Bölüm 9
Kıyametin Bekçisi
Edward yataktan kalkmış, üstünü giyinmiş, bir an önce odadan çıkıp hastaneyi terk etmek için Rebecca’ya baskı yapıyordu.
“Hadi, hadi!”
“Edward bunun iyi bir fikir olduğunu sanmıyorum, doktorlar seni bir iki gün daha burada tutmak istiyorlardı”
Edward elini kaldırıp havada görünmez bir sineği kovaladı.
“Canları cehenneme! Loren’in yardımıma ihtiyacı var ve ben onu beklemek için kitapçıda olacağım”
Rebecca bir an suskun kaldıktan sonra daha önce hiç yapmadığı bir şey yaptı, bağırmaya başladı;
“Tanrı aşkına ne dediğinin farkında mısın? O kız seni bırakıp ne kadar süreceği belli olmayan, tanımadığı bir insanın, doktorun, ne haltsa, evine gitti ve sen hala onu düşünüyorsun öyle mi?!”
Edward kadının bu tepkisi karşında dona kalmıştı, Rebecca’yı daha önce hiç bu kadar sinirli görmemişti, kadının gözlerinde şimşekler çakıyordu ve yanakları da sinirden al al olmuştu, dokunsalar ağlayacak gibiydi. Edward ağır adımlarla onun yanına yürüdü ve onu koltuğa oturtup yanına oturdu;
“Bak kızım bunu anlamanı beklemiyorum ama yine de anlatacağım. Loren’i bulduğumda beş yaşındaydı ve adından başka hiçbir şey bilmiyordu. Öyle savunmasız, öyle çaresiz ve öyle güzel bir kız çocuğuydu ki ona çok acıdım ve onu yanıma aldım. Uzun yıllardır beraberiz ve o benim için öz kızım gibi. Onunla aramızda koparılamaz bir bağ oluştu ve ben onun saçının teli için bile kendimi ateşe atmaya hazırım. Şimdi beni anladın mı?”
Rebecca bir süre daha kızgın gözlerle yaşlı adama baktı ve hızla ayağa kalkıp kapıya doğru yürümeye başladı. Edward şaşkınlıkla onu izliyordu;
“Nereye?!”
Rebecca yavaşça arkasını döndü ve gülümsedi;
“Kitapçıya. Sen de acele etsen iyi olur ihtiyar, Loren şu anda seni arıyor olabilir”
Edward küçük bir çocuğun neşesi ve heyecanıyla yerinden fırladı. Soğuk hastane odasını arkalarında bırakıp hastaneden çıktılar.
Richard yavaşça Loren’in uyuduğu odaya girdi, elinde içi dolu bir enjektör vardı. Yavaşça kızın koluna eğildi ve iğneyi batırarak sıvıyı kızın damarlarına boşalttı.
“Ne yapıyorsun?!”
Tam iğneyi çekmişti ki duyduğu sesle irkildi ve iğne elinden kayarak yere düştü.
“Seni kahrolası!”
Bill bir hışımla babasının kolundan tutarak onu duvara dayadı
“Ne verdin ona?”
Richard’ın yüzü acıyla kırıştı.
“Ahh! Günlük alması gereken protein ve vitaminler seni geri zekalı!”
Bill babasının kolunu bıraktı ama hala büyük bir şüpheyle onu süzüyordu. Neden bilmiyordu ama ona güvenemiyordu.
“Şimdi sayın kahraman, izin verirsen çalışmama dönmek istiyorum”
Richard odadan çıktı ve bilgisayarın başına geçti. Bill ağır adımlarla Loren’in yanına yaklaştı ve yüzüne baktı. Burada uyurken ne kadar da masumdu. Onu uyandırmak istedi bir an, kollarından tutup sarsmak
Kaç, lütfen kaç ve beni seni buraya getirdiğim için affet! Demek istedi ama bunu yapacak cesareti yoktu. Tam elini kaldırmış saçlarını okşayacaktı ki içeriden makinelerin heyecanlı seslerini duydu, koşarak odadan çıktı. İstesin ya da istemesin, o da bu işin bir parçası olmuştu artık.
Loren ve Ida elmasın yanında karşılıklı duruyorlardı şimdi. Loren cüppesinden iki tane kart çıkarttı ve Ida’ya uzattı. Kartlardan birisi beyaz, diğeri ise kırmızıydı.
“Al bunları” dedi “Birazdan burada olacaklar ve senin görevin Ida, bu beyaz karttaki yere gidip onlara diğer kartı vermek”
Ida yavaşça karta baktı ve gözleri korkuyla açıldı;
“Ama…Ama efendim…. Bu karttaki yer…” sesi giderek kısılıyordu “Boyutun öteki tarafında”
Loren anlamaz gözlerle Ida’ya baktı
“Evet Ida, bunu biliyorum”
Ida şimdi titremeye başlamıştı;
“Efendim boyutun öteki tarafında, yani, sizden başka…. Bilirsiniz….”
“Lafı geveleme Ida, söyle!”
“Burada var olan kimse orada yaşayamaz efendim”
Loren derin bir nefes aldı ve korkmuş küçük kıza baktı;
“Evet, bunu da biliyorum Ida. Senin yapabileceğini düşünmüştüm ama…”
Ida şimdi kendi içinde büyük bir savaş veriyordu. Efendisine saygısızlık etmek istemiyor ama ölmekten de korkuyordu.
“Evet Ida? Gidecek misin?”
Ida yavaşça başını öne eğdi, gözleriyle yeri seyrederken neredeyse duyulamaz bir sesle konuştu;
“Evet efendim”
“Güzel” dedi Loren gülümseyerek. Ida yavaşça başını kaldırdı ve tekrar korkuyla konuştu;
“Peki ya başaramazsam efendim, ya oraya varamadan ölürsem?”
“Merak etme Ida, yeterli zamanın olacak”
Ida tekrar başını öne eğdi, kaçış yoktu. Sonra son bir umut sordu;
“Peki ne zaman gideceğim?”
“Son yaklaştığında Ida” Kızın itiraz eden gözlerini görünce hemen ekledi “Merak etme o zaman anlayacaksın, şimdi çekilebilirsin”
Kız bir şey daha diyecek oldu ama onu süzen kırmızı gözleri görünce vazgeçti ve hızlı adımlarla oradan uzaklaştı.
Richard şimdi dişleri arasına sıkıştırdığı enjektörü düşürmeden kendini koltuğa bağlamaya çalışıyordu. Bill hızla odadan çıktı ve debelenen babasının yanına geldi. Adam sinirle ona baktı ve ağzındaki enjektörü düşürmeden konuşmaya çalıştı;
“Yağğdımm eğtsene!”
“Hı?”
Richard sol eliyle enjektörü aldı ve tekrar söyledi;
“Dedim ki yardım et!”
Bill soğuk bir tavırla adamı yine makinelere ve koltuğa bağladı. Enjektörü tam batıracaktı ki babası konuştu;
“Unutma Bill, gerekli olduğunu düşündüğün an gelmeni istiyorum”
Bill belli belirsiz başını salladı ve iğneyi adamın koluna batırdı.
Richard yavaş yavaş göz kapaklarını araladığında tam önünde elinde tepsi ve iki fincan çayla bir kız duruyordu. Kızı görünce birden irkildi ve oturduğu koltukta geriledi.
“Çay?”
“Sen?! Tanrım ben neredeyim?”
Loren Richard’a bir fincan çay bıraktı ve karşı taraftaki tek kişilik koltuğa oturdu ve kendi çayını da yanında duran zigonun üzerine bıraktı.
“Bilmem, sen söyle. Beni buraya sen getirdin”
Loren adama gülümsüyordu. Richard hızla etrafına baktı, burası küçük, şirin bir salondu. Burayı hatırlıyordu. Yıllar önce, her şeyden önce, o bu evde, bu salonda mutlu bir hayat yaşıyordu.
“Sanırım bana sormak istediğin o soru için güvenilir bir yer arıyordun?”
Richard korkuyla gerildi, Loren her şeyi biliyordu. Belki de zihin okuyabiliyordu? Sonra bakışlarını kendi güzel evine çevirdi, tek katlı küçük şirin bir evdi ve her şey tıpkı Richard’ın hatırladığı gibiydi. Loren’in sesi bir anda zihninde tekrar canlandı;
Beni buraya sen getirdin Richard.Bu onun hayali olmalıydı. Kız bir şekilde bilinç altına girmişti ya da Richard onu oraya çekmişti. Oturduğu koltukta rahatsızca kıpırdandı ve bakışlarını Loren’e çevirdi;
“Evet bunu yapmış olabi—“
Loren heyecanla onun sözünü kesti;
“Ah! Evet bunu yaptın Richard. Kafandaki soruyu öylesine merak ediyordun ki beni kendini en çok güvende hissettiğin yere çektin”
Adam tek kaşını kaldırmış Loren’e bakıyordu şimdi;
“Yani bu sorumu yanıtlayacağın anlamına mı geliyor?”
Loren kayıtsızca omuzlarını silkti;
“Bilmem, sanırım önce sorunu sormalısın”
Richard yavaş yavaş sinirlendiğini fark etti, kız resmen onunla dalga geçiyordu. İçinde ona duyduğu kinin büyüdüğünü hissetti ne ironik ki hayranlığı da aynı oranda artıyordu.
“Ben—“ dedi “Ben merak ediyordum. Yani sen hem burada hem de dışarıda… Nasıl?”
Loren’in yüzü bir anda ciddileşti, dudaklarını hafifçe büktü.
“Hımm bunu sana anlatmalı mıyım emin değilim”
Dikkatli ve gizli bir alayla adamı süzüyordu.
“Ama sanırım bir anlaşma yapabiliriz”
Adam kaşlarını çatıp hafifçe gözlerini kıstı;
“Ne tarz bir anlaşma?”
Loren’in yüzünü bir gülümseme kaplamıştı şimdi;
“Şöyle bir anlaşma, ben soruna cevap vereceğim ama cevabını aldıktan sonra sıra bana geçecek. Yani ben de sana bir soru sorabilmeliyim ki adil olsun değil mi?”
Richard şöyle bir düşündü, işin içinde kötü şeyler seziyordu ama öğrenme arzusu onu bastırıyordu.
Merak diye düşündü Loren
Ne kadar zayıf düşürücü bir olgu“Tamam, ama önce sen cevap vereceksin”
Loren gülümsedi;
“Tabii ki. Şimdi dikkatli izle Richard, zamanda ufak bir gezinti yapacağız”
Richard heyecanla ayağa kalktı, titriyordu.
Loren yavaşça gözlerini kapattı ve birkaç kelime fısıldadı. Mekan yavaş yavaş değişti. Richard şimdi yine elmasın olduğu odadaydı. Muhafız biraz ilerisinde elması avucunun içine almıştı ve gözlerini kapatmıştı. Richard hiç sesini çıkartmadan izliyordu. Loren birden elması tuttuğu elini yumruk yaptı ve yavaşça havaya üfledi. Ağzından çıkan nefes sis gibiydi ve havada asılı kaldı. Loren Yavaşça gözlerini açtı ve konuşmaya başladı.
“Sen, ruhumun ve bedenimin parçası, elmasında gücüyle seni insan olarak dünyaya gönderiyorum. Sen dünyadaki her şey kontrolden çıkana kadar orada kalacak ve benim ellerim ve gözlerim olacaksın. İnsanoğlu her şeyin sonuna geldiğinde, geri dönülemez yola girildiğinde ise onların acısına son vermek için dünyaya senin yanına geleceğim.”
Loren biraz duraksadı ve tekrar konuştu;
“Sen ve ben, dünyanın sonu olacağız…”
Her yer yavaş yavaş karardı ve Richard’ın salonuna geri döndüler, adam tam konuşacaktı ki Loren sözünü kesti;
“Sus! Daha bitirmedim” dedi “Loren’i dikkat çekmemesi için beş yaşında bir çocuk olarak yolladım çünkü bir süre sonra büyümesi duracaktı ve hiç yaşlanmayacaktı. Edward’ın onu bulmasını sağladım ve yaşlanmasının da 25 yaşına kadar olmasını ayarladım. Bu süre içinde rüyalar aracılığıyla bana bilgi aktaracaktı. Bu yolu seçtim çünkü en az yorucu olanı buydu”
Loren bir an sustu ve adama baktı, Richard hafifçe dudaklarını araladı;
“Sen, elmasın sahibi, o kadar güçlüysen neden buradan kontrol edemiyorsun her şeyi?”
Loren gülümsedi;
“Evet böyle de yapabilirdim, ki uzun yıllar böyle yaptım ama çok yorucu oluyor ve gücümü tüketiyordu, bir çözüm bulmalıydım ve ben de bunu seçtim”
Richard şimdi korkmuş gözlerle onu süzmeye devam ediyordu;
“Yani şimdi sen kıyametin bekçisisin öyle mi?”
Loren yine gülümsedi;
“Evet insanların sonla ilgili böyle inanışları var, kıyamet. Ben öyle demezdim ama eğer öyle rahat edeceksen öyle de Richard”
“Peki her şeyi bilen sen nasıl dünyanın sonunu göremiyorsun?”
Loren’in yüzünde gölgeler oluştu;
“Evet ne kadar ironik değil mi, her şeyi biliyorum ama sonun zamanını bilmiyorum”
Richard büyülenmiş, korkmuş bakışlarla ve saygıyla Loren’e bakıyordu. Tekrar bir şey söylemek için ağzını açtı ama Loren onu susturdu.
“Hayır Richard, zaten anlaşmamızı yeterince aştın. Şimdi sıra bende” dedi gülümseyerek. Richard hafifçe yutkundu, onu bekleyen sorunun ne olacağını bilmiyordu ve bu bilinmezlik onu iliklerine kadar korkutmaya yetmişti…