Kayıt Ol

Türkçesiz

Çevrimdışı

  • **
  • 106
  • Rom: 2
    • Profili Görüntüle
    • Emrecan Doğan
Türkçesiz
« : 03 Aralık 2015, 19:41:26 »
Caner, elinde iki gazete arasına sıkıştırdığı bir dergi olduğu halde bir kafeye girdi. Etrafı süzen gözlerle çevreyi araştırdıktan sonra az ileride Ahmet'i gördü. Ahmet oturduğu yerden kalkmadan, kendini belli etmek için Caner'e el salladı. Caner başındaki şapkayı düzeltip arkadaşının yanına gitti, sağ elini Ahmet'e doğru uzatarak tokalaştı. Gazeteleri masaya bıraktı, garsonu çağırıp bir şıra istedi. Ahmet'e dönerek fısıldadı:

-Yeni haberler var, dedi. Konuşurken kimse duymasın diye özellikle masaya eğiliyordu. Bunları biri duyup ihbar etse tutuklanacağının bilincindeydi. Ahmet ise Caner'in aksine arkadaşına bir gülümseme gönderip rahat bir şekilde önünde ki Osmanlıca gazetelerin arasından Türkçe bir gazete çekti. 5 dakika boyunca göz attı. Sonra gülümsemesi bozuldu, gazeteden gözünü ayırmadan:

- Bu çok saçma! TDK’nin internet sitesinden Güncel Türkçe sözlük özelliği kaldırılamaz. Osmanlıcaya çevrilmiş, eski Türk harfleriyle yazılmış kitapların evlerden tek tek toplatılıp yakılacağı da yazıyor. Zaten hemen hemen yazılı her şeyi yok ettiler.

-Evet, ama artık sadece ''hemen hemen yok etmek'' ile kalmak istemiyorlar, bütün hepsini yok etmek istiyorlar. Değişimden önce dili tamamen kaldırmak istiyorlar.

Garson şıraları masaya getirdiğinde ikisi de gazeteyi saklayıp sustu. Garson sessiz bir şekilde şıraları masaya bırakırken Osmanlıca gazetelerin arasında duran Türkçe bir gazete gözüne çarptı. Gördüğünü belli etmemeye çalışarak Ahmet ve Caner'e gülümseyerek masadan ayrıldı. Kasa'daki kızı geçip müdüriyete girdi. Kapı hafifçe tıklatıp içeriden müdürün ''Girin'' diyen tok sesi gelince kapıyı açıp içeri girdi:

-Müdür bey, rahatsız ediyorum. Fakat içerideki iki adam ellerinde eski Türk harflerinin yazılı olduğu bir gazete okuyor ve gayet de muhalif gözüküyorlardı.

Müdür, sesi tok olduğu kadar kendisi de şişman ve yaşlıydı. Henüz 50 yaşında olan bu adam, gözlüklerinin üstünden yorgun gözlerle sakin bir şekilde garsona baktı:

-Ne yapılacağını biliyorsun. İhbar et ve sessiz bir şekilde tutuklandıklarından emin ol. Mekânda telaş ya da olay istemiyorum. Bunları söyledikten sonra tekrar önünde ki e-bulmacaya döndü. E-bulmaca uygulaması bilgisayardaydı. Bilgisayar ise yer kalabalığı etmesin diye masaya monte edilmişti. Garson, müdürden talimatı alıp odadan çıktı. En yakında bulunan tele-ekrana giderek 155 numarasını söyledi. Uzun süren bir sessizlikten sonra ekranda bir polis memurunun yüzü göründü.

-İyi günler, İstanbul Emniyet Müdürlüğü. Size nasıl yardımcı olabilirim?

-Alo. Ben Taxim Meydan Kafe’den arıyorum. Burada Türkçe yanlısı 2 zanlı var. Biri beyaz ve sade bir Türkçesi var. Diğeri ise hafif esmer ve diğerinden daha kısa bir adam. Oturdukları masada ise Osmanlıca ve Türkçe karışık gazeteler yayılmış bir şekilde duruyor.

-Pekâlâ, adresiniz GPS sistemimizde göründü. Ben size hemen 1 dil polisi ekibi yolluyorum.

-Peki, teşekkürler. Hayırlı vazifeler.
Tele-ekranın kapatma tuşuna bastıktan sonra vatandaşlık görevini yerine getirmenin verdiği rahatlıkla servise devam etti. 10 dakika sonra içinde 2'şer dil polisinin bulunduğu iki tane, güneş enerjisi ile çalışan yeni nesil polis sunmobil araçları kafe’nin önüne geldi. Dil polislerinden ikisi araçlarından inerek kafe’ye girdi. Diğer ikisi de beklenmeyen bir olay olursa destek için araçlarında kaldı. Polislerden diğerinden daha uzun ve genç olanı deniz yeşili gözleriyle durgun bir şekilde pek de fazla kalabalık olmayan kafe’yi taradı. İhbarda verilen tarife tıpatıp uyan 2 kişinin oturduğu masaya doğru yaklaştı. Üniformasının sol üst yakasından çıkardığı polis e-kimliğini çıkardı.

-İhbar var, beyler. Kimliklerinizi görebilir miyim?

-Tabii ki. Elinde ki kimlik göstericinin bir düğmesine basarak mavi bir kimlik ortaya çıkardı. Polis elinde ki kimlik okuyucuyu kimlik göstericiye tutarak kimliği tarattı. 10 saniye sonra okuyucuda kırmızı bir ışık yandı. Polis kısa bir süre göz attıktan sonra iyi günler diledi. Aynı şekilde diğer polise kıyasla daha kısa ve esmer olan polis de masanın diğer tarafında oturan genç adama aynı uygulamayı yaptı. Fakat bunda da yanlış bir durum çıkmayınca, o da iyi günler dileyip masadan uzaklaştı. Çıkışa doğru ilerlerken kısa olan polis uzun olana:

-Yanlış ihbar aldık yine, sanırım.

-Bu, bu hafta ki kaçıncı yanlış ihbar? Ya birileri bizimle dalga geçiyor ya da adamlar çok iyi kaçıyorlar.

2 dil polisinin içeri girdiğini gören Caner, Ahmet’i dürterek başıyla polisleri işaret etti. Ahmet ilk başta anlamadı ama sonra yakalarındaki koyu mavi ayırmacı görünce dil polisi olduklarını anladı. Ahmet gayet sakin bir şekilde Caner’e dönerek:

-Gazeteleri topla. Türkçeleri Osmanlıca olanların arasına sıkıştır ki görmesinler. Hesabı ödeyip kalkalım, dedi. Caner, Ahmet’in aksine telaşa kapılmıştı. Elleri titreyerek hemen gazeteleri topladı. Ahmet az önce onlara servis yapan garsona değil de diğer garsona bir işaretle hesabı istediğini anlattı. 20 saniye içinde hesap geldi. Polisler hala kimlik taraması yaparken Caner ve Ahmet hızlıca hesabı ödeyip dikkat çekmeyecek kadar sakin ve yavaş bir şekilde kafeden çıktılar. Polis arabalarını da geçip yeterince uzaklaştıktan sonra Caner Ahmet’e dönerek:

-Bu sefer de ucuz atlattık, dedi. Ahmet sanki az önce yakalanma tehlikesi atlatmamış gibi yüzüne bir gülümseme yerleştirdi:

-Ama bir gün yakalanabiliriz.

Dipçe: Öykü hakkındaki eleştirilerinizi yorumlarınızı öğrenmek istiyorum. Hem sizinle paylaşmak, hem de fikirlerinizi almak istedim :)

Çevrimdışı

  • ***
  • 581
  • Rom: 47
  • Hayvan Yemeyelim!
    • Profili Görüntüle
    • http://bulentozgun.blogspot.com/
Ynt: Türkçesiz
« Yanıtla #1 : 03 Aralık 2015, 20:32:19 »
Öykünün dünyasını anlamak için yeterli uzunlukta değil metin. Ama hoşuma gitti okuduğum kadarı. İki arkadaş konuşurken öz Türkçe konuşsalardı, diğerleri de Osmanlıca sözcükler kullansalardı öyküye hayran kalırdım. Bu haliyle de merak uyandırıyor. Devamını okumak isterim.

Çevrimdışı cankutpotter

  • ****
  • 1233
  • Rom: 14
    • Profili Görüntüle
    • Büyülü Kale, Hayallerinizin adresi.
Ynt: Türkçesiz
« Yanıtla #2 : 03 Aralık 2015, 21:03:05 »
Merhabalar.


Çok güzel bir öykü; ancak olaylar biraz hızlı gelişiyor ve ne olduğunu anlamak için yeterince vaktimiz olmuyor. Yukarıda söylendiği gibi diğer insanlar osmanlıca konuşsa durum daha anlaşılır olabilirdi elbette. Ancak okuması çok zevkli bir öykü devamını okumak isterim. :)
İnsan, hayalleriyle vardır.

Çevrimdışı

  • **
  • 106
  • Rom: 2
    • Profili Görüntüle
    • Emrecan Doğan
Ynt: Türkçesiz
« Yanıtla #3 : 04 Aralık 2015, 09:51:22 »
periyodik neşriyat, öncelikle yorumun ve zaman ayırıp okuduğun için teşekkür ederim. Ben Osmanlıca konuşma kısmını bugün Türkiye'de hala bulunan bölgesel ağızlarla-yazı dili farkı gibi düşünmüştüm. Ama bunu dikkate alıp o yönde değiştireceğim öyküyü.

cankutpotter, sana da yorumun ve zaman ayırıp da okuduğun için teşekkür ederim. Osmanlıca konusu yukarıda anlattığım gibi :) Ama 2 kez alınca öneriyi 2 kez düşüneceğim. 

İkinizin ortak noktası ise: Bu öykü merkez olarak açıklayıcı ve daha kapsamlı distopik bir uzun öykü yazmam. Doğru mu anladım yorumları? :) İkinize de tekrar teşekkür ederim yorumlarınız için.

Çevrimdışı Engin YILDIRIM

  • *
  • 27
  • Rom: 1
    • Profili Görüntüle
Ynt: Türkçesiz
« Yanıtla #4 : 10 Ocak 2016, 11:14:47 »
Naçizane birkaç önerim olacak
Öykü bu haliyle daha uzun bir metinden alıntı gibi duruyor. Buna neden olanlar: Dil ayrımı en baştan okuyucuya sunuluyor. Öykünün adında başlayarak neyle karşı karşıya olduğumuzu tahmin edebiliyoruz. Sona geldiğimizde ise final bulamayınca anlıyoruz ki öykünün anlatmak istediği sadece dil ayrımı olan bir zaman dilimiymiş.
Öykü eğer böyle kalacaksa kurguyla oynanıp bu dil meselesi gizlenmeli ve finalde açıklanmalı.
Öykü zenginleştirilip daha uzun bir metne dönüştürülecekse bir kaç ekleme ile daha geniş bir giriş haline dönüştürülüp sonrasında okuyucuyu vuracak olaylar ve akışlar eklenmeli.
Tamirci

Çevrimdışı

  • **
  • 106
  • Rom: 2
    • Profili Görüntüle
    • Emrecan Doğan
Ynt: Türkçesiz
« Yanıtla #5 : 13 Ocak 2016, 20:31:11 »
Öncelikle zaman ayırıp okuduğunuz ve yorumunuzu da esirgemediğiniz için teşekkür ederim tabii sıkılmadan bitirmek de ayrı bir teşekkür sebebi :)

Evet, öykünün konuyu okurun tam olarak anlaması için yeterli uzunlukta olmadığı yukarıda da belirtildi. Bu durumu göz önüne alarak öyküyü geliştireceğim. Kitaplaşabilecek bir uzun öykü olabilir-ya da kim bilir bir roman- Değerli yorumlarınızı değerlendireceğim.

Zaman ayırdığınız için tekrar teşekkürler :)

Çevrimdışı azizhayri

  • ***
  • 581
  • Rom: 1
    • Profili Görüntüle
Ynt: Türkçesiz
« Yanıtla #6 : 10 Haziran 2016, 09:14:50 »
Merhaba:
Karanlık bir gelecekten özellikle dil açısından karanlık bir gelecekten söz ediliyor. Korktum. Böyle giderse benzer durumları yaşayabiliriz diye korktum. Diğer mkonulara gelince...
Öncelikle iki arkadaştan söz edilirken Caner ve Ahmet kelimelerinin sıkça kullanılması beni rahatsız etti. Onun yerine arkadaşı dostu vb olsa daha mı iyi olurdu diye düşündüm.Bir başka nokta Periyodik Neşriyatın dediği gibi aradaki farkı bize vurgulamalıydın. Patron, garson ve polisler ağdalı bir osmanlıca kullanmalıydılar bizim arkadaşlarsa akıcı bir türkçe. Sahi merak ettim bu arkadaşlar neci, öğrenci mi yoksa bir büroda çalışan mı? Ambiyansta da bu değişiklikler verilebilirdi. Bir başka nokta delikanlıların kaçışlarında heyecan yoktu. İçeri polis girecek arama sorgulama yapacak ve iki adam ellerini kollarını sallayarak gidecekler. Sence bu mümkün mü? Özellikle onların korkularını ve kalp atışlarını hissetmeliydik. Ve bence kafenin müşterilerinden de bu tür tepkileri almalıydık. Destekleyenlerde olabilirdi karşı çıkanlarda.
Sonuç olarak ilk başta söylediğim gibi korktum. Ama iyi bir öykü olduğunu düşünüyorum. Eline sağlık...
"İnsanlığın en büyük trajedilerinden biri ahlakın din tarafından ele geçirilmesidir." Sir Arthur Charles Clark

Çevrimdışı

  • **
  • 82
  • Rom: 4
    • Profili Görüntüle
Ynt: Türkçesiz
« Yanıtla #7 : 03 Ağustos 2016, 16:58:28 »
Aslında hikayede işlenen "Osmanlıca" ve "Türkçe" ile ifade edilen kavramlar yer değiştirildiğinde, harf devrimiyle beraber yapılan uygulamanın toplum nezdinde oluşturduğu etkinin tahayyül edilebilmesi açısından neredeyse faydalı sayılabilecek bir öykü. Uzun zamandır kullanılan bir alfabenin milletin talebiyle değil de devletin zorlamasıyla değiştirilmesinin nasıl bir Orwell distopyasına dönüşebileceğinin güzel bir örneği. Ancak yazarken bunları düşünmediğinizi varsayıyorum.

Öte yandan, Osmanlıca ile ilgili yaygın rastlanan yanlışa bu hikayede de düşülmesi beni gerçekten üzdü. İşin enteresan tarafı, geniş bant internetin ülke genelinde yaygınlaşmasının üzerinden neredeyse 20 yıl geçmesine rağmen ülkemizdeki insanların hala bu konuda bilgi eksikliği yaşayabilmesi inanılabilecek gibi değil. Dilim döndüğünce bu eksikliğe açıklık getirmeye çabalayacağım.

"Osmanlıca" olarak tabir edilen şey başlı başına kendi sözcükleri olan bir dil değil değerli arkadaşım. Osmanlıca, Türkçe'nin (evet bildiğimiz, bugün hala konuştuğumuz Türkçe), arap alfabesinin birazcık değiştirilmiş bir versiyonuyla yazılmasıdır. Teknik olarak Osmanlıca konuştuğu söylenen bir kişinin konuştuğu dil Türkçedir. Osmanlı Devleti'nin hala varlığını sürdürdüğü yıllarda konuşulan Türkçe, içerisinde bolca Farsça ve Arapça kelimeler içeriyordu. Ancak bu kelimeler de yabancı kökenli Türkçe kelimeler olarak kabul edilmektedir. Hala selamlaşmakta kullandığımız "Merhaba"nın esasen Farsça, "Selam"ın Arapça oluşu gibi. Televizyon kelimesi ne kadar Türkçe ise, bu kelimeler de o kadar Türkçe kabul edilmektedir.

Dolayısıyla bugünkü Türkçe'ye atfen öyküde ifade edilen "Türkçe", aslında Osmanlı alfabesi yerine Latin alfabesiyle yazılan Türkçedir. Kısaca, harf devrimi ile bir lisan devrimi yapılmamış, sadece Batı'ya entegrasyonu kolaylaştırabilmek için alfabe değişikliğine gidilmiştir.

"Peki Osmanlıca metinleri niye okuyamıyoruz, okusak da anlayamıyoruz, divan edebiyatı şiirleri neden Felemenkçe gibi geliyor kulağa" derseniz, bunun sebebi dediğim gibi zamanla kelime haznemizin Farsça-Arapça kökenli kelimelerden Fransızca-İngilizce kökenli kelimelere kaymasıdır. Örneğin; "teşrik"in yerini "partnerlik" almıştır. Konuştuğumuz dil hala Türkçedir, ancak bir zaman makinesine binip 1800lere gitsek Anadolu'da hemen hemen hiç kimse "partner" dediğimizde ne demeye çalıştığımızı anlayamaz, dolayısıyla bugün bizlerin de "gafil ne bilir neşve-i pür şevk-i vegayı" cümlesini anlamakta zorlanmamız gayet doğal.

Uzun lafın kısası, Osmanlıca denilerek bir nevi hortlak gibi gösterilmeye çalışılan şey basitçe eskiden daha fazla kullandığımız kelimelerdir, hepsi bu. Unutmamak gerekir ki 1950'lere 60'lara kadar yazılan eserlerin bir çoğu bu kelimeleri yoğun biçimde kullanmıştır (hatta Nutuk'un orijinal metni de Osmanlıca'dır, alfabesi dahil.), hatta günümüzde halen Hukuk terminolojisi ağırlıklı olarak eski Farsça-Arapça kökenli Türkçe kelimelerden oluşmaktadır. Şahsen bunlarda korkulacak bir şey görmemekle beraber herkesin fikrine saygım var.

Öykünün kısa olduğuyla ilgili eleştirilere ise katılmıyorum. Bence yeterince açıklayıcı olmuş ve vermeye çalıştığı mesajı gayet başarılı bir şekilde aktarıyor. Yalnız, polis bir ihbar alıp bir yeri aramaya gelirse kapıya da mutlaka birisi dikilir, başıma geldi oradan biliyorum :) Onlar çıkmadan siz çıkamazsınız yani :)

Yine de güzel bir öyküydü, güçlü duygular ve derin düşünceler barındıran, taşıdığı mesajı olan bir eserdi. Bu bakımdan seni kutluyorum ve çalışmaların devamını temenni ediyorum.

Keşke ben de böyle anlamlı şeyler yazabilsem :)
"Demire şeklini veren demircinin iradesidir, çekicin darbesi değil." - Turram oğlu Kopram, Hakon'un demircisi

Çevrimdışı

  • **
  • 106
  • Rom: 2
    • Profili Görüntüle
    • Emrecan Doğan
Ynt: Türkçesiz
« Yanıtla #8 : 19 Kasım 2016, 01:13:17 »
Öncelikle övgü dolu sözler için teşekkürler. Sonrasında Orwell distopyasını bugünku dil devrimini kastederek kurgulamadım çünkü bu öykü yazılırken 2014'tü. O yıl sosyal bilimler lisesinde ve imam hatipler de Osmanlıca okutulmasi gündemdeydi ve tartışılıyordu. Zaten kabul de edildi. Öykü buna bir tepkiydi.

Onun dışında öyküde anlattığım ''Osmanlıca'' teriminin sonuna kadar yanındayım, Osmanlı Türkçesinin değil. Çünkü Muharrem Ergin hocanın Türk Dil Bilgisi kitabında Osmanlıcanın, söylediğiniz gibi sadece Arapça-Farsça sözcüklerden oluşmadığını ve büyük oranda Arapça-Farsça gramer ve terkipleri de aldığını bu yüzden de artık Türkçe olmaktan çıkıp, 3'lü ve suni bir dil olduğunu anlatıyor. Köktürkçe de farklı bir alfabe. Peki neden onu latinize edince kolayca anlıyoruz? Çünkü terkip ve kurallar Türkçenin terkip ve kuralları. Bugünde biz Arapça ve Farsça sözcükler kullanıyoruz ama bu sözcükler sadece sözcük düzeyinde kalıp cümle yapısını değiştiren ve kuran kurallara dönüşmediği için anlaşılabiliyor. Kaldı ki "Osmanlıca mı yoksa Osmanlı Türkçesi mi?" tartışmasında Osmanlıca diyen sadece Muharrem Ergin değil, Fatih Köksal hoca da Osmanlıca diyor. Ama hikayenin yanlış anlaşıldığını düşündüm şöyle ki: Benim göstermek istediğim Osmanlıca tü kaka, iğrenç, hortlak değildi. Burada insanın kendini ifade etme özgürlüğünün zincirlenmesiydi. Çünkü dil değişiyor ve herkes o dili konuşurken sen öğrenene kadar kimseye yazılı bir şey anlatamıyorsun ya da bir mektup dahi yazamıyorsun. Okuyamıyorsun da belki konuşarak çözüyorsun işleri ama yazmak ve okumak yok. Ben bunu almıştım. Göstermek istediğim ve uygulanacağını söylediğim buydu ama ne yazık ki Osmanlıca'ya karşı bir eleştiri gibi alınmış. Dil devrimi konusundaki görüşleriniz kendinize, saygı duyuyorum, ama ben öyle düşünmüyorum. Çünkü bu 18.yüzyılın ikinci yarısından 20.yüzyılın başına yayılmış bir süreç.

Polisler konusunda ne yazık ki tecrübesizim :D O yüzden kapıya dikilmiş bir polis aklıma gelmedi. O bir eksiklik. Hikayeye dönmedim daha, belki kısalık konusunda bir şeyler yapıp uzatabilirim. Güzel ve uzun yorumunuz için teşekkür ederim :) Kusura bakmayın uzun zaman sonra ancak girip de gördüm.

Yazın, sürekli yazın ve okuyun. Çok isterim ki sizinle yazılarımız karşı karşıya bir bakışsın :)



Çevrimdışı

  • **
  • 106
  • Rom: 2
    • Profili Görüntüle
    • Emrecan Doğan
Ynt: Türkçesiz
« Yanıtla #9 : 19 Kasım 2016, 01:17:39 »
Merhaba:
Karanlık bir gelecekten özellikle dil açısından karanlık bir gelecekten söz ediliyor. Korktum. Böyle giderse benzer durumları yaşayabiliriz diye korktum. Diğer mkonulara gelince...
Öncelikle iki arkadaştan söz edilirken Caner ve Ahmet kelimelerinin sıkça kullanılması beni rahatsız etti. Onun yerine arkadaşı dostu vb olsa daha mı iyi olurdu diye düşündüm.Bir başka nokta Periyodik Neşriyatın dediği gibi aradaki farkı bize vurgulamalıydın. Patron, garson ve polisler ağdalı bir osmanlıca kullanmalıydılar bizim arkadaşlarsa akıcı bir türkçe. Sahi merak ettim bu arkadaşlar neci, öğrenci mi yoksa bir büroda çalışan mı? Ambiyansta da bu değişiklikler verilebilirdi. Bir başka nokta delikanlıların kaçışlarında heyecan yoktu. İçeri polis girecek arama sorgulama yapacak ve iki adam ellerini kollarını sallayarak gidecekler. Sence bu mümkün mü? Özellikle onların korkularını ve kalp atışlarını hissetmeliydik. Ve bence kafenin müşterilerinden de bu tür tepkileri almalıydık. Destekleyenlerde olabilirdi karşı çıkanlarda.
Sonuç olarak ilk başta söylediğim gibi korktum. Ama iyi bir öykü olduğunu düşünüyorum. Eline sağlık...

Sizden yorum almakta güzel :) Teşekkürler. Söylediklerinizi ciddiye alıyorum ve buradaki her yorum gibi, bir gün bu hikayeyi baştan yazarsam dikkate alacağım. Hala okuyunca 2 sene önce ne kadar acemi olduğumu fark ediyorum. Dün gibi de hatırlıyorum halbuki bu hikayeyi bir seviye atlayışı olarak gördüğümü :)

Çevrimdışı azizhayri

  • ***
  • 581
  • Rom: 1
    • Profili Görüntüle
Ynt: Türkçesiz
« Yanıtla #10 : 19 Kasım 2016, 20:35:51 »
Merhaba:
Karanlık bir gelecekten özellikle dil açısından karanlık bir gelecekten söz ediliyor. Korktum. Böyle giderse benzer durumları yaşayabiliriz diye korktum. Diğer mkonulara gelince...
Öncelikle iki arkadaştan söz edilirken Caner ve Ahmet kelimelerinin sıkça kullanılması beni rahatsız etti. Onun yerine arkadaşı dostu vb olsa daha mı iyi olurdu diye düşündüm.Bir başka nokta Periyodik Neşriyatın dediği gibi aradaki farkı bize vurgulamalıydın. Patron, garson ve polisler ağdalı bir osmanlıca kullanmalıydılar bizim arkadaşlarsa akıcı bir türkçe. Sahi merak ettim bu arkadaşlar neci, öğrenci mi yoksa bir büroda çalışan mı? Ambiyansta da bu değişiklikler verilebilirdi. Bir başka nokta delikanlıların kaçışlarında heyecan yoktu. İçeri polis girecek arama sorgulama yapacak ve iki adam ellerini kollarını sallayarak gidecekler. Sence bu mümkün mü? Özellikle onların korkularını ve kalp atışlarını hissetmeliydik. Ve bence kafenin müşterilerinden de bu tür tepkileri almalıydık. Destekleyenlerde olabilirdi karşı çıkanlarda.
Sonuç olarak ilk başta söylediğim gibi korktum. Ama iyi bir öykü olduğunu düşünüyorum. Eline sağlık...

Sizden yorum almakta güzel :) Teşekkürler. Söylediklerinizi ciddiye alıyorum ve buradaki her yorum gibi, bir gün bu hikayeyi baştan yazarsam dikkate alacağım. Hala okuyunca 2 sene önce ne kadar acemi olduğumu fark ediyorum. Dün gibi de hatırlıyorum halbuki bu hikayeyi bir seviye atlayışı olarak gördüğümü :)
Onur duydum... Ve mahcup oldum
"İnsanlığın en büyük trajedilerinden biri ahlakın din tarafından ele geçirilmesidir." Sir Arthur Charles Clark