Ender'in Oyunu, Orson Scott Card tarafından yazılmış olup Ender serisi, Ender saga, Enderverse olarak da bilinen serinin ilk kitabı. Kitap ilk olarak 1977 yılında Analog Science Fiction and Fact dergisinde kısa hikaye olarak yayınlandı. Daha sonra yazar hikayeyi bir romana dönüştürdü. Bu dönüşümün başarılı olduğunu varsayabiliriz. Çünkü kitap 1985 Nebula ve 1986 yılı Hugo ödüllerini kazanarak, Hugo ve Nebula'yı ortak kazanan o elit kitaplardan biri olmayı başardı. Ender saganın devam kitabı olan Ölülerin Sözcüsü'nün de bir Hugo ve Nebula ortak kazananı olduğunu söylemem size serinin kalitesi hakkında bir fikir verebilir.
Kitabın başlangıcında Böcek denilen dünya dışı bir türün dünyamızı kolonileştirmek için iki kez saldırdığını ve ikinici savaşta insanlığın neredeyse yok olmanın eşiğine geldiğini öğreniyoruz. Savaşın kazanılmasının tek sebebi ise devletin yetenekli(potansiyel gördüğü) çocukları toplayıp, onları özel bir eğitimden geçirerek olabilecekleri en iyi komutan olmalarını hedefleyen eğitim sistemi. Bu sistem tarafından yetiştirlen efsanevi komutan Mazer Rackham, ikinci istila sırasında böcekleri durdurmayı başarmış ama bu olayın üzerinden yıllar geçmiş durumda. Dolayısıyla donanma kendisinin ve de muhtemelen insanlığın son şansı olan mükemmel lideri yeniden bulmak zorunda. İnsanlığın hayatta kalbilmek için aradığı kusursuz komutanın çabucak bulunması gerekiyor çünkü üçüncü istila yaklaşıyor ve hazırlanacak çok az zaman var.
Bu noktada devreye Andrew Wiggins isimli, üçüncü lakaplı Ender giriyor. Normal şartlar altında en fazla iki çocuk yapılabilirken devlet umut vadeden çocukların ailelerinin Üçüncü bir çocuk yapmasına izin veriyor. Ender de ismini burdan alıyor; ordunun ısmarladığı üçüncü çocuk. Daha fazla ilerlemeden, Ender karakterinin oluşmasında bana göre en fazla etkiye sahip olan iki kişiden biraz bahsetmek gerekiyor.
Peter Wiggins kardeşlerin en büyüğü. Deha derecesinde parlak ve aynı derecede zalim. Manipulasyon ve yıkım konusunda uzman. İnsanları tehdit etmede, onların zayıf yönlerini ve korkularını keşfedip bunları kullanma konusunda oldukça yetenekli. Aynı zaman da Ender'in en büyük kabusunun kaynağı-onun gibi olma korkusu-. Valentine ise Wiggin kardeşlerin ortanca olanı. En az Peter ve Ender kadar zeki ama uysal bir kişiliğe sahip. Peter sosyopat olmaya çok yakın olduğundan, Valentine ise şefkati yüzünden donanma okuluna çağrılmıyorlar.
Ender'in doğumuyla birlikte Ender-Peter-Valentine arasındaki ilşki şekillenmeye başlıyor. Peter, Ender'in kendisinin yeteri kadar iyi olmadığının ispatı olduğunu düşündüğü içini hayatını Ender'in yaşamını cehenneme çevirmeye adıyor. 6 yaşına gelip, Ender donanma okuluna gelene kadar da bu durum değişmiyor. Çoğunlukla Peter tarafından taciz edilen Ender ve onu korumak için gücünün yettiği her şeyi yapmaya hazır Valentine.
Hikaye Ender'in hayatında değer verdiği tek insan olan Valnetine'ı geride bırakıp donanma okuluna gitmesiyle devam ediyor. Zaten ilk kitapta genel olarak Ender'in küçük bir çocuktan insanlığı kurtarabilecek taktiksel bir dehaya dönüşmesini izliyoruz. Bu dönüşümü izlemek pek keyifli değil açıkçası, hatta çoğu zaman düşündürücü ama her şeye rağmen gerçekleşiyor. Yazarın hayatta kalma içgüdüsünün insana yaptırabileceklerinin neredeyse sınırı olmadığını göstermekten çarpık bir zevk aldığını düşünüyorum ben. Evet sorularımız şu insanlığın hayatta kalması için kaç insanı harcayabiliriz, yüzlerce çocuğu alıp onları birer silaha çevirebilir miyiz, başka bir türü zeka sahibi bir türü yok edebilir miyiz, soykırım hangi durumlarda kabul edilebilir?
Kitap boyunca yaygın olan temalardan bir tanesi kişilik çatışması. Yazar bu temayı Ender karakteriyle işlerken alışılmışın dışında bir iyi-kötü savaşını merkeze almış. Peter ve Ender'in savaşı ve aradaki köprü olan Valentine. Hikaye ilerleken, bir yandan bize iyi olarak lanse edilen Ender karakterinin sürekli test edilerek, yalnız bırakılarak, kabul edilmesinin tek yolunun diğerlerinden daha iyi olduğunu ispatlamak olduğu bir ortam
yaratılarak bir insandan düşmanlarını yok etmenin her zaman en etkili yolunu bulmayı başaran bir yok ediciye dönüşümünü görüyoruz. Diğer tarafta ise canavar olarak bildiğimiz Peter'in insanlığın ortak düşmanı yok edildikten sonra dünyada yüzyıllardır süren barış ortamının bozulacağını farkedip, bu kaos ortamının kendi ihtiyacı olan fırsat olabileceğini düşünerek, kardeşi Valentine ile barışı korumak için politikaya atılmasını izliyoruz.
Peter'ı motive eden dürtü güç arzusuyken Ender'inkinin hayatta kalma isteği olması elbette fark yaratıyor. Fakat yazar sonunda, Peter'ı bir savaşı engelleyip milyonlarca insanın hayatını kurtarabilecek bir konuma koyarken, Ender içinse olası bir soykırımın baş sorumlusu olabileceği bir ortam hazırlıyor. Bu durum klişe sayılabilecek her iyinin içinde bir kötü, her kötünün içinde bir iyi vardır tezini yazarın çok farklı ve bence
özgün bir biçimde işlemesini mümkün kılıyor.
Bahsedilmesi gereken diğer konu ise kitabın geneline yayılmış olan bireysel ihityaçlar ve çoğunluğun iyiliği çatışması. Yazar bu tartışmada genel olarak daha yüce bir iyilik için azınlığın feda edilebileceği görüşünü benimsemiş durumda. Bu bir bakımdan kitabı daha da çarpıcı yapıyor. Çünkü kitap boyunca bize sürekli gösterilen verilen kayıplar. Kurtarılmaya çalışılan dünyanın nasıl bir yer olduğunu bilmiyoruz. Okuldaki çocuklar 5-6 yaşında evlerinden koparılmışlar. Kendilerini neredeyse hiç tanımadıkları insanlar için tehlikeye atıyorlar. Bu sebeple, yaşananlar gerçekten gerekli mi sorusunu sorarken buluyoruz kendimizi. Benzer bir durumla ne pahasına olursa olsun kazanmak konusu işlenirken karşılaşıyoruz. Askeri bir okulun kazanma odaklı bir eğitim sisteminin olması anlaşılabilir. Çünkü kaybetmek çoğunlukla ölüm demek. Fakat yazar burada da aynı soruyu sordurmayı başarıyor. Kazanmak için ne kadar ileri gidebilirsiniz?
Kitap genellikle bu havada geçiyor. Okurken sürekli yeni sorular sormaya zorluyor sizi. Cevaplara gelince bir cevap olduğundan pek emin değilim açıkçası. Yine de ders niyetine bir motto benimseyelim kitaptan(daha çok seriden). Doğru olduğunu inandığınız şeyi yapın ve bedelini ödeyin.
Not: Ben aslında serinin ikinci kitabı Ölülerin Sözcüsü hakkında bir şeyler yazmak istemiştim. O kitap bence çok daha güzel ama sebebini anlamadığım bir şekilde ilk kitap hakkında konuşuyorum. Gerçi yazar da Ölülerin Sözcüsü kitabı için anlaşma yaptıktan sonra bir yerde tıkanmış. Daha sonrasında hikayenin öncesini yazmadan kitaba devam edemeyeceğine karar verip bir kısa hikaye olan Ender'in Oyunu'nu romana dönüştürmüş. Belki de Ender'in Oyunu olmadan, Ölüler'in Sözcüsü hakkında konuşmak imkansızdır.