M.S. 968 - 8 Şubat
Kışın hakim olduğu Viking toprakları beyaza bürünmüştü. Genç bir köleydim. Yeni sahiplerimin evinde onlara hizmet veriyordum. Görevim seyislikten, temizlikçiye değişiyordu. Ama atlardan anladığım için sahibim Thorvald atlarını hep bana emanet ederdi. Kendisi ve eşi dinlerine çok bağlıydılar. Hıristiyanlar ve Paganlar yaşadığımız yerde yarış ve kavga halindelerdi. Kuzey tanrılarına bağlı Thorvald'ın ağzından "Freya aşkına!" lafı hiç düşmezdi.
Oğlu ve kızları vardı ancak onlarla pek içli dışlı değildim. Henüz Throvald'ın, Yseult'la yattığımdan haberi yoktu. Kimsenin yoktu. Bilselerdi bana ne yaparlardı bilemiyorum, ateşle oynuyordum.
Bu pagan ailenin "thrall"ı olarak ben Tyrker (artık böyle çağırılıyordum), kendimce yaşıyor, hayattan bir beklentiye girmeksizin karnımı doyuruyordum. Nitekim kabuslarım da hep annemi, babamı, kardeşlerimi ve vahşice katledilen ailemi görüyordum. Ancak onları katledenler başka, bu Vikingler başkaydı. Onları yargılayamazdım, aksine onlara şükretmeliydim, bana çok iyi davranıyorlardı.
Ancak tüm bu Vikinglerin içinde biri vardı ki, benim en iyi dostum olmuştu: Erik.
Erik, çok güçlü bir adamdı, benimle aynı yaştaydı. Yeni yeni çıkan kızıl sakalları vardı. Uzun kızıl saçları da Yseult'un ki gibi omuzlarına dökülürdü. Kalkanı sırtında, kılıcı belinde dolaşırdı, çok iyi bir savaşçıydı.
On sekiz yaşlarımdaydım o zamanlar. Bu sagayı yazma fikri daha doğmamıştı.
Ama şimdi yazıyorum. Yazıyorum ki Kızıl Erik'in yaşam öyküsünü duymayan kalmasın.
Çünkü biliyorum, ozanlar ve skaldlar yalan uyduracak, palavralar atacaklar.
Tarih adlarımızı çarpıtacak, gerçeği efsane yapacak.
Ama ben doğruyu söyleyeceğim.
Bir gün şafak vakti, kalpağım başımda, Thorvald'ın midillilerini tımar ederken, sırtıma biri şaplak attı.
"Tyrker! Ne yapıyorsun?"
Dönüp gülümsedim dostuma. Yine de saygımı bozmadım, o da benim sahibimdi:
"Atları tımar ediyorum efendim."
"Atlayı tımay ediyoyum efenim! Idun'un elmaları adına, bana efendim deme! Canımı sıkma Tyrker."
Halbuki ben r'leri düzgün söylerdim.
"Peki..." dedim ve kaldım. Ona ne desem bilememiştim.
"Bana Erik diyeceksin. Ben de sana Tyrker diyeceğim. Şimdi dostum Tyrker, üç senelik kardeşim, iki midilliyi eyerle, beraber gezineceğiz."
"Emreder-"
"Seni taş kafalı, bana kölevari konuşmalar yapma! Hadi be Tyrker. Seni ısırmayacağım. Bana Erik de."
"E... Erik."
"Gördün mü? Kolaymış!"
Gülmeye başlayınca, karşımdaki Viking de gülmeye başladı. Sonunda kahkahalar atarken atları eyerledim ve bana söyleneni yapmaya koyuldum.
"Laski'ye ne de iyi bakmşsın. Yelesi pek yumuşak Tyrker."
Laski beyaz, üzerinde kahve hareler olan mavi gözlü güzel bir kısraktı. Erik'in en sevdiği at da Laski'ydi. Ben de yaşlı Kolfaxi'nin üzerine atladım. Sonra da Erik'i takip etmeye başladım.
"Erik..."
"Konuş Tyrker!"
"Nereye gidiyoruz?"
Beni dostu bellemiş adamdan cevap gelmedi. Atlarımızın toynakları kara bata çıka ilerliyorlardı. Şafağın sessizliğinde ilerledik.
Yaşadığımız balıkçı kasabasından iyice uzaklaşmıştık. Artık meraklanmaya başlamıştım.
"Erik! Nereye gidiyoruz?"
Erik ormanın içine girdi. Cevap alamadığımdan onu takibe koyuldum.
İşte o şafağın ortasında,
O güzide günün ışığında,
Kara ormana girdik.
Kuzgunlar fısıldarken, kurtlar ulurken,
Ayılar izler, geyikler koşarken,
Atlarımızdan indik."Sana iki şey vereceğim." dedi Thorvald oğlu Erik.
"Buyur Erik."
"İlki vereceğim bir sır. Bana sır tutacağına dair yemin et."
"Yemin ederim."
"Sen hangi tanrıya inanıyorsun?"
"Bilmiyorum..."
"Yemin et. Şerefin üzerine yemin et."
"Şerefim üzerine yemin ederim. Sırrını tutacağım."
"Babam Thorvald... O birini öldürdü."
Şaşırdım. Sahibim Thorvald Asvaldsson iyi ve nüfuzlu bir pagandı. Kimseyi öldürmek için bir sebebi yoktu, kimsenin de onu öldürmek için.
"Kimi?" diye sordum.
"Olof Haakonson'u. Bizler Rogaland'da iken. Bize ilk getirildiğin zaman. İzlanda'ya gelmeden önce. O zamanlar küçüktük."
"Nasıl yani? Neden? İzlanda'ya bunun için mi geldik?"
İzlanda'daydık. Bundan aşağı yukarı üç sene önce gelmiştik bu adaya. Ancak o zamanlar buraya gelmemizin sebebini ticaret zannediyordum.
"Evet Tyrker. Babam o adamı bir avuç fasulyesini çaldığı için öldürdü. Bir avuç fasulye. Zavallı adam fakir düşmüş eski bir savaşçıydı. Yaşlı Olof hıristiyandı. Babamın sözde sihirli fasulyelerini açlıktan yedi. Babam da onu göz kırpmadan boğazladı."
"Fasulyeler... Niçin Erik?"
"Zavallı adamı fasulyelerin birazını çalarken görmüştüm. Dediğini dün gibi hatırlarım:
'Thorvald oğlu Erik! N'olur kimseye bahsetme. Bahsetme ve Yaşlı Olof'un karnı bugünlük doysun!'"
"Sen ne yaptın Erik?"
"Onu korudum. Ama babam öğrendi. Sonra Olof öldü. Bu haber hemen Jarllara gitti. Biz sürgündeyiz Tyrker. Babam ve ailesi olan biz sürgündeyiz."
Böylece öğrendim Thorvald'ın katil olduğunu.
Birbirinin kurduydu insanoğlu.
Bazıları fasulye, bazıları katır,
Kimisi kadın, kimisi bakır,
İçin öldürüyordu.Ve Thorvald oğlu Erik başını kaldırdı. Bal rengi gözleri kısıldı:
"Şimdi de sana kılıç veriyorum. Bu da ikincisidir. Sen artık azat edildin. Ben Erik Thorvaldsson, seni thrall olmaktan azat ediyorum. Bundan sonra sen benim adamımsın, benim dostumsun, benim için kan dökeceksin."
Bana uzatılan enli Viking kılıcına bakakaldığımı hatırlarım. Ağzım açılıp da bir şey diyemiyordu.
"Tyrker. Macar Tyrker. Ben her şeyi biliyorum. Anlatılanı da anlatılmayanı da. Yseult'la her ay yattığını da biliyorum."
Gözlerim fal taşı gibi açıldı.
"Ben... Ben minettarım size. Erik-"
"Kes ağlamayı! Buraya bunun için gelmedik. Sana her gün bunu kullanmasını öğreteceğim. Her şafak vakti. Öğreneceksin Tyrker. Öğreneceksin ki bu sefil hayattan uzaklaşalım. Benim yaşıtlarım Kral Sarışın Harald'ın gemileriyle akınlar yapıyor, kadın ve altın elde ediyorlar. Bense babamın paganlığı yüzünden burada balık tutuyorum. Seninle bir gün kadere boyun eğdireceğiz. Anlaşıldı mı Tyrker? Eğdireceğiz. Ben kaderin kölesiydim. Sen de Vikingler'in. Şimdi kimsenin kölesi olmayacağız!"
Coşkuyla doldum. Erik'in gözleri parlıyordu. Artık kimsenin kölesi değildim. Ne de mutlu bir andı.
"Yaşa Kızıl Erik!" dedim bağırarak. Hayattaki ilk ve tek dostuma sarıldım. İşte o gün, Erik'e ben hep Kızıl Erik der oldum, o da bana sağ kolum der oldu.
Hayaller kurduk, kıyıya çarpan dalgalara bakarak.
Kılıç savurduk, hayaller kurarak.
Kalkan tokuşturduk, kılıç savurarak.
Güçlendik, kalkan tokuşturarak.
Adam olduk, güçlenerek.
Sözler verdik, adam olarak.
Kardeş olduk, sözler vererek.
Yoldaştık artık,
Kardeş olarak.İşte dostlar, Tyrker'in İzlanda'daki o mutlu sabahı yazgısını değiştirmeyi öngören yeminlere dönmüştü. Kızıl Erik bana o gün babasının kılıç koleksiyonundan bir tanesini gizlice verdi ve gizlice azat etti. Tüm bunlardan hiç kimsenin haberi olmadı. Kardeşim kendinden çok emindi:
"Bırak babamı, bundan Odin'in bile haberi olmayacak! Kuzgunları Huginn ve Muninn, buralara kadar uçamazlar ona haber vermek için. Bu ormanı ruhlar koruyor!"
Gençliğimize ait en önemli anı bu yemin günüdür. Bir diğer anımsa yanan bir aşkla sevdiğim İskoç kızı Yseult'a aittir. Bunu anlatmayı bir sonraki bölüme sakladım ki, sevdiğim kızı nasıl sevdiğimi bundan sonra doğup ölecek tüm Vikingler bilsin. Bilsinler ki, kadın böyle sevilir, kışın açıp ölen kardelenler gibi değildir aşk. Ancak Vikingler'in yine de bu konuyu pek önemseyeceklerini sanmıyorum, ne de olsa hep daha güzele ve daha zengine yönelir soylular.
TYRKER'İN KURTULUŞU BURADA SONA ERERKEN,
KADINA VE KILICA OLAN AŞKI DA BURADA BAŞLIYOR.