Garip bir şekli olan (bilim adamları buna geoid diyorlardı), eliptik bir yörüngede, küçük kardeşinin heyecanla etrafında dönüp durmasına aldırmadan usul usul ilerleyen Dünya'nın sayısız şehirlerinden birisinde, kendi halinde bir apartmanın orta katlarında bir odanın kapısı savrularak açıldı ve içeriye, sıradan görünümlü birisi girdi. Adam dengesini korumakta zorlanıyor gibiydi, ellerini iki yana açmıştı. Kısa sürede bu garip şekilli gezegenin yer çekimine alışmış olacaktı ki, duruşunu düzeltti ve odanın ortasında bulunan çalışma masasına doğru ilerledi.
Yolculuğu bir hayli kısa sürmüş, fazlasıyla dolu dolu geçmişti. Öyle ki, bir iki günlüğüne turist olarak gezme fırsatı bulduğu Diskdünya'dan sonra yıllarını geçirdiği kendi dünyası (Geoid-dünya) ona garip geliyordu. Bir kere bu dünya fazla renksizdi ya da Diskdünya'da fazladan bir renk vardı. Bu dünyada fay hatlarının hareketleri gibi sıkıcı şeyler vardı, Diskdünya'da ise fillerin huysuzluğu... Güneş bu dünyayı elinde (ya da çekiminde) oynatıyordu, Diskdünya'da ise "Hepimiz aynı A'Tuin'in yolcusuyuz.".
Adam sandalyeye otururken kendi kendine gülümsedi. Diskdünya'nın yerlilerine ne demeliydi? İçinde kendi çapında bir sanatçı taşıyan fotoğraf kutusu, oldukça renkli giyimi ve kişiliğiyle bela çeken turist, engin büyü bilgisi kadar şansı olan bir büyücü, kahramanlar, belki de evrenin en tehlikeli varlığı olan bir sandık ve daha niceleri...
Kendi dünyasına dönmeden önce bir hatıra getirmek istemişti ama gezisi sırasında tanıştığı büyücü bunun tehlikeleri konusunda onu uyarmıştı. "Diskdünya'dan bir parça götürürsen..." demişti, "...peşinden neyin geleceğini bilemezsin.". Adam cebinden altın olan ama aslında altın olmayan bir parayı çıkarıp gülümsedi. En fazla ne olabilirdi ki?
O sırada oda birden soğudu. Cehennem zebanilerini titretecek kadar hem de. Ve sesler, belki korkudan belki de başka bir yerde işleri olduğunu hatırladıklarından, odayı terk ettiler. Zaman ise durmuştu, belli ki bu anı kaçırmak istemiyordu. Adam; elinde ne kadar keskin olduğunu hiç merak etmediği bir tırpan tutan, baştan aşağı siyahlara bürünmüş figürü görünce istemsizce mırıldandı.
"Ah, olamaz..."
Figür; karşısındakini, ödünü dışkısına karıştırıp akli dengelerini yerle bir etme yöntemiyle sakinleştirmeye çalışırcasına bir ses tonuyla konuştu.
"OLUR OLUR."
**
Öncelikle; DeliDolu, sen koca bir çılgınsın.
Kitabın başlarında, Diskdünya'nın fiziğini anlatmaya başladığında "Haydi bakalım, başlıyoruz." demiştim. Tamamen orjinal bir evrenin okuyucunun anlayışına sunulması, altından kalkılması zor bir iş. Pratchett bunu güle oynaya, her sayfada yeni bir sürprizle, yeni bir hicivle, farklı şakalar ve olaylarla başarmış. Sürekli yaratıyor, sürekli eğlendiriyor ve sürekli kendisine şapka çıkarttırıyor efendim, durduramıyoruz!
Monty Python izler gibi okudum kitabı. Karakterler, olaylar, anlatım tarzı, hepsi şahaneydi. Orjinalini okumadım ama gördüğüm kadarıyla, çeviri de bir hayli başarılıydı. Hani böyle bir yazarın eserini çevirmek de göz ister, nizam ister.
Okuma rehberinden devam!
Not 1: Kitabın arka kapağına yapıştırılmış haritayı görünce ağladım. Okuyucuyu bu kadar da şımartmayın ama...
Not 2: Şanssızlığı dillere destan, sadece tek bir büyü bilen büyücü ile beladan belaya atlayan ve hiç oralı olmayan turist birlikteliği bana Marius'la oynadığımız bir frp oyununu hatırlattı. Rincewind'in tepkilerini çok iyi anlıyorum.
