Gözlerimi açtığımda kadife gibi yumuşacık olan yatağımda yatar haldeydim. Mürekkep siyahı tahta kemiren böceklerin, altımda doymak bilmeden yatağımı yediklerini hissediyordum. Tahtanın kemirilme ve böceklerin yaprak hışırtısına benzettiğim sesleri dışında oda sessizdi.
Yatağımda doğrulduktan sonra ayağa kalktım. Odanın perdelerini çekip altın sarısı güneş ışığının içeriyi aydınlatmasına izin verdim. Elimi yüzümü yıkadıktan sonra ahşap merdivenlerden aşağıya indim. Kapua`yı, yarı aydınlık yarı karanlık olan odada mum ışığı eşliğinde kitap okurken buldum. Kim bilir ne zamandan beri uyanıktı. "Günaydın," diyerek selamladım onu. Bana hiç bakmadan, "günaydın," demekle yetindi. Tamamen kitaba konsantre olmuştu. Kestane rengi gözleri satırları okurken büyüyor, bir aşağı bir yukarı dönüyordu.
"Ne zamandan beri buradasın? " Diye sordum mum ışığını söndürürken.
"Sanırım hiç uyumadım." Gözleri, yüzü hatta konuşması bile yorgun gelmişti bana. İsteksizdi.
"Sabah oldu ve doğa uykusundan uyandı dostum. Bu sabah hava güzel; kelebekler uçuşuyor, kuşlar ötüşüyor. Biraz ara verip bahçeye çıkmaya ne dersin? Sana iyi gelecektir."
Sözlerime anlam veremediğim bir şekilde öfkelenmişti. Kitabın kapağını sertçe kapatıp ayağa kalktı. "Benim kitap okumaya ihtiyacım var, Kamaka. Yaşayabilmem için, insan olduğumu hatırlayabilmek için okumaya ihtiyacım var; dışarıya çıkmaya değil."
Kitabı yerine koyduktan sonra merdivenlere doğru ilerledi. Yürürken sarhoş gibi yalpalıyordu. Merdivenlerdeki son basamağa geldiğinde: "Ben odamda olacağım. Eğer bir şey olursa seslen," diye bağırdı.
Kapua`nın anlam veremediğim tepkisine üzülmüştüm. Sadece ona yardımcı olmak istiyordum. Bu sabahki hali mumdan farksızdı. Mum gibi hala işe yarıyor ama bir yandan da eriyip gidiyor, tükeniyordu; ve ben buna izin veremezdim.
Bu sabah, uzun bir aradan sonra ilk kez tek başıma kahvaltı yapmak zorunda kalmıştım. Kapua varken muhabbet eder, gülüşür, eğlenerek kahvaltı yapardık. O bana gür ve etkileyici sesiyle gazete haberlerini okurdu. Ama şimdi ne bir ses, ne bir neşe ne de eskilere dair muhabbetlerimizin olduğu kahvaltı yoktu bu sabah. Derin ve beni korkutan bir sessizlik vardı. Bulaşıkları yıkarken yalnız ve arkamdan bıçaklanmaya hazır hissediyordum kendimi.
Kahvaltımı yaptıktan sonra bahçeye çıkmaya karar verdim. Ev halimle dışarıya çıktım. Güneş, koyu yeşilliğin süslediği dağların arasından yükseliyordu. Pamuk gibi yumuşacık ve sıcak olan otlar zümrüt gibi parıldıyordu sanki. "Tanrım, ne güzel bir sabah," diye düşündüm. Ama keşke Kapua`da yanımda olsaydı. Bir kitap meselesi yüzünden kavga etmiştik. Bilmiyorum. Belki de ben öyle düşünüyordum. Belki sadece ufak bir atışmaydı ve Kapua uyandığında unutmuş olacaktı.
Arka bahçeye dönüp elma ağaçlarına baktım. Kırmızı kırmızı elmalar, ağacı süslüyordu. Ağaca yük olmaması için elmaların birkaçını topladım. Topladığım elmaları ceplerime doldurup tekrar ön bahçeye döndüm. İçeri girmeden önce tekrar etrafa bakmak istedim. O sırada gülmek geldi içimden. Koskoca arazide sadece dört veya beş ev vardı. "Bahse girerim bu evlerde de bizim gibi oğulları tarafından tatil yalanıyla gönderilmiş yaşlılar yaşıyordur," diye düşündüm.
İçeriye girmeden önce posta kutusu gözüme takıldı. İçimden bir ses o kutuyu açmamı çünkü içinde önemli bir şey olduğunu söylüyordu. Paslanmış ve boyası çatlamış posta kutusunu dikkatle açtım. Heyecanla kutunun içine baktım. Tanrım, içinde saman sarısı bir zarf duruyordu!
Elim ayağıma dolaşır gibi oldu. Zarfı alsam mı almasam mı bilemedim. Meraklanıp zarfı açmaya karar verdim. Zarfı açarken ellerim istem dışı sallanıyor, titriyordu. En sonunda zarfı açtığımda kocaman harflerle şunlar yazılmıştı: "Yalnız değilsiniz dostlarım...Gökyüzüne bakmanız yeterli. Sizler seçildiniz. Sakın görevinizi unutmayın."
Şaşkına dönmüştüm. Ne göreviydi? Biz, ne zaman seçilmiştik, kimdi bunu gönderen? Bir yandan korkuyor bir yandan güneşin altında donuyordum sanki. Soğuk... dondurucu derecede soğuk bir rüzgar esiyordu üstüme.
Bunu Kapua`ya söylemeliydim. Titreyerek içeriye girdim. Mektup yavaş yavaş elimde eriyordu. Zamanım yoktu. Mektup olmadan, Kapua bana inanmazdı. Güler geçerdi. Hemen basamakları çıkıp Kapua`nın odasına daldım. Odasındaki masaya oturmuş kitap okuyordu yine.