Ben bu kitabı sevmedim :/
Başta Bülent Bey olmak üzere beğenenlerin fikrine saygım sonsuz, o yüzden bu satırları yazmak beni biraz üzüyor. Ama fikrimi belirtmeden de duramayacağım; en azından farklı bir bakış açısı getirmiş olurum.
Kitaba başladığımda gayet umutluydum aslında. İlk sayfasındaki betimlemeleri cidden sevdim. Ayrıca Jake Marlowe karakteri de gözüme bayağı ilginç geldi. Düşünsenize; yüzlerce küsur yaşında, ta 1800'lü yıllarda yaşamış, pek çok şey görmüş, yaşama doymuş, hatta bıkmış bir kurtadam var karşımızda. Üstelik de son kurtadam... Ve peşinde DOKET adlı, canına kast etmiş gizli bir örgüt var. Ufukta güzel bir macera gözüküyor diye düşünüyorsunuz.
Sonra Jake'in arkadaşı, koruyucusu, minyonu Harls çıkıyor ortaya. Aralarında "Tanrı öldü, ironi hala neşeli bir şekilde yaşamaya devam ediyor," gibi bir cümle geçiyor. Normal diyorsunuz, sonuçta hayatta kalabilmek adına öldürmek zorunda kalan bir kurtadamın yaradılışı sorgulamasından daha normal bir şey olamaz. Sonra Harls'ın homoseksüel olduğunu öğreniyor, kitapta çarpık şeyler göreceğimizin ilk sinyalini alıyoruz. Umursamıyoruz, ne de olsa hem hayatın bir parçası hem de bir kitapta ilk kez görüşümüz değil böyle şeyleri.
Derken "Tanrı yok ve onun bize verdiği tek emir yaşamak," diye abuk sabuk, o ana kadar okuduğumuz her şeyle çelişen bir cümle geliyor. 'E madem yok, ne diye emrine uyuyorsunuz?' diye düşünmeden edemiyorsunuz.
Sonra Jake dışarı çıkıyor ve o noktadan itibaren sürekli kafasından geçen düşüncelere, fikirlere, Tanrı'nın olmadığını her an kanıtlama çabalarına, hayattan ne kadar bıktığına, ne kadar bıktığına, ne kadar bıktığına, ne kadar bıktığına, ne kadar bıktığına dair sonu gelmez bir anlatı başlıyor ve kitabın neredeyse ortalarına kadar bu böyle devam ediyor. Bu esnada Glen Duncan da Jake'in ağzından sürekli ne kadar zeki olduğunu çabalama, etkileyici laflar etme, okuyucuya zekasını kanıtlamanın peşinde koşuyor (Ama tüm o zekasına rağmen kadınlık organını tanımlamak için dünyadaki en kaba kelimeden [cunt] başka bir şey düşünme zahmetine katlanmıyor.)
Ve daha da kötüsü bunu yapamaması, becerememesi. Afili laflar etmeyi ön plana, hikaye anlatımınıysa ikinci, hatta üçüncü plana attığı için okurken feci derecede sıkılmanıza ve "Kapa artık şu lanet çeneni!" diye bağırmanıza neden olan bir yazar kendisi. Neden mi? Çünkü ana karakteri üzerine ateş açılırken banka reklamlarını, o reklamda oynayan kadının seksi dudaklarını ve ekonomik krizi düşünüyor. Paragraflarca... Üzerine bir vampir saldırırken Amerikan Sapığı kitabından bahsedip onu eleştirmeye ve onunla ilgili anılarından bahsetmeye başlıyor. Paragraflarca... Koskoca Eflatun'un ilkelerini sekse bağlıyor ve o değerli şahsı pis kokulu bir hayvana benzetiyor. Kitaptaki tüm kadınlar birer seks objesi ve değerleri "sinsi" vajinalarının (onun kadar kaba olamadığım için kusura bakmayın) "kokularına" göre belirleniyor. Hazreti Meryem ile Havva da bu muameleye dahil...
Dahası sürekli olarak Tanrı'yı aşağılama ve yokluğunu okuyucuya kabullendirme peşinde ama ne ironiktir (geri zekalılık, aptallık, acizliktir) ki karakteri başı her sıkıştığında o "olmayan" Tanrı'nın adını ağzına alıyor, "Bunu sadece Tanrı bilir," gibi laflar ediyor, hatta DUA ediyor. (Bunun ironi olduğunu hiç ama hiç sanmıyorum bu arada.)
Bitmedi, her şey bitince, senaryo aniden keskin ve beklenmedik bir dönüş (twist) alınca sıra okura geliyor ve resmen zekanızla dalga geçiyor. "Bunu sen bile görememiştin değil mi ey okur?" O ana kadar tek bir ipucu vermediğin bir gelişmeyi Deus Ex Machina yöntemiyle yüzüme fırlattın; bunu nasıl görebilirim ki "sayın" yazar?
Kitaptaki seks sahnelerini gereksiz detaylı buldum. Yani... kitaplarda seks olabilir, bunu bir yere kadar kabul edebilirim. Ama seks için sekse karşıyım. Hele ki iş 18 yaşındaki ergenlerin "Ona tam 6 kez çaktım ama aletim hala taş gibi," gibi cümlelerine gelince gözlerimi devirmeden edemedim. Fantastik ve bilimkurguda buna karşıyım. Bu tarz şeyleri okumak istesem Whatpad'e girer, ergen pornosu okurum. Ya da Grinin Elli Tonu'na balıklama dalarım. "Son Kurtadam, fantastik edebiyatta yepyeni bir soluk" başlıklı bir kitabı değil...
Sonra... Gelelim en gıcık olduğum yerine... Hayattan ne kadar bıktığına, ne kadar bıktığına, ne kadar bıktığına, ne kadar bıktığına, ne kadar bıktığına dair sonu gelmez laflar eden anti kahramanımız "âşık" oluyor ve bir anda hayatta en çok değer verdiği insan olan karısını unutuyor, yaşama isteğini kaybettiğini unutuyor, o ana dek yaptığı her şeyi unutuyor ve kadının "bir tarafının" derdine düşüyor... Neden? Duncan o noktada kitabını üçlemeye çevirmeye karar veriyor da ondan.
Kitabı okuduktan sonra üşenmedim, oturdum ve Duncan'ı araştırdım. "Ben, Lucifer" kitabında da seksin ve tanrıyı yermenin ön planda olduğunu gördüm. Son Kurtadam'ın ikinci kitabı Talulla'nın Yükselişi'nde sadece karakterin cinsiyetinin değiştiğin, yine arsızca sevişen ve tanrı olgusunu durmadan yeren bir karakter gördüğümüzü öğrendim. Duncan'ın en az 3-4 kitabında da aynı temanın işlendiğine şahit oldum.
Duncan bununla da kalmıyor, verdiği bir röportajda fantastik edebiyatı bir porno yıldızına benzetiyor, yani gösterişli ama içi boş olarak tanımlıyor. İngiliz meslektaşlarına da kendisi gibi yazamadıkları için kabiliyetsiz yaftası yapıştırıyor. Peki kim bunlar? China Mieville, Lewis Carroll, J.G. Ballard, Neil Gaiman, Terry Pratchett... aklınıza "edebi" yazmayan kim gelirse.
Kısacası ne bu kitabı ne de Glen Duncan'ı sevdim. Bu kitabını... pardon, "kağıt israfını" da kimseye önermiyorum. Kendisinin de başka bir kitabını okumayı kesinlikle düşünmüyorum.
Başta da belirttiğim gibi, sözüm meclisten dışarı. Herkesin zevkine saygım sonsuz. Buraya kadar okuma zahmetine katlananlara da teşekkür ederim
