yavanna, süper kitaplar. Oradaki yüzüğü de adını hatırlamadığım bir siteden zamanında bir arkadaşıma hediye etmiştim. Yüzük kutudan çıkınca ne kadar şahaneydi ya. Arkadaşım sevinçten göklere çıkmıştı. Yandaki başka arkadaşlarım da mükemmel tasarımlı yüzüğü görünce delirmişlerdi. Herkes sırayla boynuna takmıştı hahaha. Bir arkadaşım da yüzüklü fotoğrafını, güç bende artık, diyerek kardeşine yollamış ve liseli kardeşi fotoğrafı görür görmez akşamın o saatinde koşarak yanımıza gelmişti. Yüzüğü görünce ciddi söylüyorum nutku tutulmuştu. Dediği ilk şey de, bunu bana sat abi, olmuştu. Şaşkın ya.
Bence o kadar da önemli bir mevzu değil. Ben biri kitap isteyince kitabın manevi değeri yoksa veya baskısı tükenmemişse direkt veriyorum. Elbette gidip de dönmeyen çok kitap oldu böyle ama ben bunu eksiklik olarak görmüyorum. Camus'yu hatırlarsınız diyor ya, insanlar ne kadar az okurlarsa o kadar çok kitap alırlar, diye. Eksikliği fark edilmeyecek bir kitapsa sorun yok bence, üstelik bir daha okumayı düşünmediğim bir kitabı direkt veriyorum. Bence kitaplara sahip olmak abartılan bir şey mühim nokta kendince önemli kitaplara sahip olmaktır. Mesela benim kitaplıktaki kitap sayısı ne kadar kitap satın alsam da yılın tamamında aynı gibidir çünkü kitaplık taşınca hemen oradan birkaçını alır hediye ederim.
Akıllı arkadaşlarımız kitabı gerçekten zamanında getiriyor ama bir de pek akıllı olmayanlar var, ki bence asıl bunlara kitap vermeliyiz. Bir keresinde gençlik kulübü gibi bir ortamda pek akıllı olmayan bir tip benden kitap istedi ve ben de düşünmeden tamam dedim. Sonra samimi arkadaşım dedi ki, bu çocuk kitabını ya getirir ya getirmez verme bence, ben de arkadaşıma dedim ki, giden bir kitap varsın gelmesin ama belki o kitap bu şaşkının hayatını değiştirir. Belki çoğunun hayatını değiştirmedi ama olsun giden sonuçta bir kitap, içindeki düşünceleri hâlâ bende. Şu an bile biri kitap istediğinde baskısı tükenmiş olanlar, hediye gibi özel şeyler veya sürekli bakındıklarım haricindekileri düşünmeden veriyorum. Varsın gelmesin.
Ama bir gün lisansüstünden denk geldiğim bir kadın birkaç akademik kitap istemişti. Bilirsiniz akademikler daha da pahalı. Ona da vermiştim ama kalleş karı getirmedi geri. Ona kızgınım bakın. Bu hadiseden sonra aşırı pahalı kitapları da paylaşmama kararı aldım. Yani dediğim gibi, yokluğu manevi veya maddi bir değer kaybına yol açmayacak ise ben hep verme taraftarıyım çünkü hani derler ya belki kuş taşa değer diye, ha işte, ondan olur da bir kişi daha kazanmış oluruz.
Kitap verme hadisesiyle ilgili en acıklı öykümü de anlatayım, biraz uzundur. Bence herkes bir öyküsünü anlatsın böyle, memleketteki insan manzaralarını görmüş oluruz.
Bir gün -üniversite 3- sınıfta oturuyordum. Elimin altında henüz bitirmiş olduğum kitap vardı ve onun üzerine düşünmekteydim ve bir taraftan da onunla ilgili almış olduğum notlardan örülü kâğıdı incelemekteydim. Sonra İhsan gelip oturdu yanıma. Severim İhsan’ı. Efendi, delikanlı, doğru sözlü bir insandır. Kafası derini almaz ama sözleri derinden gelir. Bu sebepten kendisine Baba İhsan derdim. Sürekli kumaş, takım falan giyerdi ama öyle yeni parlak şeyler değil, baba yadigârı saygın şeylerdi. Kitabı ona övünce dedi ki, ver ben de okuyayım. Ben de ona dedim ki, kitap emrinde Baba İhsan. Neyse Baba İhsan kitabı aldı. Ertesi gün geldi dedi ki, yüz sayfa civarında okudum şimdilik çok anlamlı gidiyor. Şaşırdım, Baba şaşırtmıştı beni. Kitap üzerine bayağı konuştuk ve üstelik bu her gün böyle sürdü. Ha bu arada verdiğim kitap Nietzsche Ağladığında’ydı. Ben tabii Nietzsche’nin diğer kitaplarını da okumuş olduğumdan Baba İhsan'ı türlü derin konularda da bilgilendiriyordum ve o da hakikaten müthiş dinliyordu. Bugün söylediğim şeyin üzerine düşünerek ertesi gün yeni fikirlerle geliyordu. Bu süreç bir hafta falan sürdü. Hem o bilgilendi hem ben. Çok şahane mutlu olmuştum bu kitabı Baba İhsan'a verdiğime. Neyse gelelim Baba İhsan'ın kitabı bitirdiği güne. Ben amfinin en arka sırasında oturmuş ve oradan hocanın masasına kadar sorunsuz şekilde gidebilecek mükemmel kâğıt uçağı tasarlıyordum. Ben aşırı süper kâğıt uçağın tasarımına dalmışken birden Baba İhsan belirdi karşımda ve dedi ki, kitabı bitirdim çok güzeldi eyvallah. Ve kitabı önümdeki sıranın üstüne koyduktan sonra pat diye dönüp gitti. Başka da bir şey demedi. Çok şaşırdım gerçekten. Baba İhsan ne yapmıştı az önce. Yoksa Baba İhsan'a bir yamuk yaptım da beni mi cezalandırıyordu böylesine bir tavırla. Yaklaşık bir haftadır kitap üzerine çok güzel şeyler paylaştıktan sonra final böyle olmamalıydı Baba İhsan. Senin oturaklı kişiliğine yakışmadı. Ön sırada oturan Kesik Fehmi yapsaydı bunu neyse de sen yapmamalıydın Baba İhsan. O an ciddi ciddi sana Baba demeyi bırakmayı düşündüm Baba İhsan. Neyse şoku atlattıktan sonra kitabı elime aldım ki bir de ne göreyim. Kitap yaklaşık üç gün çayda bekletilmişti, o derece. Sayfalar çok kötü, böyle şişmiş, patlıcana dönmüştü. Muhtemelen Baba İhsan kitabı masaya bıraktıktan sonra kendisine demli bir çay alarak tekrar masaya dönmüş ama o asil duruşuna yakışmayan bir şekilde çayı dökmüştü kitabın üzerine. O andaki, Baba İhsan gibi kendini bilen, mert birinin alabileceği panik hâlini düşününce gerçi hâlâ gülmem geliyor. Beni yine güldürdün Baba İhsan. Ama keşke adamlığına yakışır bir şekilde kitaba çay döktüğünü söyleseydin Baba İhsan, inan minnacık bile kızmazdım sana, kızamazdım. Sen ki beni bir keresinde müdavimi olduğun kahvehaneye götürmüştün hani, dönüp demiştin ki, usta iki Osmanlı ama hatırlısından olsun, diye. Yaa, bunlar unutulur mu Baba İhsan. Senin canın sağ olsun giden bir kitap olsun. Ama keşke hayatındaki tek yamuğu da yapmamış olsaydın bana. Her şeye rağmen Baba İhsan'sın sen ve öyle de kalacaksın. Ha bu arada, kitaba dökülenin çay olduğunu nereden anladın diyebilirsiniz. Ben Baba İhsan'a hiç sormadım ne dökmüş olduğunu. Ama cevabı yine bir gün Baba İhsan'larda sobanın kenarında oturup çay yudumlarken Baba İhsan'ın ta kendisi vermişti: Babalar çay içer.