Caner, elinde iki gazete arasına sıkıştırdığı bir dergi olduğu halde bir kafeye girdi. Etrafı süzen gözlerle çevreyi araştırdıktan sonra az ileride Ahmet'i gördü. Ahmet oturduğu yerden kalkmadan, kendini belli etmek için Caner'e el salladı. Caner başındaki şapkayı düzeltip arkadaşının yanına gitti, sağ elini Ahmet'e doğru uzatarak tokalaştı. Gazeteleri masaya bıraktı, garsonu çağırıp bir şıra istedi. Ahmet'e dönerek fısıldadı:
-Yeni haberler var, dedi. Konuşurken kimse duymasın diye özellikle masaya eğiliyordu. Bunları biri duyup ihbar etse tutuklanacağının bilincindeydi. Ahmet ise Caner'in aksine arkadaşına bir gülümseme gönderip rahat bir şekilde önünde ki Osmanlıca gazetelerin arasından Türkçe bir gazete çekti. 5 dakika boyunca göz attı. Sonra gülümsemesi bozuldu, gazeteden gözünü ayırmadan:
- Bu çok saçma! TDK’nin internet sitesinden Güncel Türkçe sözlük özelliği kaldırılamaz. Osmanlıcaya çevrilmiş, eski Türk harfleriyle yazılmış kitapların evlerden tek tek toplatılıp yakılacağı da yazıyor. Zaten hemen hemen yazılı her şeyi yok ettiler.
-Evet, ama artık sadece ''hemen hemen yok etmek'' ile kalmak istemiyorlar, bütün hepsini yok etmek istiyorlar. Değişimden önce dili tamamen kaldırmak istiyorlar.
Garson şıraları masaya getirdiğinde ikisi de gazeteyi saklayıp sustu. Garson sessiz bir şekilde şıraları masaya bırakırken Osmanlıca gazetelerin arasında duran Türkçe bir gazete gözüne çarptı. Gördüğünü belli etmemeye çalışarak Ahmet ve Caner'e gülümseyerek masadan ayrıldı. Kasa'daki kızı geçip müdüriyete girdi. Kapı hafifçe tıklatıp içeriden müdürün ''Girin'' diyen tok sesi gelince kapıyı açıp içeri girdi:
-Müdür bey, rahatsız ediyorum. Fakat içerideki iki adam ellerinde eski Türk harflerinin yazılı olduğu bir gazete okuyor ve gayet de muhalif gözüküyorlardı.
Müdür, sesi tok olduğu kadar kendisi de şişman ve yaşlıydı. Henüz 50 yaşında olan bu adam, gözlüklerinin üstünden yorgun gözlerle sakin bir şekilde garsona baktı:
-Ne yapılacağını biliyorsun. İhbar et ve sessiz bir şekilde tutuklandıklarından emin ol. Mekânda telaş ya da olay istemiyorum. Bunları söyledikten sonra tekrar önünde ki e-bulmacaya döndü. E-bulmaca uygulaması bilgisayardaydı. Bilgisayar ise yer kalabalığı etmesin diye masaya monte edilmişti. Garson, müdürden talimatı alıp odadan çıktı. En yakında bulunan tele-ekrana giderek 155 numarasını söyledi. Uzun süren bir sessizlikten sonra ekranda bir polis memurunun yüzü göründü.
-İyi günler, İstanbul Emniyet Müdürlüğü. Size nasıl yardımcı olabilirim?
-Alo. Ben Taxim Meydan Kafe’den arıyorum. Burada Türkçe yanlısı 2 zanlı var. Biri beyaz ve sade bir Türkçesi var. Diğeri ise hafif esmer ve diğerinden daha kısa bir adam. Oturdukları masada ise Osmanlıca ve Türkçe karışık gazeteler yayılmış bir şekilde duruyor.
-Pekâlâ, adresiniz GPS sistemimizde göründü. Ben size hemen 1 dil polisi ekibi yolluyorum.
-Peki, teşekkürler. Hayırlı vazifeler.
Tele-ekranın kapatma tuşuna bastıktan sonra vatandaşlık görevini yerine getirmenin verdiği rahatlıkla servise devam etti. 10 dakika sonra içinde 2'şer dil polisinin bulunduğu iki tane, güneş enerjisi ile çalışan yeni nesil polis sunmobil araçları kafe’nin önüne geldi. Dil polislerinden ikisi araçlarından inerek kafe’ye girdi. Diğer ikisi de beklenmeyen bir olay olursa destek için araçlarında kaldı. Polislerden diğerinden daha uzun ve genç olanı deniz yeşili gözleriyle durgun bir şekilde pek de fazla kalabalık olmayan kafe’yi taradı. İhbarda verilen tarife tıpatıp uyan 2 kişinin oturduğu masaya doğru yaklaştı. Üniformasının sol üst yakasından çıkardığı polis e-kimliğini çıkardı.
-İhbar var, beyler. Kimliklerinizi görebilir miyim?
-Tabii ki. Elinde ki kimlik göstericinin bir düğmesine basarak mavi bir kimlik ortaya çıkardı. Polis elinde ki kimlik okuyucuyu kimlik göstericiye tutarak kimliği tarattı. 10 saniye sonra okuyucuda kırmızı bir ışık yandı. Polis kısa bir süre göz attıktan sonra iyi günler diledi. Aynı şekilde diğer polise kıyasla daha kısa ve esmer olan polis de masanın diğer tarafında oturan genç adama aynı uygulamayı yaptı. Fakat bunda da yanlış bir durum çıkmayınca, o da iyi günler dileyip masadan uzaklaştı. Çıkışa doğru ilerlerken kısa olan polis uzun olana:
-Yanlış ihbar aldık yine, sanırım.
-Bu, bu hafta ki kaçıncı yanlış ihbar? Ya birileri bizimle dalga geçiyor ya da adamlar çok iyi kaçıyorlar.
2 dil polisinin içeri girdiğini gören Caner, Ahmet’i dürterek başıyla polisleri işaret etti. Ahmet ilk başta anlamadı ama sonra yakalarındaki koyu mavi ayırmacı görünce dil polisi olduklarını anladı. Ahmet gayet sakin bir şekilde Caner’e dönerek:
-Gazeteleri topla. Türkçeleri Osmanlıca olanların arasına sıkıştır ki görmesinler. Hesabı ödeyip kalkalım, dedi. Caner, Ahmet’in aksine telaşa kapılmıştı. Elleri titreyerek hemen gazeteleri topladı. Ahmet az önce onlara servis yapan garsona değil de diğer garsona bir işaretle hesabı istediğini anlattı. 20 saniye içinde hesap geldi. Polisler hala kimlik taraması yaparken Caner ve Ahmet hızlıca hesabı ödeyip dikkat çekmeyecek kadar sakin ve yavaş bir şekilde kafeden çıktılar. Polis arabalarını da geçip yeterince uzaklaştıktan sonra Caner Ahmet’e dönerek:
-Bu sefer de ucuz atlattık, dedi. Ahmet sanki az önce yakalanma tehlikesi atlatmamış gibi yüzüne bir gülümseme yerleştirdi:
-Ama bir gün yakalanabiliriz.
Dipçe: Öykü hakkındaki eleştirilerinizi yorumlarınızı öğrenmek istiyorum. Hem sizinle paylaşmak, hem de fikirlerinizi almak istedim