Büyü ve bilimin iç içe ya da karşı karşıya olduğu eserler güzel olabiliyor. En azından ben fikri güzel buluyorum. Mesela yıllar önce Arcanum diye bir bilgisayar oyunu vardı, bir tarafta büyücü elfler, bir tarafta da bilimle uğraşan cüceler ve bu ikisi arasında şekillenen "steampunk" bir dünyası vardı. Gerçekten ilginç ve güzel bir atmosferi vardı oyunun. (Oynarsanız Tarrant'taki kütüphaneciyi asla öldürmeyin)
Bu konunun en güzel örneklerinden biri bence de Rüzgarın Adı. Sempati dışarıdan bakıldığında büyü gibi görünüyor ama aslında bir çeşit bilim. Bizim evrenimizdeki fizik kanunlarıyla uygulanması mümkün değil, ama kitabın dünyasında son derece tutarlı ve mantıklı. Patrick Rothfuss sempati sisteminden bahsederken bütün hesaplamaları yaptığını, kendisine bir tablo oluşturduğundan falan bahsediyor. Yani yazdığı hikayede sempatiyle ilgili herhangi bir şey olduğunda başvurabileceği "bilimsel" bir tablo var elinde, her şeyi hesaplayabiliyor. Bu da aslında gerçek olmayan bir şeye inanılmaz bir gerçekçilik katıyor. Rüzgarın Adı'ndaki isim konusu bugün bizim anladığımız anlamda "büyü"ye daha yakın diyebiliriz belki, ki bu da aslında pek orijinal bir fikir değil, önceden Yerdeniz Büyücüsü'nde işlenen bir konu. Ama Rothfuss'un bunu işleme tarzı olayı bir taklit olmaktan çıkarıyor.
Zaman Çarkı dünyasında da büyü önemli bir yer tutsa da özellikle serinin ortalarından itibaren bilim de kendini iyiden iyiye hissettiriyor. Ben de genel olarak "Büyü işte, yaptım oldu." yaklaşımından ziyade Zaman Çarkı gibi, Kralkatili Güncesi gibi, okuduğum kadarıyla Sanderson'un kurgularındaki gibi, büyünün de bir şekilde temellendirildiği eserlerden daha çok keyif alıyorum. "Kurguda gerçeklik değil gerçekçilik önemlidir." anlayışına inandığım için, bu durumun "gerçekçilik" kısmında epey etkili olduğunu düşünüyorum ("Gerçekçilik" anlayışını dünyamıza göre değil, kurgunun geçtiği dünyaya göre düşünmek lazım tabii).