Kayıt Ol

Mary Sue Edebiyatı

Çevrimdışı

  • **
  • 82
  • Rom: 4
    • Profili Görüntüle
Mary Sue Edebiyatı
« : 31 Ağustos 2016, 16:53:05 »
Bugün anasayfada yer alan Rothfuss röportajını okudum (emeği geçenlere teşekkürler) ve dikkatimi çeken bir bölüm oldu: Rothfuss kendisine kitabındaki karakterlerden biriyle ilgili sorulan "biraz fazla yetenekli değil mi?" sorusunu adeta geçiştiriyor. Ya da belki cevabı ben geçiştirmek olarak yorumladım, çok da önemli değil. Kitaplarını da henüz okuma fırsatım olmadı zaten.

Benim tartışmaya açmak istediğim konu şu; kurguda "Mary Sue" sendromu olarak tanımlayabileceğimiz "aşırı güçlü, herşeye kadir" karakterler için belirgin bir sınır koymak mümkün müdür? Önüne çıkan her ork grubunu tereyağı gibi biçen savaşçılar, her seferinde hiç sektirmeden aynı büyüyü aynı kabiliyet ve verimlilikle beceren büyücüler bu klasmana girer mi? "Over-powered" karakterler yazmaktan kaçınmak için nelere dikkat edilmeli? Her savaşından bir şekilde canlı çıkmayı başaran karakterler gerçekçiliğini ve inandırıcılığını yitirir mi?

Kendimce bir örnek vererek başlayayım, Cüneyt Arkın'ın ölümsüzleştirdiği Battal Gazi figürü (ve türevleri). Ağabeyimle aramızda "Battle Gazi" diye andığımız güzide karakter surlara zıplayarak çıkabilir, onlarca adamı tek bir okla devirebilir (konuşmayacaktın Anton!), kaleye sızdığı sırada onu ilk defa gören bütün hatunları kendine aşık edebilir... Yine de izleyiciyi hepten bayıltmamak için arada zindanlara düştüğü de olur lakin bu ya yeni ilahi bir güç bulmak için ya da içerideki tutsakları da kurtarıp kaleyi ele geçirmek içindir. Vücudundaki bütün kemikler kırılsa da zararı yoktur, o bir şekilde mucizevi bir şifa ile tez zamanda ayağa kalkar. Adam anasından "one-man-army" olarak doğmuştur vesselam.
"Demire şeklini veren demircinin iradesidir, çekicin darbesi değil." - Turram oğlu Kopram, Hakon'un demircisi

Çevrimdışı milenya

  • **
  • 260
  • Rom: 6
  • Belki de Tanrı bize inanmıyor!
    • Profili Görüntüle
Ynt: Mary Sue Edebiyatı
« Yanıtla #1 : 31 Ağustos 2016, 17:33:18 »
 Şimdi verdiğiniz örnek tarihi bir karaktere bizim dünyamızın tarihinde yaşamış bir adam verilen imkansız şeyler. Tek okla beş kişiyi yere yığar Cüneyt Arkın ama dediğim gibi mühim olan mesele imkansız olup olmaması.
 
 Kvothe'nin becerileri kendi yaşadığı evrene göre oldukça yüksek ama her altından kalktığı iş sonrasında hiç yok artık, imkansız dediğimi bilmem.
 
 Harry Potter aynı şekilde. Akranlarından aşırı üstün fakat ben hiç demedim ki yok artık, bu kadarı olmaz.
 
 Örnekleri devam ettireceğim ama inandırıcılığı kesinlikle yazar ve oluşturduğu kurgusal evren bize gösterir. Jon Snow
Spoiler: Göster
dizide dirildi herkes dizi inandırıcılığını kaybetti, dedi. Herkesin aynı tepkiyi vermesi GoT'un evreninin mucizelere fazlasıyla kapalı olmasıydı.

 
 Eğer yazar bana anında iyileşen bir adamın nasıl iyileştiğini açıklıyorsa, yaptığı efsaneci şeylerin mantığını önüme koyuyorsa inandırıcılığı canlı tutuyordur.
 
 Çoğu kitapta kahramanın gücünün sınırı düşmanın gücü ile az buçuk bellidir. Kimse one-punch man değil, kitaplarda. Yine de bir karakteri okurken az buçuk gücünün sınırını görebilmeliyiz tabii ki. Sınırlar genişler orası ayrı ama gücü artıyorsa bunu da görebilmeliyiz.  
 
 Bu fazla yetenekli, ve sınırsız güçlü karakterlere ön yargımız bence onlarda kendimizi bulamayışımızdan kaynaklı. Kitabı kendi kurgusunun gerçekliği içinde ne kadar okusak da adam tek bir cümle ile yaptığı büyüyle ortalığı darma duman edince bunun içeride bir yerde imkansız olduğunu biliyoruz. Ben geçen bir konunun altında demiştim, eğer bir kitapta şartlar uygunsa, tavşandan şapka çıksa inanırım.

Not: Her ne kadar edebiyattan olmasa da Kill Bill bizim dünyamız koşullarında geçmesine rağmen, Gelin'in sıra dışı süperliği gerçek anlamda gerçekçiliği yitirmiştir lakin gerçekçi olması amacı da taşıdığını sanmıyorum filmin. Tarantino'yu pek sevmesem de Kill Bill'i severim arkasından da konuşurum. :)
Spoiler: Göster

Çevrimdışı Bay_Karamsar

  • ****
  • 865
  • Rom: 12
    • Profili Görüntüle
Ynt: Mary Sue Edebiyatı
« Yanıtla #2 : 04 Eylül 2016, 17:27:15 »
@milenya ile aynı görüşteyim.

Rakiplerin zaaf, beklenti, eksiklik ve hataları dahilinde, kahramanın zaferi göze fazla batmayacak yönde verilebilir.

Cüneyt Arkın'ın canlandırdığı karakterlerin abartılı kaçmasının sebebi içinde bulunduğu evrenin genel yapısıyla ilişkili. Ortada, karakterden çok tiplemelerden (İyi de kötü de belli kalıplar dahilinde hareket edip var olur) söz edebiliriz. Etraflarındaki dünyada, etrafı kalın çizgiler ile çizili iyi ve kötülerin barındırdıkları kalıplardan beklenilecek hadisleri gerçekleştirebilmeleri için eğilip bükülmekte. İyi taraftaki kahramanın yenilmezliği, kötü olanın şehvet ve kibri ile hatalar yapması, saf iyi-kötü mücadelesi içeren bu gerçeklikte gayet olağan.

Karakterlerin yetenek ve becerileri kaynaklandırılır iken, içinde yaşadıkları dünyaya -fazla ayrıntıya girilmese bile- sezebileceğimiz sınırlar koyabilmek işe yarar belki.

Güç dengesi ve tarafların birbirlerine alacakları tavırlar değişirken, göz önünde olmayan ama arkada işleyen sistem (doğa, büyü, stratejik, politik, iç veya dış motivasyonlar, vb...) ve okurun algısında tuhaf kaçmayan manevralar (önceden verilen bir kararın sonraki duruma etkisi, bir anlık dikkatsizlik ile yaşanan olay, vb...) pekala yardımcı olabilir.

Kendi okuma deneyimimden aklıma ilk gelen örnek şu:

En son okuduğum Prenses Gelin'de, kahramanın becerisini çok çalışarak kazanmıştır. Bu pek ikna edici değildir de. Fiziken ve zihnen başarıyı çabalayarak elde etmesi, "çalışırsan olur" inancımız ile ters düşmez ama. Bu cevabı bizim için makul seviyeye çeken bir iki şey daha vardır.

Kitabın kendisi, anlatacağı hikayenin hicivsel gerçeklikle yazılmış bir metnin daha masalsı tonda yeniden yazılıp kurgulanmış hali olduğunu iddia eder (Yalandır. Ama tatlı bir yalan). Yani hikaye bizzat bizden anlatılanın masalsı bir serüven olduğunu hatırlamamızı ister. @milenya'nın da belirttiği "...eğer bir kitapta şartlar uygunsa, tavşandan şapka çıksa inanırım"ı bizden hiçbir şey saklamadan talep eder. Kitabın başından itibaren bu dikte edildiğinden ve bizimde beklentimiz bu yönde olduğundan, talebe uyacak yönde kendimizi ayarlarız.

Zaferlerini mantıklı bir çerçeveye oturtan bir başka ayrıntı ise yüzleştiği kişilerdir. Kendi maharetlerine olan güven ve alışkanlıkları sebebiyle beklemedikleri yönlerden saldırıya uğrarlar. Hatta biri, kendini sandığı kişi bile değildir tam olarak. Rakiplerinin yetenek, güç ve zekasına karşı, kendi yetenek, güç ve zekası böyle galip gelir.

Bir de Almuric'in kahramanı aklıma geldi:

Modern dünya için bile kaba kuvvetli bir barbara benzer. Almuric gezegeninin vahşi tabiatında hayatta kalmasını sağlayan da medeni dünyada gereksiz duran fiziksel kuvvetidir. Tabii ilk başlarda yetersizdir. Kuvvetinin, yabancı dünyada işine yaraması için aklını ve içgüdülerini kullanması şarttır. Fiziksel kondisyonu da, uyum sürecinde gelişir. Uyum sürecinden sonra yerli halk ile yüzleşir. Silahlara karşı duramaz ama gezegenin doğma büyüme yerlileri ile birebir dövüşecek kadar kuvvet kazanır (farklı bir fizyolojiye ve dövüş bilgisine sahip olmasınında etkisiyle).

Yazar Robert E. Howard'ın kahramanı, potansiyel olarak Almuric'te yaşamaya uygun biri olması vesilesiyle nispeten yabanıl ve vahşi gezegende hayatta kalır.

Konu ile alakadar olarak kesin bir cevap değil bunlar elbette. Soruya cevaplar aramak için üstünde düşünülebilecek örnekler vermeye çalıştım.

Çevrimdışı

  • **
  • 82
  • Rom: 4
    • Profili Görüntüle
Ynt: Mary Sue Edebiyatı
« Yanıtla #3 : 08 Eylül 2016, 15:31:54 »
Aslında biraz da takıldığım nokta şu, hepten Mary Sue edebiyatına girmese de ucundan yakalıyor konuyu: Kurguda şöyle bir durumla karşılaşıyoruz, sürekli kendi evreninde gerçekçi ve sistematiği içinde tutarlı kurgular oluşturmaya çalışıyoruz. Ancak bir baş karakterimiz var ve bir şekilde bu vatandaş her olaydan, her badireden sağ kurtulmayı başarıyor. Bazen bu durum bir kitabın sınırını aşıp kitaplar serisi şeklinde devam edip gidiyor. İnsan ister istemez kendisine soruyor; daha ne kadar badire atlatacak ve daha kaç tane olayı çözecek? Bir adam dünyayı kaç kere kurtarır?

Burada yakalanması gereken ince bir çizgi olduğu kanaatindeyim, aslında başlığı açmamdaki amaç bu çizginin sizce nerede durması gerektiğini tartışmaya açmak. Kahramanlık ile inandırıcılık/tutarlılık arasında ince bir çizgi var. Bir noktadan sonrası, artık ne kadar iyi anlatırılsa anlatılsın ya da ne kadar iyi dayanak sunulursa sunulsun, inandırıcı olmaktan uzak hale geliyor.

Bu çizginin yatay eksenden kopup giderek yükselen bir eğriye dönüştüğü ve imkansıza bağlandığı kurgular da var, örneklerini japon animelerinden vermek mümkün: Karakter sürekli güçlenmektedir, karşısına çıkan her kötüyü devirdiğinde bir öncekinden daha güçlü bir kötüyle karşılaşmak mecburiyetinde olduğu için her seferinde biraz daha güçlenir. Sonunda o hale gelir ki son bölümdeki kahramanı alıp ilk bölümdekiyle karşılaştırırsanız, ilk bölümdeki rakiplerini güç bela yenebilen bir halden onları sinek gibi ezebildiği bir hale geçtiğini görürsünüz. Aynı karakterin iki durumu arasındaki bu uçurum giderek tırmanır ama insanoğlunun bir sınırı vardır elbette. Dolayısıyla yükselen bu eğri sonsuza yani imkansıza bağlanır: Daha ne kadar güçlenebilecektir ki? Pek çok animenin bağlanıp kilitlendiği bir sorunsaldır.

Halbuki gerçek hayatta insan yaşadıkça kazandığı tek şey tecrübedir, çoğu zaman ise yaşadığı yıllar boyunca yaptığı hatalardan dolayı biriken bu tecrübeyi dahi verimli değerlendiremez. Bilakis geçen yıllar insandan hep bir şeyler götürür: 20'sinde fiziksel olarak her şeyi yapabileceğine inanan insan 25'inde yavaşladığını, 30'unda merdivenleri çıkamadığını, 35'inde gece uyuyamadığını, 40'ında eskisi kadar hızlı koşamadığını fark eder. Sevdiği insanları kaybeder. Zaman insanı acımasızca  öğütür.

Realite böyle iken, önüne çıkan orkları peynir dilimler gibi rahatça kesen, nereye gideceğini ve ne yapacağını her daim bilen, kendinden hep emin, hepsini geçtim kim olduğunu ve ne istediğini bilen kahramanlar için realite çizgisi nereden geçmektedir?

Ya da belki de eskiden böyle insanlar vardı da artık soyları tükendi, bilemiyorum doğrusu.
"Demire şeklini veren demircinin iradesidir, çekicin darbesi değil." - Turram oğlu Kopram, Hakon'un demircisi

Çevrimdışı Guy Fawkes

  • **
  • 266
  • Rom: 1
    • Profili Görüntüle
Ynt: Mary Sue Edebiyatı
« Yanıtla #4 : 08 Eylül 2016, 17:58:42 »
Aynı şey fiziksel olarak çok iyi görünen karakterlerde de var. Kısa boylu, çirkin veya kusuru olan karakterler neredeyse çok az. Herhalde yazar ve okur kaynaklı bir şey.

Çevrimdışı mit

  • *
  • 5536
  • Rom: 96
  • Kronik Anakronik
    • Profili Görüntüle
    • Yorgun Savaşçı'nın Günlüğü
Ynt: Mary Sue Edebiyatı
« Yanıtla #5 : 09 Eylül 2016, 22:33:30 »
"Eskiden böyle insanlar vardı da artık soyları tükendi,"den ziyade eskiden okur ve izleyici kitlesinin görmek istediği kahraman tipi buydu. Bir kitap okuduğumuzda ya da bir film izlediğimizde o kahramanın başarıdan başarıya koştuğu maceralara şahit olmak, içbir zaman yapamayacağız şeyleri onun gözünden yaşamak için yapardık bunu.

Şimdiyse devir değişti. Okur bu tiplemelere doydu. O yüzden gri karakterler, anti-kahramanlar, zarar görüp ölebilen kişiler vs daha revaçta.
Jackal knows who you are,
Jackal knows where you are.
Try to hide if you dare.
Do your best, i don't care.