Kayıt Ol

Bir Varmış Bir Yokmuş - Ayşe Kulin

Çevrimdışı vampireLLa

  • ****
  • 1273
  • Rom: 11
    • Profili Görüntüle
Bir Varmış Bir Yokmuş - Ayşe Kulin
« : 03 Mart 2008, 20:53:59 »

’BİR VARMIŞ BİR YOKMUŞ’, Ayşe Kulin yazınının hemen hemen tüm karakteristiklerini ve hatta karakterlerini bir araya getiriyor. Yaşanmış öyküler; enteresan gazete haberleri, biyografilerden kesitler, aristokrat karakterler; dünyanın ve yurdumuzun ileri gelenleri, prensesler, diplomatlar, soylu aileler, Türk kadının dramı; töre cinayetleri, eril tahakkümler... Fakat bu kez yazarın birkaç yeni sürprizi var. İlk kez denediği kurguyu çoğaltmasına olanak veren yeni yaşamlar girmiş kitabına. Yeni sorular sorabilmiş bu karakterler okuyucuya.

Gerçek olan nedir bir insan için? Duyduğu, gördüğü, dokunduğu, okuduğu mudur yoksa hepsiyle ya da hiçbiriyle kurduğu hayaller midir? Kitabın hangi yüzü gerçektir? Bu karmaşaya bırakabilmek kendini, gerçeğin ve hayalin bütünlüğüne ulaşıp yeni bir dünya kurdurtur mu insana?

Her şey zıttıyla bir bütündür, tüm parçalarıyla ve tüm eksik kalanlarıyla. Eksik kalanlar kendi döngüselliği içinde tamam eder yolları, soruları, yarımları. Var olan yok olacaktır ve yok olan da var. Bu imgelerin kendileri gölgelere dönüşecektir ve suretler belki de daha parlak ve daha gerçek olacaktır asıllarından. Yanılsama zannettiklerimiz asıl yerlerini bulup değiştirecektir rolünü. Aslında kitapta yer alan ‘gerçek’ olaylar da bir hayli kurmaca gibi gelmektedir. Çünkü kitapta yer alan yüksek sınıfa mensup kişilerin fırtınalı yaşamları, tepelerden aşağılara düşüşleri oldukça şatafatlı olduğundan, gerçekten çok kurgusal durur. Bu kadınlarla, töre cinayetlerinde ölen ve kocalarından bir ömür boyu çeken alt sınıftaki kadınlar bir arada anlatılınca hikayeler inandırıcılıklarını iyiden iyiye yitirir daha doğrusu birbirlerinin önünü kapatıp görünmez kılarlar. İki kesimin apayrı yaşamları ve dertleri, ortaklıkları barındırsa da birbirini anlamsızlaştırır. Yine de kitabın ikinci kısmı bu ayrılığı bulanıklaştırıp iç içe geçmelere olanak tanıyarak hayalin içindeki gerçekleri daha gelirginleştirir.

Gerçek yaşam öyküleri
Kitabın ‘asıl’ baş tarafındaki öyküler yazarın yıllar önce gazetelerde ve dergilerde yazdığı ‘gerçek ve ilginç yaşam öyküleri’nden oluşur. Bir var ve bir yok olan bu insanlara ne olduğu ve ne olabileceği, kitabın ‘suret’ baş tarafındaki öykülerin içinde istediğiniz ilişkiyi istediğiniz karakter ve olay ile kurgulayabileceğiniz cevaplarda saklıdır. Bu ‘arka’ taraf bir yok ve bir varlardan oluşmakta ve olabileceklerin sınırları zihninizin yaratıcı ve hınzır gücü ile sınırlanmaktadır. Öyküler İstanbul’dan, Paris’e, Karadeniz’den Mısır’a pek çok yere, pek çok hayata konuk eder okuyucuyu. Bu zengin coğrafya, renkli yaşamları da beraberinde getirir. Anabella’nın öyküsüyle başlar roman; üstün genlere, soylu bir aileye ve eşsiz yeteneklere sahip güzeller güzeli bu kadın yaşamında bizim kabullendiğimiz anlamda bir türlü başarılı olamaz.

Pek çok dil bilen, çok gelişmiş bir müzik yeteneğine sahip olan bu delişmen kadın, delişmenliğinden ve özgür yüreğinden olsa gerek bir evliliği ‘bile’ yürütemez doğru düzgün. Ayrılmak böylesine sıradışı bir kadının bile kendini başarısız hissetmesine neden olur. İlk önce bu hissiyat anlamsız gibi görünse de kitaptaki diğer güçlü, hayatta ne istediklerini bilen ve bunun için bir şeyler yapan kadınların ayaklarına takılan ve çoğu zaman yere kapaklanmalarına neden olan kocaların yaptıkları resmi geçit yardımıyla, toplumsalın statü dinlemeden tüm kadınlara nasıl korkunç bir bilinç yüklediği daha açıklık kazanır ve bu haleti ruhiye hafiften su götürür bir nitelik kazanır. Anabella’nın çok iyi bir sese sahip olmasına karşın, sınav zamanlarında hep başarısız olması, sesinin soluğunun kesilmesi yine bir öncekine benzer nedenlerden kaynaklı bir ruh durumu olarak okunabilir. Ayrıca Anabella gibi bir aristokratın çingeneliğe ve sirk yaşamına özenmesi, özgür ruhların hepsinde gözlenebileceği gibi, soylu ailelerden gelen çocukların tümünde olan bir özenti hali olarak yorumlanabilir.

Cömert’in öyküsünde yine serseri ruhlu bir zengin aile çocuğunun maceralı yaşamına tanık oluruz. Kahire’de tanıştığı bir hanımla anlaşmalı evlilik yapan Cömert Bey Türkiye’nin çok ünlü simalarıyla her daim ilişki içinde bulunmuş ve fakat anlaşmalı evlilik yaptığı karısını bir köşede unutmuştur. Bir başka skandal olaylar dizini içeren Münir’in öyküsünde ise, korkunç ve gizemli bir şekilde ölen büyükelçi bir baba ve soylu bir anneye sahip olan genç Münir’in parklarda yatmaya kadar düşen yaşamını izleriz. Yine bir büyükelçi çocuğu Gülcan’ın macerası ise Ermenileri hem terörist hem kardeş gösterme kararsızlığı içinde kalınmış hissi verir okuyucuya.

Aylin de var
Aylin’in öyküsü hepimizin bildiği, Kulin’in bestseller romanı ’Adı Aylin’in küçük bir özeti gibidir. Bu öyküyü neden kitaba aldığı hayal bölümünde anlam kazanacaktır, Aylin’in ölümü için farklı sonlar önerir hayal dünyasındaki zihin.

Aylin de diğer güçlü, başarılı kadın karakterlerle ortak özellikler taşır, güzelliği erken yaşta evlenmesine, ideallerine duyduğu tutku yalnız kalmasına yol açacaktır. Kitapta kadınlar genellikle hırslı, yaratıcı, zeki ve ne istediğini bilen kadınlardır, erkeklere oranla daha üretken görünürler. Erkek kahramanlar genellikle daha tüketici, idealsiz ve savruk yaşamlara sahiptirler.

Piyanist, diğerlerinden farklı bir karakteri anlatır, daha cinsiyetsiz olan bu karakter zaten dilsizdir de. Bir gazete haberinden yola çıkılarak yazılır öykü; Sheppey adasında sırılsıklam bir genç bulunur. Smokinli ve elinde notalar bulunan bu adam konuşamaz, adını ve adresini yazamaz sadece piyano resmi çizer, sonrasında muhteşem çaldığı için piyanist sanılan ve üzerine bir hayli spekülasyon yapılan bu adam, Alman, çiftçi bir karı kocanın deli olduğuna inanılan oğullarıdır sadece. Anlatmak ve anlaşılmak, verili ön kabullerle, kısıtlı sözlerle ve basın gibi güçlü hegemonik araçların yardımıyla ne kadar mümkündür? İnsan yarattıklarının aracı haline gelmekten ne zaman kurtulacaktır? Asıl, son gerçek öyküdeki Rabia ailesinin elinden nasıl kurtaracaktır kendini? Piyanisti anlamamakta ısrar edip ondan korkanlar gibi ve daha korkuncu, kadınları ne zaman dinleyip anlamaya çalışacaktır insan ‘oğlu’?

Töre cinayeti
Mehmet Faraç’ın ’Töre Kıskacında Kadın’ adlı kitabından alınmış son öyküde Şanlıurfa’nın Kısas köyünde yaşanan bir töre cinayeti anlatılır. Rabia ile Mahmut’un kaçışı sonrasında karakola sığınışları, evlerine geri gönderilişleri ve ardından kızın ailesi tarafından cezasının vahşice verilişi olayı duygusallaştırmadan dökülür dile. Köy ahalisi bu infaza sadece izleyici kalır fakat sonrasında vicdanları elvermez ve mektuplarla ailenin erkeklerinin sözde kaza süsü vererek yırttıkları olayın gerçek yüzünü ilgili makamlara anlatırlar.

Töre cinayetlerini anlatmak fazlasıyla hassas, diğer hikayelerden (‘sözde’ Ermeni ‘soykırımı’ ‘iddası’ndan bile) çok daha yoğun bir politik duruşu gerektiren, kurgusal bir anlatıya malzeme olsa bile (ki hayal kısmında bu niteliği zaten dönüşüyor) apayrı bir kurguya ihtiyaç duyan bir konu. Yazar hikayeyi doğru bir üslupla sunmuş fakat belki de fantastik öğelerin ağırlıkta olduğu kitap söz konusu hikayeyi kaldıramamış, onunla uyuşamamış ve hikaye yazarının samimi aydın sorumluluğunun bir göstergesi olarak asılı kalakalmış metinde.

Kitabın gerçek kısmı bu acıtıcı keskin hikaye ile sonlanırken, diğer tarafta yine hüznün bir görünüp bir kaybolduğu ama var olmak çabasının çoğu yerde çok daha kuvvetli sürdüğü bir karnaval başlıyor.

Tadı kaçmasın, okuyana kalsın, kitabın hayal kısmı fazlaca anlatılmasın: Hikayeler birbiri ardına çok katmanlı bağlarla birbirine bir bağlanıyor bir çözülüyor, bir gerçeğe göz kırpıyor bir yansımalara yanaşıyor, hayallerin olmazsa olmaz pek çok öğesi bir arada birbirine eklemleniyor. Her zaman iyiler kazanamasa da tüm öykülerde bir umut var. Öykülerdeki umut piyanoyla özdeş çünkü o hem dinleyenin içini temizleyen tınıların kaynağı hem de şimdilerde gittikçe uzaklaşmasına rağmen Türkiye’nin aydınlanma seferberliğinde halkevlerinin başmisafiri olmuş bir imge. Ve sirk, bu kez hayal dünyası içinde bir kurtuluş, bir vaat imgesi adeta. Sessizliğin, yalınlığın ve acının yok edildiği, sonsuz mutluluğun hüküm sürdüğü bir garip dünya tasviri, gitmek, dönmek, bir var, bir yok olmak isteyenlere...

Tante Rosa’lar, Don Kişot’lar, aydın Atatürkçü kadınlar, serseri mayınlar, deliler, varlar, yoklar, gerçekler, suretler, dilsizler, çenesi düşükler, hepsi birbirin hayatında birbirinin hayalinde ya da kabusunda. Hangisi simülasyon hangisi değil? Döndükçe hep başa ve hep birbirinin içine doğru girer zaman, kimseyi dışarıda bırakmadan... ’Bir Varmış Bir Yokmuş’, işte bu döngüyü iyi yakalayabilmiş bir kitap.


ben baya oldu okuyalı ve cok beğendim kiabı çok güzeldi her iki kısmıda (önüde arkasıda) beğeneceğinizi tahmin ediyorum ...
she's back!!

Çevrimdışı Jejune

  • ***
  • 658
  • Rom: 1
  • *LucillaClarté'm. ~
    • Profili Görüntüle
Ynt: Ayşe Kulin'le 'Bir Varmış Bir Yokmuş'
« Yanıtla #1 : 09 Mart 2008, 18:06:40 »
cok uzun zmndır okumak ıstedıgım bı kıtap ama bı turlu okuyamadım =/
okul kutuphanesınde gormstum su elımdekını bıtırıp okumayı dusunuyorum :D

Çevrimdışı chandler

  • **
  • 52
  • Rom: 0
  • Herkesin gördüğü ileti kişisel olur mu? :)
    • Profili Görüntüle
Ynt: Ayşe Kulin'le 'Bir Varmış Bir Yokmuş'
« Yanıtla #2 : 16 Mart 2008, 00:25:14 »
ters yazmışlar ya kitabı çevirince bir yokmuş bölümüne geçiyorsun... :D okumadım ama. :P


φσζτ  fαιЯч σξ  τнэ нэаµэη

Çevrimdışı pleasant^^

  • ****
  • 1642
  • Rom: 12
  • bitch is back to the town.
    • Profili Görüntüle
Ynt: Ayşe Kulin'le 'Bir Varmış Bir Yokmuş'
« Yanıtla #3 : 23 Mart 2008, 12:25:31 »
Adı AyLin'i okumuştum.Bunu da okumayı düşünüyorum =))

so you ride yourselves over the fields and you make all your animal deals and your wise men don't know how it feels to be thick as a brick.