Sadece söylemek kolaydır, ben kendi adıma konuşuyodum orada, önemli olan harekete geçmek. Ben harekete geçmek için gerekli olan enerjiyi kendimde bulamıyorum. Waters'ın da dediği gibi "I have become comfortably numb." yani rahat ve hissizim belki de. Ya da mağaramın duvarına yansıyan güzel gölgeler tarafından ellerimdeki kelepçeler ve ayaklarımdaki prangaları hissedemeyecek kadar hissizleştirildim. Yine üzerine basıyorum, birazdan söyleyeceklerim yalnızca benim düşüncem.
Distopyalar bana her zaman daha çekici gelmiştir, çünkü gerçeğe daha yakındırlar. İnsanların anlaması gereken iki şey var:
1)Gerçek hayatta kötüler kazanır.
2)Mükemmel uyum ve düzen saçmalıktan başka bir şey değildir.
Bu nedenlerden ötürü, insanlar ne kadar çabalarsa çabalasın (tabii ki istisnalar kaideyi bozmaz), bir şeylere karşı ne kadar tepki gösterirlerse göstersinler; hep azınlıkta kalacaklar. Ezici çoğunluğun gözleri kör, ezici çoğunluğun kulakları sağır, ezici çoğunluğun dilleri kesik, ezici çoğunluğun elleri bağlı.
Ayrıca, zaten yarı yolu katetmiş, hatta geçmiş ve bu kadar büyük (tüm küreyi kapsayan) bir projenin sona ulaşamadan bir şekilde çökmesi çok zor gibi görünüyor. En büyük adım olan kitlelerin uyuşturulması neredeyse başarıya ulaşmış, uyanmış ve uyanmakta olan azınlığın da ne kadar yeterli olabileceği manidar.
Sonuç olarak; umudum odur ki, bir şeyler yapabilirsiniz. Bir şeyleri başarabileceğinize gerçekten inancınız tam ise, elinizden geleni ardına koymayın, sonuna kadar gitmeye çalışın. Ama düşerseniz (ki bu gerçekten büyük bir ihtimal), dediklerimi hatırlayın. Ve uyarıldığınızı. Önceden uyarılmıştınız. Distopya romanları sizi uyardı. Muhalifler sizi uyardı. Filozoflar sizi uyardı. Ama dinlemek için geç kaldınız. Bu yüzden suçu başkalarına atmaya uğraşmayın. İlle de başkasına atacaksanız, yetiştirilmenizde bu uyarıyı size hissettirmeyenlere atın.
Beni karıştırmayın, yolunuz açık olsun. Çipimle, sahte bir mutluluk içinde yaşamayı, eylem göstermeden konuşmaya tercih ederim.