aklım kazan sen kepçe.
Boya vurulacak onlarca çizgi var ki! Boyaların ruhunu tarif etsem, boyasan dudağını ruhunla kaynaşacak boyayla? Boyayamıyorum neden bilmem, boyasan diyorum. Bunu söyleyerek fark ettirmeden, gece gündüz çalışsam paralarımızın eşit gelmeyeceği bir şirketin reklamını yapmıyorum. Şu ağacı bambaşka yorumlayamam, Salvador Dalí değilim. Sulu boya fırçasını dudaklarıma sürterek keyiflerde kürek çırpıyorum.
Vedat da ruh bulmaz bedenimde, dedektiflik benim neyime? Katil uşaktır. Bunu da küflü bir filmde görmüştüm.
''Evet, tabii. Yılmaz çiziyor. Hayatımı o karşılıyor. O çiziyor, ben sadece boyaya buluyorum. Çok yeteniklidir Yılmaz. Burada gökteki yıldızlar kadar parlak olmadı. Çiziyor ve boyuyorum. Çizgiler olmazsa ben bir şey boyayamam, kazandığım her şeyi arkadaşıma borçluyum. Boyuyorum,'' dedim. Heyecandan cümlelerin sıralarını karıştıyor ve lâf salatası ya da saçmalama çorbası yapıyordum.
Aşçı oldum, fırça vurmadan para kazanabilirim.
''Yılmaz,'' diyor iri olmayan gözlerini kısarak. ''Tanışmak isterim Cenk. Fazlasıyla isterim. Bizi ne zaman bir araya getirebilirsin? İlerleyen günlerde buraya uğrasam onunla da tanışma olasılığım olabilir mi? Söyleşi de yapabilirim. Tabağı süsleyen sensin ve seninle konuştum. Onunla sohbet edip, iki lafın belini kırıp kemiklerini çizmesini isteyebilirim.''
Gülümsüyor.
Tablolardan daha güzel sırıtıyor. Kaliteli hayat kaliteli boyadan hoş gelir göze.
2-) ''çalgılar susar heves kalmaz.''
''Nerelerdesin ya?'' diye açılıyor telefon selamsız.
Yılmaz neredeydi bilmiyordum. O başka bir yerde ben başka bir yerde olduğumuzda dünya dengesinden kayıyor sanki, portakallar susuz, boyalar fırçasız kalıyor. Mideme limonsuz bir midye düşüyor.
Gök erik gibi kalıyor avcumda dünya. Bunu da âşık olduğum bir kitabın arkasında görmüştüm.
''Bir kız var, adı Burçak. Üniversitede okuyormuş, söyleşi yapmak için yanıma geldi. Benimle konuştu. Sakalın düşsün Yılmaz, seninle de konuşmak istiyor. Birkaç gün içinde atölyeye uğrayacak. Bende şu an buradayım. Geldiğinde uzaklarda olma, kıza ayıp olur. Bu kız farklı. Sen nerelerdesin arkadan sesler geliyor?''
''Cem Karaca'ya hayalindeki değeri veriyorum Cenk! Bangır bangır Karaca çalıyor evde! Kulaklarım Karaca dinliyor, kafam ne hâldeyse gözlerimin önünde karacalar hopluyor!''
''Tamam. Burçak işi olabilir değil mi?''
Ahizenin öte sularından bir müddet müzik sesi geldi.
''Şu kız, Burçak, olabilir elbette. İki gün sonra atölyede konuşabiliriz. Üniversitede hâlen bizim bölümümüze gidenler mi var? Gülüyorum.''
Gülüyor. Kahkaha atıyor ve ceviz ağacının hışırtılarını bastıyor.
''İçeri giren sarı kız bana bakmaz ki''
Yılmaz'ın evinden ahizeye dolan ses atölyede de yankılanıyor.
Ve bu gür ses yükselerek arşı deliyor.
Gökten gök erik düşmüyor.
3-) ''yıldızlara baktırdım, fallara çıkmıyorsun.''
''Burçak elini yanağına götürme elmacık kemikleri kutsaldır,'' diyor söyleşiden alınan zevki ileri seviyeye taşımak için kızın yüzünü çizmek isteyen Yılmaz.
''Tamam Yılmaz,'' diyerek karşılık veriyor. Samimiyet perdeleri yanıyor. Verilen öneri görünümlü gizli emri gerçekleştiriyor.
Esere bakıyorum. Yılmaz son aylarının en vurucu çalışmasını yavaş yapmak niyetiyle Burçak'ı sabırlı olması konusunda öğütlüyor. Sakalları kalemi tuttuğu sol eline sürtünüyor fakat o bundan hoşlanıyor ki, ciddiyetini bozmuyor, oflamıyor ve puflamıyor.
Sakalım olmadığı için fırçalara muhtaç oluyorum.
''Cenk de bunu boyayınca evinde göz alıcı bir tanrıça senin gözlerinle seni izleyecek.'' Çarpık sırıtış.
Yılmaz bunu söylerken kızı övüyordu. Burçak bunu fark etti, aradaki mesafe eksilere düşmeden kızardı. Ben de kızardım. Senin gözlerin derken, gözleri ne kadar iyi çizdiğini belirtiyordu kendini övmesini başkasının gözüne sokmayı sevmeyen arkadaş, aynı zamanda beni de övüyordu.
''Yılmaz gitmeliyim artık. Çok geç oldu. Biliyorsun Ankara trafiğinde tekerlek ilerler fakat bu tekerlek ne kadar zamanda ilerler kimseler bilmez. Havada karardı. Bir ara uğrarım. Çok teşekkür ederim. Çok geç oldu.''
Yılmaz susuyor.
Ruh olmuşum. Bedenen atölyedeyim. Ama ruhum. Hiçbir şeyde adım geçmedi ve geçmiyor. İkisinin sadece nefeslerini üstüme alınıyordum. Varmışım yokmuşum. Kanadı olmayan kuşum. Onlara göre boya fırçalarını boyaya batıran ve resim dersine ödev yetiştirmesi gereken saçları amerikan tarzda kesilmiş bir tabloydum.
Yıldızların eşliğinde Türk kahvesinin değer kat sayısını arttırmanın yolunu tutuyorum.
1-) Altay Öktem, Açık Kalp Ameliyatı.
2-) Attilâ İlhan, An Gelir.
3-) Cemâl Sâfi, Rüyalarım Olmasa.